TÜRKİYE, CUMHURİYET TANIMINA ŞİMDİ KAVUŞTU

TAKİP ET

Türkiye'nin gündeminde 24 Haziran'da yapılacak olan erken seçimler var. Bu tarih, Türkiye'nin yeni sisteme geçmesi açısından da kritik bir önem taşıyor.

Türkiye’nin gündeminde 24 Haziran’da yapılacak olan erken seçimler var. Bu tarih, Türkiye’nin yeni sisteme geçmesi açısından da kritik bir önem taşıyor. Erken seçim kararının alınmasına neden olan etkenleri, bu seçimde hangi kesimin kilit pozisyonda olduğunu ve Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi’nin ilk defa uygulanması açısından bu seçimin tarihî önemini Dicle Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu ile konuştuk.

Yakın döneme baktığımızda, erken seçim sürecini başlatan sebepler neler oldu?

Aslında bunu dört ana başlık altında toplayabiliriz. Ekonomik, siyasal, askerî ve dış politika… Bu dört başlık altında sebeplerin ortaya çıkması zaruret halindeydi. AK Parti ve MHP bir yıldan bu yana hazırlanıyordu. Bu bariz bir şeydi. Yapılan seçim çalışmalarına ve konuşmalara baktığınız zaman; Sayın Cumhurbaşkanımız, Devlet Bahçeli ve Başbakan tam gaz çalışıyorlardı. Bu konuda herhangi bir eksik yok.

Ekonomik olarak da malum, doların fırlaması ve Avrupa ile yaşanan gerginlikler ama özellikle de kumpas diyebileceğimiz global bir baskı süreci vardı Türkiye’nin üzerinde. Bu kapsamda doların yükselişi durdurulamıyordu. Yani bu görülen bir şeydi.

Dış politika boyutuyla baktığınız zaman, başta Afrin Operasyonu zaferi olmak üzere, ki bu büyük bir zafer Türkiye açısından, Amerika’nın sahada PYD/YPG boyutuyla Türkiye üzerinde ciddi bir baskısı vardı. Sadece bu da değil. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde son 5 yılda ortaya koyduğu bir fark var. O da şu: Türkiye, “Dünya beşten büyüktür” diyerek Batı’ya meydan okumanın liderliğini yapıyor. Ama bunun zirvesi Kudüs’te ortaya çıktı. Türkiye bu konuda tabiri caizse Trump’ın burnunu yere sürttü. 128 ülke Türkiye’yi destekledi. Bu çok büyük bir başarı. Trump’ın Kudüs kararı karşısında Erdoğan’ın zaferiydi bu aynı zamanda.

Siyasal sistem değişikliğine gidilecek olması da erken seçim kararı alınmasında etkili oldu denebilir mi?

Bu noktada, seçim kararının arkasında, iki önemli aşamada gerçekleşen iki durum var. Türkiye son 10 yılda devrim denilebilecek iç reformlar yaptı. En önemlisi de siyasal sistemi değiştirdi. Bu, Cumhuriyet’ten bu yana ilk defa olan bir şey. Türkiye’nin siyasal sistemi artık ‘başkanlık sistemi’dir. Gerek partili Cumhurbaşkanı olsun, gerek yetki, sorumluluk, görev ayrımı yenilikleri olsun, bunlara baktığınız zaman başkanlık sisteminin Türkiyeleşmiş halini görüyoruz.

Dolayısıyla az önce üzerinde durduğumuz dört ana temel sebeplerle birlikte, sistem değişikliğine gidilecek olmasının da etkisiyle, bu kararın alınması artık Türkiye için zaruret anlamı taşır hale gelmişti. Yani araba 2018 model, bakıyorsunuz motoru, yapısı hâlâ 1930’ların sistemi.

Bunu çıkarıp yeni motoru takmak lazım ve motor yan tarafta bekliyor. Arabanın hızlanması açısından bu sistemle yol alınması gerekiyor. Başbakanlığın lağvedilmesi, bakanlıkların küçültülmesi, bürokrasinin etkisinin artık tamamen değiştirilmesi, gücün, iktidarın halk tarafından doğrudan seçime en layık olan kişiye aktarılması gerekiyordu.

Bu durum sürüncemede kalsa, ortada ameliyat edilmesi gereken bir hasta var. Yaralarınızı bağlamışsınız ve vücut bir iyileşme emaresi gösteriyor ama siz bunu halen yoğun bakım odasında tutuyorsunuz. Dolayısıyla seçim zaruriydi. Başarılı olduğu görülüyor.

Erken seçime muhalefet hazırlıksız mı yakalandı?

Muhalefet çok hazırlıksız yakalandı. Bu çok net olarak görülüyor. Muhalefetten kastımız sadece bir CHP, HDP ve Saadet Partisi değil; karşı cephede yer alan misal Abdullah Gül çok gafil avlandı.

Çünkü bence Abdullah Gül muhalefetin liderliğini yapmaya çalışıyordu. Uzun zamandan bu yana da bu hazırlıklarını sinsi bir şekilde sürdürüyordu. Son açıklaması, özrü kabahatinden büyük bir açıklamaydı. “Artık aday olmama gerek kalmadı” dedi. Çok kötü bir ifade bu, kendini sıfırlayan bir ifade oldu.

Bu seçimin kilit konumdaki oyları nerede saklı size göre?

Bence bu seçimde kilit parti HDP ve kilit oylar Kürt kesiminin oyları olacak. Toplamda yaklaşık yüzde 20’lik bir Kürt oyu var. Bu Kürt oyunun yüzde 12’sini HDP alıyor. Yüzde 6 civarında AK Parti alıyor. Fakat yüzde 4’lük bir kısım altın oran var. AK Parti’nin hedefi bu altın oran. Yani bu 4 puanı alması lazım.

7 Haziran’da bunu alamadığı için tek başına iktidar olamadı. 16 Nisan’da kısmen aldığı için yüzde 50.1 oldu. 1 Kasım’da yine kısmen yani 2 ya da 3 puan aldı.

Seçim analizi yapıldığı zaman 7 Haziran, 1 Kasım ve 16 Nisan seçimlerinde bu oyların kilit olduğu çok net görülüyor.

AK Parti, kilit konumda gördüğünüz Kürt oylarını almak için ne yapabilir?

AK Parti bu meseleyi dört ana kriter üzerinden ele alabilir. Birincisi kaliteli bir aday profili ortay konulmalı. Altın oranı yakalaması için bu çok önemli.

İkincisi merkezden denetlenen ve yönlendirilen iyi bir stratejisinin Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt seçmene uygulanması lazım. Kürt seçmen burada kilit oydur. AK Parti, CHP’den oy alamaz; AK Parti, MHP’den bile çok zor oy alır.

Bunu herkes biliyor. AK Parti’nin oy alacağı kitle muhafazakâr, dindar, geçmişte AK Parti’ye oy vermiş ama şu anda küskün olan, ikna edilmeyi bekleyen, Barzani olaylarında, Afrin olaylarında, çukur savaşında ve bir başka sebepten dolayı çözüm sürecinin dondurulmasından dolayı küskün olan Kürtleri ikna etmesi lazım. Bu çok önemli. Bu yüzde 4 bunların içinde yer alıyor.

Yani bu altın oran, AK Parti’nin vazgeçemeyeceği, atamayacağı ve asla ve asla hafife alamayacağı bir oydur. Bunları ikna etmesi lazım. Dolayısıyla kilit oylar, HDP ile AK Parti arasında gidip gelen Kürt oylarıdır. Bunlar muhafazakâr kesimdir. HDP’nin mağduriyet edebiyatına odaklanacağı görülüyor.

Mesela HÜDAPAR’ın HDP adına “Cumhurbaşkanı aday tercihimiz Demirtaş’tır” demesi anlamlı. HDP bu açığı çok iyi biliyor. Ki Sayın Cumhurbaşkanımız da bunu söyledi. Dedi ki: “Doğu ve Güneydoğulu kardeşlerimizi Cumhur İttifakı’yla korkutabilirler, oylarımız aynı kapıya çıkıyor diyebilirler. ‘Hayır’. MHP ayrıdır, AK Parti ayrıdır. Bu bir ittifaktır.”

Sözünü ettiğiniz bu altın oran neden önemli?

Çünkü bu konu son derece hassas ve bu altın oranın yakalanması lazım. Bu 4-5 puanlık muhafazakâr Kürt oylarının AK Parti saflarına dönmesi lazım. Çünkü AK Parti’nin bütün gücü en iyi şartlarda yüzde 50 oldu referandum seçimlerinde. Bu 4 puanlık oy tersine olursa, seçim ikinci tura kalır ve karmakarışık olur. Durum çok kötü olur her açıdan… Bu durumun iyi değerlendirilmesi gerekiyor.

Bölge halkının ikna edilebilmesi için sizce daha başka hangi adımlar atılmalı?

Az önce de söylediğim gibi; birincisi kuvvetli, bölgeyi bilen, eli ayağı düzgün adayların konulması gerekiyor. AK Parti bölgedeki birçok seçim bürosunu kapatsa daha çok oy alır. İllerde teşkilatları olsun elbette ki. Ama emin olun, Diyarbakır il başkanlığını kapatsalar parti daha çok oy alır. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımızın almış olduğu oy yüzde 36’dır, il teşkilatının aldığı oy yüzde 25’tir.

“Yeni bir dünya düzeni var artık.

Türkiye’nin siyasal sistemini güçlendirmesi ve buna

uyarlaması gerekiyordu.”

Bütün seçimler böyle. Sebebi şu: Zaten ikinci madde de buydu: Teşkilatların merkezden denetlenmesi, merkezden yönlendirilmesi ve bunların kontrol edilmesi. Bu iş teşkilatlara bırakılamayacak kadar önemlidir.

Düşünsenize, iki ay önce atamalar yapılmış, hepsi istifa etmiş. Dört tane il başkanı istifa etmiş. Böyle bir şey olabilir mi? Siz nasıl kurumsallaşabilirsiniz. Üçüncüsü çok güçlü bir seçim stratejisi uygulanması lazım. Bölgeye yönelik olarak özel bir seçim stratejisinin uygulanması lazım. Barzani ve Afrin olaylarının çok net olarak anlatılması lazım.

Seçim ertesi köklü bir siyasal sistem değişikliği gerekiyor.  Türkiye buna ne kadar hazır?

Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi zaten seçimden bir sonraki gün uygulamaya girer. Cumhurbaşkanı seçilemezse ve ikinci tura kalırsa süre belki biraz uzar ama diyelim ki 26 Haziran’da uygulamaya girdi. Türkiye buna hazır mı? Evet, hazır. Türkiye siyasal sistem boyutuyla son 200 yılda dört defa sistem değiştirmiş.

Cumhuriyet’in ilk yılları aslında başkanlık sistemidir bir tür ve tek adamdır. Sonraki dönem, bu defa iki başlı bir sistem. 27 Mayıs’ta biraz daha da dağıtılmış bir sistem. Türkiye böyle değişikliklere açık bir ülke. Düzen ve otoritesini kaybetmiyor.

Darbe bile olsa. Geçmişte bunları yaşadı bu ülke. Devlet sistemi son derece tecrübelidir ve hiyerarşik yapısı çok güçlü olduğu için sorun çıkmaz. Hatta diyebiliriz ki dünyanın en güçlü hiyerarşik kamu yönetimine sahibiz. Bundan dolayı yeni durumu kendisine uyarlaması sıkıntı olmaz.

Partili Cumhurbaşkanı uygulaması şu şekilde olur: Bakanlıkların birleştirilerek küçültülmesi, ondan sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın etrafında kurulacak bir sekretarya. Sistem öyle bir hale gelir ki Türkiye’nin sistemi bugün aşağı yukarı Amerika’daki sisteme yakın bir sistem olur. Bu açıdan sistemde sıkıntı yok.

Bu sistem değişikliği, ülke profili açısından baktığınızda nasıl bir Türkiye ortaya çıkaracak?

Artık önümüzde yeni bir Türkiye var. Son 10-15 yıldaki reformlara bakın. Menderes ve Özal’dan sonra yakın dönemde çok önemli atılımlar yapıldı. Açıkçası yeni Türkiye çok farklı.

Yeni Türkiye 150 yıllık değil, 240 yıllık birikimin sonucudur. Batılılaşma sürecine giden bir ülke, Batı’yı çok fazla taklit edip Fransız idari yapısını ülkesine uyguladıktan sonra, bunun çok da başarılı olmadığı görüldü. Bu başarılı olmadı. Bunu şöyle reforme etti. Abdülhamit, İslamî bir politikayla başarılı kıldı ve ayakta tuttu. Menderes, kendinden önceki tek adamlı üniter yapıyı biraz daha çoğulcu hale getirdi.

Açıkçası Özal biraz daha iyi bir hale getirdi. Ama bugün Türkiye yepyeni bir sistemle idare edilir hale geldi. Buna ‘ciddi manada Cumhuriyet’ dememiz daha doğru olur. Türkiye ilk defa Cumhuriyet dediğimiz tanıma şimdi kavuştu. İlk defa oluyor bu.

Bu değişime dünya ekseninde baktığımızda neler söylersiniz?

Yeni bir dünya düzeni var artık, yeni bir Ortadoğu var ve Türkiye artık bu anlamda yükselen bir güçtür. Türkiye’nin siyasal sistemini güçlendirmesi ve buna uyarlaması gerekiyordu. Bu konuda da başarılı oldu. Bundan sonra hem Ortadoğu’ya model olmak hem İslam dünyasına model olmak hem üçüncü dünya ülkelerine model olmak bakımından Avrupa’ya meydan okuyabilecek seviyede. Dolayısıyla bu büyük bir başarıdır.

doç. dr. hüseyin Şeyhanlıoğlu