RÜYAMDA URFA'YI GÖRDÜM DÜN GECE.
Bir zamanlar
Ortaçağdan kalma Paris adeta bir bataklığı andırıyordu.
Plansız yapılanma, dar sokaklar, altyapı eksikliği, su ve kanalizasyon sorunu yaşamı zorlaştırıyordu..
Üstelik açlık kol geziyordu.
Yoksul halk isyanlardaydı.
Her yerde direniş vardı.
İmparatorluk güçleri dar sokaklarda direnişçilere müdahale edemiyordu.
Fransız İmparatoru Paris'in yıkılıp yeniden yapılmasını istedi.
Meydanları, geniş caddeleri, ulaşımı ve altyapısı olan bir kent.
Böylece hem burjuva sınıfı ilkel koşullarda yaşamayacak, hem de varoşlara çekilen direnişçi yoksul halka müdahale edilebilecekti.
Bu iş için kent yöneticisi ve Fransa’nın ünlü şehir planlamacısını görevlendirdiler.
şehir planlamacısı,İmparatoru’nun nasıl bir kent istediğine ilişkin raporunu okuduktan sonra şu cevabı verdi.
“Yüce imparatorum, en ufak bir kuşkunuz olmasın ki, yepyeni bir Paris yaratacağım. Antik çağın kentçilik harikası Edessa kadar güzel, görkemli ve zengin bir başkentimiz olacak”
şehir planlamacısı dediği yer Urfa 'dı.
Fransızlar Urfa 'nın kent planlamasını örnek alarak Paris'i yeniden inşa ettiler.
Paris bugün Avrupa'nın en önemli kültür sanat merkezlerinden biri ve çok önemli binaları o günlerden kalma.
*. *. *
Şimdi Türkiye’nin Paris’i Şanlıurfa’ya göz atalım
Ya bizim Urfa’mız.
Her yer beton çöplüğüne dönmüş durumda.
İnsanlar gökyüzüne hasret.
Altyapılar yetersiz.
Plansız, programsız kentleşme, kaçak inşaatlar, yeşil alan katliamı, kültür sanata duyarsızlık.
Daha o kadar çok sorun var ki.
Ve her geçen gün daha da kötüye gidiyor.
Bu kötü gidişten bütün ilçeler özellikle Karaköprü nasibini alıyor elbette.
Ama Eyyübiye henüz çöküşün başında.
Henüz betona bürünmedi. En azında gökyüzü hala görünüyor
Hala şansı var.
Kurtarılabilir?
*. *. *
Bir rüya gördüm dün gece.
Şanlıurfa Büyük şehir Belediyesi ve diğer ilçe belediyelerin kent planlayıcılarından, mimarlardan, sanatçılardan, arkeologlardan oluşan bir ortak akıl platformu kuruyordu.
Bu insanlar Göbekli Tepe, Karahan ve Dağyanı (Çoban deresi) eski yerleşim yerlerinde incelemeler yapıyordu.
Tıpkı Avrupa'nın birçok kentinde uygulandığı gibi antik çağın ilk şehir planlamacısının planlarına bakıyorlardı.
Izgara sistem, adaletli, eşit, insanca bir kent modelinin nasıl oluşacağını saptıyorlardı.
Sonra tarihi ve doğal dokuyu ön plana çıkararak kent mimarisi ve kent estetiğiyle ilgili belediyeye bir rapor sunuyorlardı.
Raporda yeşil alanlar, eğlence merkezleri, kültür sanat merkezi, spor ve sinema salonları, Açık müze, her şey vardı.
Rüyamın en ilginç bölümü neydi biliyor musunuz?
Dağyanı ve civarında TekTek dağlarında Yeni yapılacak Kaplıca ve Seralar yerinde tıpkı Karaali deki gibi büyük alanda saklı olan sıcak suyun (Kaplıcalar ve sera alanı) vardı.
İnsanlar Kaplıcalarda dinlenirken Urfalı sanatçılar orada sıra gecesi türküleriyle müzik yapıyordu.
Onlarca turist gelmiş, Göbekli tepede dolaşırken Seyfettin Sucu’nun sazı ve sesi yankılanıyordu.
Sonra Kazancı Bedihin ,İbrahim Tatlıses'in .sesi geliyordu ….
" Nevali Çori,den indim Göbekli Tepe’ye, ben vuruldum Soğmatar 'a"
Ardından diğerleri…
Elektronik müzik yasak, hepsi türkü.
Bazen şiir okuyordu gençler.
Bazen iki üç kişilik kısa bir skeç.
Ressamlar, fotoğraf sanatçıları, yontucular, seramikçiler eserlerini sergiliyordu.
Şanlıurfa’ya gelenler önce Türkiye’nin en büyük kaplıcalarını geziyordu.
Çok mutluydum.
*. *. *
Sabah uyandığım anda anlaşıldı.
Benimkisi sadece bir rüyaydı…