ÖLÜM ORUCU
Ölüm orucuna girenleri her duyduğumda aklıma 5 nolu cezaevi gelir.
Vücudun kendi kendini eriterek yediği, her gün artan acılar ile katlanılması zor bir direniştir ölüm orucu.
Bu zorlu eylem ne zaman yapılmalı?
80'li yıllarda 5 noluda olduğu gibi işkence dayanılmaz biçimde rutine dönüşmüşse,mahkemelerde savunma hakkın elinden alınmışsa,sıra özel olarak işkeye alınıp itirafçı olman ve ihanet etmene gelip dayatılmışsa, sesini kimseye duyuramıyorsan direnebilmek için elinde kalan bedenin ile tek çate ölümü tercih etmek ve ölüme yatmak anlaşılabilir ve anlam kazanıp ses getirir.
Olur olmaz durumlarda, her protestoda, sıklıkla ve özellikle örgüt çıkarı için yapıldığında can veren kahramanlar olsada anlamını yitirir ve kısa sürede unutuluyor.
Bu gün olduğu gibi.
Ölen insanlara saygıdan dolayı çok şey söylemek istemiyorum ama sürekli tekrarlandığı için demedende olmuyor.
Her ölüm orucu süresine göre vücutta geriye dönüşü mümkün olmayan sekeller bırakacağı bilinmesine rağmen birde örgütsel karar ile topluca girilen, geride yığınla sahipsiz, bakıma muhtaç insan bırakan ölüm oruçlarına ne demeli?
Bu tarz eylemler kime yarar sağlıyor?
"Ben konserlerimde şarkı söylemek istiyorum." diyerek açlık grevine yatmak anlaşılır bir direnişmi?
Bunu kendilerininde bildiğinden eminim. Eylemi yarıda bırakmanın yaratacağı utanç ve olumsuz tepkiler yüzünden hayatları pahasına direnişe devam ettiler.
Ölüm ile biten her direnişin sonunda" Işıklar yoldaşın olsun, Devrin daim olsun,Mekanı cennet olsun, Nurlar içinde uyusun"gibi basma kalıb söylemler ile yad edilerek ölüm kutsanıyor. Kendi kendimize soralım, 5 noludaki direnişlerde hayatını verenlerden başka ölüm orucunda can veren kaç kişinin adını anımsıyoruz?
Yaşamı savunmak yerine ölüm üzerinden siyaset nereye kadar yapılabilir?
Bir bir gidiliyor ama ölenin ardından binler gelmiyor.
Ölüm oruçlarına artık dur demenin zamanı gelmedimi?
A. Güllüoğlu
7.Mayıs.2020