ARPA-ÇARPA
Çocuktuk
Mahallemiz de, sokaklarımız da evlerimizin içi kadar emniyetliydi. Her komşu diğer komşunun çocuğunu kendi çocuğu gibi korur kollardı. Bizlerde komşu büyüklerimizi kendi büyüklerimizden ayırt etmezdik. Yanlışımızı gördüklerinde tatlı sert azarlarlar, nasihat ederlerdi. Biz de kendi ailemiz gibi sessizce dinler, itaat ederdik.
Tektüken (bakkal) den bir şey lazım olsa birine, hemen kafasını sokak kapısından uzatıp ilk gördüğü çocuğu tektükene gönderirdi.
-Sino dayıya söle, tırnık cemo gıle alıyam, yazsın axşam cemil êmmi geçerken verir. Bakkal Sino Dayı itiraz etmez hemen istenilen eşyayı, çimento ya da gazete kâğıdından yapılmış, hamurla yapıştırılmış kese kâğıdına doldururdu. Tembih etmeyi de unutmazdı;
-Göziyin ögıne bax, torbi sıxma. Fırenkler olğındır, ezılmesın.
Herkes birbirine göz-kulak olur, bir birinin yardımına koşardı. Arada asabi olan kiracılar gelirdi mahalleye. Çekilmezlerdi. Elbirliğiyle onu idare ederlerdi.
Mahallenin çocuklarıyla toplanır oyun oynardık. Sesimizden rahatsız olan ev sahibi çıkar;
-Kıran sıpıre, başımız beynımız getti. Gıdın evizin ögünde oynayın, hele bax bi xırxana toplanmışsız, diye azarlar, kapısının önünde oturmayalım diye de, kapının önüne bir sıtıl su dökerdi. Bunu gören başka bir komşu;
-Oğlım bele gelın bırda oynayın. Onun xulxı dar. Açtırmayın. Meherrem gelse de daşınsalardı.
-Oyınımızı çılk ettı, tüffiy.
-Neyse lo, gelın arpa-çarpa oynıyax.
Hemen oyun düzeni alınır, kemeri olan hemen kemerini çıkarır ya da bir mendilin ucuna düğüm atılır, oyunu yönetecek olan ebe de kapının eşiğine ya da soluk taşına oturmuş olurdu. Oyuncular da karşısına dizilir, en sağdakinden başlanırdı. Birinci oyuncu bir ucu ebede olan kemerin ucundan tutar ebenin tarif ettiği hayvanı bilmeye çalışırdı. Ebe, aklında bir kuş tutar, kuşun özelliklerini işaretlerle anlatmaya başlar;
-Kasa kasa va kasa, diyerek elleriyle kuşun büyüklüğünü tarif eder.
-Nikkli var va kasa. Kanadı var va kasa…
Birinci oyuncu bilmeyince kemerin ucunu diğer oyuncuya verirdi. Bu soruyu bilene kadar böyle giderdi. Ebenin tarif ettiği kuşun adını söyleyince ebe kemerin ucunu bırakır, “arpa-çarpa” derdi. Soruyu bilen kemeri kaptığı gibi en yakınında olandan başlardı vurmaya. Oyuncular tetikte olurdu. Ebenin yüz ifadesinden, oyuncunun soruyu bilip bilmediğin kestirmeye çalışır, ondan uzak durmaya bakardık. Ebenin “arpa-çarpa” komutuyla her birimiz bir yana kaçardık. Oyuncu gözüne kestirdiği çocuğun peşine düşer, elindeki kemerle kaba etine vurmaya çalışırdı. Ebe, bizim çok dağıldığımız görünce, “buğda buğda” diyerek, yanına gelmemizi isterdi. Bugda komutunu duyunca, yine tetikte olarak ebeye doğru yaklaşırdık. Biliyorduk ki, ebeye yaklaştıkça, yani dağılmış olanlar bir araya gelince ebe yeniden “arpa-çarpa” diyecek, oyuncu yakınanı gelenlerin içine dalacaktır. Bunu bildiğimiz için, kemerin ucunu ebe tutuncaya kadar yaklaşmazdık. Ebe oyunun yeterli olduğuna karar verince, “buğda buğda” diyerek, ikinci oyuna başlanırdı.
Soruyu bilen oyuncu bazen kendini oyuna kaptırıp, kemeri hızlı savurur, canımızı yakardı. İtiraz ederdik.
-Gavur kımın vurisan la.
-Oğlım cani dadlısa get kızlardan pışktto oyna. İşin kötüye gittiğini gören ebe “ buğda buğda” diyerek oyuncunun dikkatini başka oyunculara çekerek, kavga olmasını önlerdi.
Bir birimizin canını yaksak da biz ne güzel arkadaşlardık la…
Dipnot: Kıtlık yıllarında buğday bulamayan halk, arpa ekmeği yermiş. Büyüklerimizin anlattığına göre arpa ekmeği esmer ( siyah diyerek nimete nankörlük olmasın siye, esmer derlerdi) ve acı olurmuş. Buğday ekmeği, beyaz ve tatlıdır. Bu oyunda “arpa” kelimesiyle oyuncunun diğerlerinin canını yakmaya başlaması ve “buğday” kelimesiyle de cezadan emin olunması manidardır.
Bekir Urfalı