Evde Kalanlara Heket
CİN
Çocukluğumuz büyüklerimizden dinlediğimiz cinli-perili hikâyelerle geçti.
Uzun kış gecelerinde sisli gaz lambasının loş ışığı altında, kömür ateşiyle dolu mangalın etrafında, ya da tandır içerisinde, büyüklerimizin anlattığı hikâyeler dinlerdik. Bu hikâyeler Kaf dağından gelen cinler, perilerle ya da kuyulardan çıkan, hamamlarda toplanan, ıssız sokaklarda kılıktan kılığa girip, insanlara musallat olurlardı. Onları korkutur, âşık olduklarını kaçırıp evlenirler, bilmeden onlara zarar verenleri yakalayıp, kendi mahkemelerinde yargılayıp cezalandırırlardı.
Avlulu evlerimizin içinde mutlaka bir kuyu bulunurdu. Zerzembe (Zahir damı), tandırlık (mutfak) bazı evlerde develik (ahır) oturma odalarından uzak, büyük avluların en uç köşesinde olurdu. Hikâye anlatıcı, bizi hikâyenin içine çekmek için cinlerin bu kuyulardan çıktığını, ahır ve ya zerzembelerde saklandığını örnek verirdi. Biz o çocuk halimizle gece (o zamanlar elektrik birçok evde yoktu) karanlıkta avluya çıkmaya korkar, her an bir köşeden cin çıkacağı korkusunu yaşardık.
Büyüklerimiz yaramazlık yapan çocukları korkutmak, onların gün içinde kuyudan uzak tutmak, ahıra veya kilere girmesini engellemek için ( o zamanlar akrep, zararlı haşere çok olurdu) oralarda cin olduğunu söylerlerdi.
Televizyonun, internetin, avm’lerin olmadığı, hatta elektriğin bile çok yayın olmadığı, zamanlarda, kış geceleri çok uzun olurdu. İnsanlar bu uzun geceleri kendilerince çeşitli eğlenceler icat ederek, evlerinde ya da bir başka aileye misafir olarak geçirirlerdi. Bu eğlence ve sosyal içerikli toplantılardan biri de sıra geceleriydi. Sekiz-onar kişilik gruplar halinde arkadaşlar, dostlar bir araya gelerek kendi aralarında, her hafta sonu bir arkadaşta toplanmak suretiyle, çeşitli şekilde eğlenerek geceyi geçirirlerdi.
Yine böyle bir kış gecesi, Celal arkadaşlarıyla sıra gecesine gitmişti. (Celal, bekâr toy bir gençti, yaşlı annesiyle birlikte Urfa’nın kalaboynu mahallesinde, dar, uzun bir sokağın sonunda bulunan çıkmazda eski bir Urfa evinde yaşıyordu.) Konuşmuş, eğlenmiş, çeşitli meseleler anlatılmış, bir ara söz dönüp, dolaşıp cinlere gelmiş. Herkes duyduğu bildiği cinlerle ilgili şeyleri anlatmış, yemiş-içmişler. Ev sahibi misafirlerine çiğköfte ve peynirli helva da ikram etmiş.
Çiğköfte ve tatlı (peynirli helva, şıllık, kadayıf ya da küncülü akıt) genelde fazla yapılırdı. Artanı sıraya gelenler birer parça da ailelerine götürülerdi. Çiğköftenin ve helvanın fazla olduğunu gören Celal;
–La İbo anam dedi biye de biy sığım kıfte getir. Acıx xasın içine biy sığım sar anama götırım. Eksıgın canı çekmış.
Ev sahibi hemen biraz çiğköfte, biraz peynirli helva tabağa koyup, hazırlamış. Saatler geçer, gece ilerler, artık herkesin evine gitme zamanı gelmiştir. Birer-ikişer ev sahibine veda edip, ayrılırlar. Celal da vedalaşıp çıkar. İbrahim biraz sonra bakar ki, Celal annesi için ayrılan çiğköfteyi ve helvayı almayı unutmuş. Hemen alıp, Celal’in peşinden koşar.
Hava soğuk, Celal paltosunun yakasını kaldırmış soğuktan korunmak için duvar diplerinden yürüyordu. Saat çok geçmiş, sokaklar bomboş, in-cin top oynuyordu. Bıçakçı meydanından geçip, eski arasanın yanından, ucuzluk pazarına girdi. Sultan hamamının önünden, külhanın yanından geçerek Hacıabo kabaltısına doğru yürüdü. Sultan hamamının külhanının önünden geçerken aklına sır gecesinde arkadaşlarının anlattığı cinli meseleler geldi. Ürktü. Tüyleri diken diken oldu. Adımlarını sıklaştırıp, Hacıabo kabaltısına doğru hızlı adımlarla ilerledi. Celal tam kabaltına yaklaşmıştı ki, İbrahim arkasından yetişip onu gördü. Gece geç saat olduğu için, kimse rahatsız olmasın diye alçak sesle arkasından “Celal” diye seslenir. Celal, cin hikâyelerinin verdiği korku, gecenin sessizliği, semtin tekinsizliğiyle adının yavaş sesle söylendiğini duyunca titredi. Adımlarını daha da hızlandırdı. İbrahim “belki duymamıştır” diyerek, bir daha yavaşça “Celal” dedi. Celal daha da korkarak koşmaya başladı. Celal’in koştuğunu gören İbrahim, arkadaşının korktuğunu anlayıp, bunun tadını çıkarmak ister. Bu defa yüksek sesle “Cello, kaçma ulan” der. Celal duvarlara çarpa çarpa, nefes nefese koşmaya başlar. İbrahim de arkasından koşar. Arkasından gelen ayak seslerini duyan Celal daha da korkar, ayakları bir birine dolaşır, düşe kalka kendini evlerini kapısına atar, hızlı hızlı kapıyı çalar. Annesi, kapının kırılacak gibi çaldığını duyunca hemen kapıyı açar, oğlunu nefes nefese görünce;
–Xerdır bele oğlım, ardidan atlı mı geli. Ne bı haliy?
–Anê cinler arxamdan geliy. Anası sokağa doğru bakar kimseleri göremez, Celalı içeri alıp, kapıyı kapatır. Oğlunun korktuğunu anlayan Anzılha teyze ona su içirir, damağını kaldırır, ağzına bir çimdik tuz verir. O sırada İbrahim de yetişmiştir eve. Kapıyı çalar. Kapının sesini duyan Celal, yerinden zıplar, korkuya kapılır;
–Anê cinler kapiy döğiy.
–İtin doğırdığı cinler heç kapiy döğer mı? Hele kax aç bax kımdır gecenın bı seêtınde. Celal istemeye istemeye, korku içinde sokak kapısına yaklaşıp “kim o” diye seslenir. İbrehimin “benem Cellê” sesını duyunca rahat bir nefes alır, kapıyı açar.
–Xerdır? Ne Var?
–La Cello arxaydan o keder sesledim dönıp de baxmisan. Anaya ayırdığiy kifti unıtmışsan. Dedım siye yetıştırım.
–Yerre giresen sen de, kıfte de, anam da. Xetım kesıldı. Altı aylığımı aldım. Ben de deyyem o tekıler mı arxamdan sesleni êcebe.
İbrahim arkadaşının haline katıla katıla gülmeye başlar.
–Korxidan êynı altıya işedi ha Cello. Anzılha teyze;
–Utanmımısan İbo? Hâhâltiy gece vaxtı metxelden duyıliy. Xaxı şırın yuxısından uyadacaxsan. Savış get evıye. Oğlanı hem korxıdiy hemde maytap geçiy. Korxısından uşağı olmıyacağ mehsımın. Külım, zıbılım başıya..
Bekir Urfalı