1 Eylül Dünya Barış Gününün oluşmasına neden olan, Almanya’nın 1 Eylül 1939 yılında Polonya’yı işgal etmesi, ikinci Dünya savaşının başlamasına neden olmasıdır. Almanya ile müttefiki İtalya ile birlikte Avrupa’nın birçok ülkesini işgal etmişti. Bu iki ülkenin hedefleri ve ülküsü çok genişti. Alman devlet başkanı Faşist Hitler, “Dünyanın en büyük Alman İmparatorluğu’nu kuracağını vaat ediyordu. İtalya devlet başkanı Faşist Mussoloni ise, “Dünyanın tek hakimi olan Roma İmparatorluğunu yeniden canlandıracağım” diyordu. Bu Ruh hastalarının kanlı macerası 40 milyondan fazla insanların ölümüne sebep olup, dünyanın ekonomisini de çökerttiler. Avrupa ülkelerinin işgali ile yetinmeyen bu ruh hastaları 1941 yılında SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) ülkelerine yönelik işgal girişiminde bulundular.
Sosyalist yönetim üstün savaş tekniği ile Nazi ordularını Sibirya’ya kadar ilerlemelerini sağladılar. Zafer sarhoşluğuyla Sibirya’ya giren Alman ve İtalya ordularının zırhlı araçları ve Tankları aşırı soğuk karşısında donarak çalışamaz hale gelince, Sovyet ordusu taarruza geçip işgalci ve aynı zamanda maceraperest ordularını geri püskürtmeyi başarırlar. Sovyet Ordusu, Alman Nazi ordusunu gerisin geri kovalayarak Berlin’e kadar girince, kendisi için sonun başlangıcı olduğunu anlayan Hitler, kendi beylik tabancası ile intihar eder. İtalya’nın faşist lideri Mussoloni, izini kaybettirip kaçtığı yere baskın düzenleyen Partizanlar Mussoloni ve sevgilisini yakalayıp kurşuna dizerler. Cesetleri Loreto Meydanında teşhir edilir. Savaş 1945 te sona erdiğinde ardında milyonlarca yetim öksüz bırakmış, ekonomiler çökmüş ve koca tarihi kentler yıkılma sureti ile tarihinin en büyük ekonomik çöküntüye uğradılar. Topraklarını büyütmek amacı ile yola çıkmışlardı ama mevcut topraklarının yarısı ile birlikte ülkenin onurunu da ekonomisini de kaybettiler.
Savaşın tüm şiddeti ile sürdüğü 1940 yılında, ünlü yönetmen ve oyuncu Charlie Chaplin, “Büyük Diktatör” (The Great Dictator) adlı filim Amerika’da gösterime girerek, Hitler ile Mussoloni’nin yaptıkları ile alay ederek bu ikiliyi aşağılıyordu. Chaplin filimin konusu ile ilgili şöyle demişti,
“Diktatörler ölecek ve halktan zorla aldıkları yine halkın eline geçecektir. Sayısız insanların ölümünden sorumlu olan Hitler ve Mussoloni gibi tüm diktatörler tarih tarafından kara bir leke olarak kaydedilecek ve anılacaklar”
Savaş bitiminden sonra, savaşa katılan ülkeler üç ordu kazanmıştılar. İşsizler ordusu, sakatlar ordusu ve Dullar ordusu. Bu orduların ortadan kaldırmak için yıllarca çalıştılar, yaraları sarmak tekrardan ekonomik refaha kavuşmanın yolunu buldular. Bilimsel çalışma, sosyal yardımlaşma, adaleti savunma ve en önemlisi kendileri ile yüzleşme gibi hayati kararlar aldılar. Alman devleti asla Hitleri savunmadı. Hitler’in insanlık sucu işlediğini kabul edip, tüm savaş mağdurlarından Alman devleti adına özür dilediler.
Bu savaşın korkunçluğu bir daha yaşanmasın diye, savaşın başlangıç tarihini “Barış günü” ilan etmeleri elbet çok anlamlıdır. Bu acıların yaşanmaması için, toplumsal barış ve diyalog kültürünün gelişmesi tüm sorunların çözümünde etkili olduğu görülecektir. Avrupa devletleri, Çin ve Japonya’nın, merkezi yönetme anlayışlarını terk ederek yerinden yönetimi esas alıp, güçlendirilmiş yerel yönetim anlayışı ile kalkınma kriterini yakalayarak ekonomik refah seviyesine ulaşmayı başarmış ve toplumsal barışını tesis ettikleri görülüyor.
Ortadoğu devletlerine baktığımızda hala kaynayan bir kazan olma durumunda bir gelişme yok. Petrol ve Doğal Gaz gibi çok zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan, Suudi Arabistan, İran ve Azerbaycan gibi ülkelerin yöneticilerinin servetleri bilinmezken, halkı ise yoksulluk kıskacında yaşam savaşı veriyor. Bu devletler, yeraltı doğal kaynaklardan elde ettikleri geliri halkın refahının gelişmesi için yapması gereken harcamaları, (eğitim, sağlık ve ulaşım gibi) güçlü silahların alımına ayırarak kendi bekalarını garantiye alıyorlar. Bu çağdışı ilkel yönetim anlayışları aynı zamanda toplumsal barışın temeline dinamit koymaktadırlar.
Ülkemizde ise, Cumhuriyet kurulduğundan beri hep kalkınma masalları duyuyoruz. Yeraltı-yerüstü doğal kaynakları değerlendirip ekonomiye kazandırma düşüncesi hiçbir iktidarın gündeminde olmadı. Gelirinin büyük kısmı silahlanmaya ayrılarak NATO’nun 2. Büyük ordusu olma unvanını aldılar ama düşünce ve ifade özgürlüklerinde, insan hakları alanında ise hep sınıfta kaldıkları görülüyor. 1930 yıllarındaki tek ırkı esas alan yönetim anlayışı hız kesmeden devam ediyor. Sürekli toplumun baskı altında olmasını sağlama adına ülke darbeler ve olağanüstü yönetim anlayışları olağan hale getirilmiştir.
İkinci Dünya savaşının sona erdiğinin 81. Yılında, savaşın korkunç tahribatı olmasına karşın, savaşın kazananı olmadığı gerçeği yüzlerce örneklerle açığa çıkmıştır. İktidarlara düşen görev tarihçilerin ortaya çıkardığı bu gerçeği esas alarak kendileri ile yüzleşmeleridir. Toplumsal barışın sağlanması adına, Barış kültürünün gelişmesinin alt yapısının oluşturması gerekir. Tüm toplumsal dinamikleri barış içersinde yaşamalarının sağlanması için demokrasi kültürünün gelişmesi gerekir. Demokrasi kültürünün gelişmesi, güçlü yerel yönetimlerin oluşmasına paralel gelişir.
1 Eylül Dünya Barış gününün 81. Yılında, savaşların son bulması ve tüm halkların kendi dilinde ve inancında özgürce, gelecek kaygısı yaşamadan, demokrasinin ve Adaletin tesis edildiği bir yaşam dileğiyle...
01.09.2020
Cemal Babaoğlu