Saylakkaya, Urfa ili Halfeti ilçesine bağlı şirin bir köy. Resmi adı Saylakkaya olduğundan kimse bu isimle köyü tanımaz, bilmez. Yolunuz düşerse Halfeti’ye “Cibin neresi?” derseniz size tarif ederler. Köyün etrafı fıstık ağaçlarla kaplı. Köyün orta yerinde çok sayıda kayadan oyulmuş sarnıçlar bulunmaktadır. Şuan bu sarnıçlar taşlarla üstü kapatılmıştır. Muhtelif yerlerde mağaraları da vardı. Çevre köylerde yapılan fısıltılar bu mağaralarda gömü olduğuna dair düşünceler mağaraları köstebek yuvasına döndürmüştü. Define arayıcıları kazmadık yer bırakmayınca, güzelim doğal mağaralar tahrip edildi. Şuan bu mağaralarda eser yok, çoğu kapatıldı. Cibin’ de Elektrik 1972 yılında gelmiş.
Cibin nüfusunun büyük bölümü Ermeni olmakla birlikte az da olsa Müslüman komşularda vardı. Cibin’ de, 4 kiliseyi inşa eden Adur usta, 1807 de Halfeti’de Ulu Camiyi inşa etmişti. Tüm Komşuların Ermeni veya Müslüman olmaları hiç sorun teşkil etmezdi. Cibin’ de bağcılık ve fıstık üretimi çok yaygındı, bunun yanında buğday ve arpa da ekilirdi. Tüm komşularla hep beraber ayrı gayrı gütmeden yaşamlarını idame etmiştiler. Köyde Ermeni çocuklarının büyük çoğunluğu okurdu, Antep’te, kolejde okuyan öğrencileri vardı.
1915 yılında, Ermeni tehcir kararı çıktığında çok sevdiği köylerini terk etmenin çaresizliğini ilk kez yaşadılar. Çevre illerden Urfa merkezden katledilen Ermenilerle ilgili bilgiler geldikçe, Cibin’lileri de kara kara düşündürüyordu. İlk kez bu kadar çaresiz kaldılar, tehcir kararına karşı koyacak güçleri yoktu. Cibin’lilerin kimseye zararı yoktu, kendi hallerinde yaşayan insanlardı. Tek suçları Ermeni olmaktı. Alınan merkezi kararların kurbanı oldular. Tek ulus yaratıp, dağları taşları Türkleştirme serüveninin trajik öykülerinin başlandığı yıllardı. Köyde yolculuk hazırlıklarına başlanılmıştı. Halep’e gideceklerdi yol boyunca başlarına nelerin geleceğini tahmin etmeyeceklerinden, küçük kız çocuklarını güvendikleri Müslüman komşularına emanet ettiler. Ermenilerin Müslüman komşularla ilişkileri çok güzeldi, şimdi ise bu dar zamanda iyi komşuluk ilişkinin karşılığını alıyorlardı. Savunmasız kız çocuklarını gönül rahatlığı ile Müslüman komşuna teslim ediyorlardı. Komşular bu durumlarına ne kadar üzülse de onların da elinden bir şey gelmiyordu. Zira ellerinde Talat paşanın katı emri olan “Tehcir” kararı tebliğ edilmişti, kararın geri dönüşü yoktu.
Ermeni vatandaşlar, Cibin’i terk ettiklerinde yaklaşık 30 Ermeni kız çocuklarını Müslüman komşularına emanet etmiştiler. Talat Paşanın Tehcir kararı hızla uygulanıyor ve sıra Antep, Urfa derken Cibin köyüne kadar gelmişti. Cibin’ de yaklaşık 1500 kişilik kafile yola çıkmıştı. Bunların arasında Sebilciyan aileside mevcuttu. Bu ailede diğerleri gibi kız çocuklarını Müslüman komşuya bırakmıştı. Anne Maryam Sebilciyan, çocuklarını bırakmama konusunda çok diretti ama yapacak bir şey yoktu. Maryam 4 çocuğundan, 6 yaşındaki Diruhi ile 2 yaşındaki Xatun’ı Cibin yetimhanesine teslim eder. Cibin kilise papazı Der Nerses Babayan’ın öncülüğünde, Suriye’ye doğru yola çıkarlar. Cibin’liler diğer kafilelere göre çok şanslıdırlar. Büyük çoğunluğu sağ-salim Halep’in Davudiye mahallesine yerleşirler.
Baba Nerses Sebilciyan 5 yıl sonra hayata gözlerini yumar. Anne Maryam ise hayatın tüm zorluklarını göğüsler. Cibin’ de bıraktığı en küçük çocuğu olan Xatun’ ın ismini sayıklaya sayıklaya 1947 yılında vefat eder. Antep yetimhanesine getirilen diğer kızlardan Diruhi ise 1946 yılında Sahak Der Gazaryan’la evlenip Ermenistan’a göçer. Burada iki erkek çocuğu ile Hıripşime adlı kız çocukları olur.
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nden sonra Maryam Sebilciyan ile birkaç aile bıraktıkları çocuklarını almak için Cibin’e gelirler. Yetimhaneye geldiklerinde Xatun’ ın olmadığını kaçırıldığını söylerler. Tekrardan bir şok yaşayan aile İstanbul Patrikhaneye başvuruda bulunur. Daha sonra öğrenirler ki kızı Xatun, Mustafa Kemal Paşa’nın yanında olduğunu, ismini de Sabiha Gökçen yaptıklarını öğrenir. Sebilyan ailesi 1921’de Suriye’ye geri döner.
Maryam’ ın Halep’teki yeğeni Abraham Garebedyan, 1955 yılında Türkiye’ye gelir. Araya sora izini bulur. Xatun’ la, yani Sabiha Gökçen ile evinde görüşürler. Sebilciyan ailesinin durumu ve akıbetleri ile ilgili saatlerce sohbet ederler. Birlikte fotoğraf çektirirler. Sabiha ona yüklü para verdikten sonra ayrılırlar. Abraham Halep’e dönünce kendine 2 adet biçerdöver satın alıp çiftçiliğe başlar.
Ermenistan’da bulunan Diruhi’nin kızı Hıripşime zaman zaman kaçak işçi olarak Türkiye’ye gelip hasta bakıcılığı yapmaktadır. Hıripşime, ailesinin başına nelerin geldiğine dair bilgi sahibidir. Sabiha-Xatun 3 Mart 2001 tarihinde 88 yaşında iken vefat eder. Hıripşime, 29.01.2004 tarihinde Diran Lokmagözyan’a ses kaydına alınma sureti ile şunları anlatır:
“Sabiha Gökçen teyzemdir. Biz aslen Antepliyiz. Kökümüz Sebilciyan ailesidir. Ailenin babası Nerses, annesi Maryam Sebilciyan’dır. Nerses 1915 olaylarında vefat etmiştir. Maryam-Nerses çiftinin 6 çocuğu vardı. Kızları Diruhi, yani benim annem. Diğeri Xatun yani benim teyzem. İşte o Xatun, Sabiha Gökçen’in ta kendisidir. Yani benim teyzemdir. Erkek kardeşleri yani benim dayılarım olan adları ise, Sarkis, Bağos, Hacik ve Hayhonnes Sebilciyandır.
Annem Diruhi ile teyzem Xatun, Cibin yetimhanesinde idiler. O dönem Atatürk geldiğinde Xatun’ı görünce, bakmış sevimli bir çocuk, yaverine demiş ki, “bunu buradan alalım, kızım olsun” deyince Xatun’ un kolundan tutmuşlar. Teyzem gitmek istememiş, ağlıya ağlaya gitmiş. Annemde ardından ağlamıştı çaresizce… Biz 1946 yılında Suriye’den Erivan’a göç ettik. Büyükannem ve dayılarım Suriye’de kaldı. Yıllar sonra dayım oğlu Xatun’un izini bulmuş. Görüşmüşler, kendisine para-altın vermiş. Onunla işini geliştirmişti… Xatun’u tüm resmi makamlara başvurduk, gazetelere ilan verdik hiçbir cevap alamadık ama bir yetkili dayıma şunu söylemişti, “Sabiha Atatürk’ün kızıdır. Durumuda çok iyidir. Fazla kurcalamayın, Ermeni olduğunu ispat ederseniz kadının başını yersiniz. Kendisine zarar verirsiniz. Rahat bırakın kadını” demesi haksız değildi. Bizde sustuk…”
Bu bilgiler 6 Şubat 2004 tarihinde Agos gazetesinde, “Sabiha-Hatun’un sırrı” manşeti ile yayınlandığında, hükümete bağlı havuz medyası konuyu yalanlama kampanyası başlattı. “Atatürk’ün manevi kızına ve Türk kadınına hakaret” edildiğine dair yayınlar yapılarak, Agos gazetesine ve gazeteci-yazar Hrant Dink’e yönelik hedef gösterici yayınlar yapıldı.
Türk Hava Kurumu’ndan yapılan yazılı bir açıklamada, bu iddiaların Sabiha Gökçen hayatta iken yapılmayışı ve kendisine cevap hakkı tanınmayışı eleştirildi ve bu durumun kasıtlı olduğu ileri sürüldü.
Atatürk'ün diğer manevi kızı Ülkü Adatepe, ilk evliliğini Sabiha Gökçen'in amcasının oğlu olan Üsteğmen Fethi Doğançay ile yapmıştı. Ülkü Adatepe, son eşi Öke Adatepe ve Gökçen'i yakından tanıyan gazeteci yazar Orhan Karaveli ile birlikte, Gökçen hakkındaki Ermenilik iddiaları üzerine bir basın toplantısı düzenledi. Bu toplantıda Sabiha Gökçen için kendileri tarafından hazırlanan soy ağacı basın mensuplarına dağıtılarak iddialar yalanlandı!
Eski maliye bakanlarından Vural Arıkan’ın eşi Nevin Arıkan, babasının Sabiha Gökçen ile kardeş torunları olduğunu belirterek, Sabiha Gökçen'in Ermeni değil Boşnak asıllı olduğunu ifade etmiştir. Sabiha Gökçen'in manevi kızı Sabiha Özogan da Sabiha Gökçen'in annesi Hayriye Hanım'ın Saraybosna doğumlu olduğuna işaret ederek, Boşnak köken iddiasını desteklemiştir!
Genelkurmay Başkanlığı’nın Sabiha Gökçen haberi açıklaması
Sabiha Gökçen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk kadın savaş pilotu olarak Türk havacılığının onursal bir ismidir. Sabiha Gökçen aynı zamanda Atatürk’ün Türk kadınının Türk toplumu içinde bulunmasını istediği yeri gösteren değerli ve akılcı bir semboldür. Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun, tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır.
Bir iddiayı, milli duygu ve değerleri de kötüye kullanarak, bu şekilde yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmesini kabul etmek mümkün değildir. Burada asıl önemli olan husus, yapılan bu haber ile neyin amaçlandığıdır. Son zamanlarda, Türk medyasının bir bölümünde, Atatürk milliyetçiliğine ve ulus-devlet yapısına karşı sürdürülen haksız ve temelsiz eleştiriler yanında, Atatürk milliyetçiliği yerini almak üzere sağlıklı olmayan ve tehlikeli düşüncelere, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ve sorumsuzca yer verildiği kaygı ile izlenmektedir.
Ulusal birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı, Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir.
Türk milletinin birlik ve beraberliğine, layık olduğu toplumsal barışa, Atatürk’ün manevi varlığına ve düşünce sistemine, Türk milletine yakışır sağduyu içerisinde sahip çıkmanın ve savunmanın, TSK yanında, her Türk vatandaşına ve bütün kurumlarına düşen açık ve seçik bir görev olduğu ortadadır.
Bu kapsamda Türk medyasının Atatürk’ün manevi varlığına, düşünce sistemine, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilke ve değerlerine, Türk milletinin birlik ve beraberliğine, daha duyarlı olması ve yayım ilkelerini bu düşünceler ışığında gözden geçirmesi de ulusça beklenmektedir.
22 Şubat 2004
1915 Tehcirinde, Cibin’ de bırakılan 30 Ermeni kız çocuklarından en şanslısı Xatun Sebilciyan’dır. Diğer 29 kız çocukları Müslüman ailelere verildiğinde yıllarca besleme kod adları ile büyütüldüler. Ergen yaşlarda kocaya verildi. Kocasına karşı hep boynu büküktü. Sıkıntı zamanlarda içini dökecek Annesi, Teyzesi, Ablası ve Abisi yoktu. Evlilikleri evin hanımından ziyade ezik, sığınma ve acınacak hallerde idiler. Ölüm belki kurtuluşlarıydı, mutlu olan yoktu. Yaşamları çekilir gibi değildi. Koca baskısı kaynana dırdırı, hayat denen zorlu yaşamın üstesinden gelmeye çalışılıyordu, zaten başka da seçenek yoktu. Zaman ilerliyordu, çocukları oldu. Bu sayede hayata tutundular. Kendileri annesiz büyüdüler, çocuklar asla annesiz kalmamalı diye düşündüler gizli gizli. Cibin’ de Ermeniler göçmüştü ama bıraktıkları kız çocukları sayesinde yüzlerce aileler oluştu. Anne Ermeni, Baba Türkmen veya Kürt gibi melez nesiller yetişti. Yok edilmeye çalışılan bir halkın yine kendi küllerinden nasıl yeşerdiğinin de bir belgesidir.
Cibin’ de bırakılan 30 kız çocuğundan en şanslısının Xatun olduğunu belirtmiştik. Onun eğitimi, sağlığı ve barınması bu ülkenin paşası sorumluğunu almıştı. O dönem Atatürk’ün yanına aldığı 5 manevi çocuğu daha vardı. Bana göre doğru olan yapılmıştır. Her imkanı olan kimsesiz çocuklara kucak açılması elbet taktire şayandır. Şu da bir gerçek ki, o çocukları yetim bırakan başta Talat Paşa ile İttihat ve Terakkinin ırkçı zihniyetidir. Bu zihniyetin vicdanlarda yargılanması gerekirken, maalesef Cumhuriyet döneminde de bu zihniyetin devlet içerisinde sahiplenilmesi neticesinde toplumda kamplaşmalara yol açtı. Nitekim Sabiha Gökçen’in hayat hikâyesi basına yansıyınca, resmi kurumların ve ona bağlı basın-yayıncıların ani refleksleri bu kamplaşmanın versiyonudur. Velev ki, Sabiha Türk’tür, peki geriye kalan 29 kızların hayat hikâyelerine ne diyorsunuz?
Tehcire uğrayan Cibin’liler, önce Suriye’ye sonra Beyrut, Avrupa, Amerika ve Ermenistan’a kadar yayıldılar. Avrupa’ya gidenlerin çoğü Belçika’da kaldı. Ermenistan’a gidenler, özellikle Sebilciyan ailesi, Cibin’ de bırakılan çocukların isimlerini kimin kızı olduğunu anne ve babalarının isimlerini kayıt etmiştiler ve bu kayıt hem yazılı olarak hem de sözlü olarak nesilden nesile aktarılıyordu. Hiçbir zaman Cibin’i unutmadılar. Ailelerden bazıları, kaçak olarak Türkiye’ye geliyor, çocuklarının akıbetini araştırıyorlardı. Bu araştırma çerçevesinde 2019 yılında ikinci kuşak olan bir grup Cibinli torunlar, pasaportla Türkiye’ye gelerek, oradan direk Cibin’e gelerek ellerindeki isim ve adreslerle Cibin belgeselini hazırladılar. Yıllardır öykülerini dinlediği akrabalarının isimlerini tek tek teyit edip kaydediyorlardı. Bu çalışmaya göre tespit ettikleri isimler şöyle: Meryem’in ismi olmuş Fatma. Satenik Krikoryan ismi olmuş Fidan. Zağik, İsak Xıdır’ la evli. Hehsa, Cedo ile evli. Maryam, Verto ile evlenmiş. Anahit Krikoryan, Necip ile evli. Angig, Recep, Aziz ve Şakir’in annesi. Kirkor Axa, Halep’te vefat etmiş. Bunlar gibi yüzlerce bilgileri sözlü tarih çalışmaları yerinde yapılarak kayıt altına alınmış olup, bu kayıtlara, YoutubecomCibin sitesinden 5 bölümden oluşan belgesele isteyen bakabilir.
Cemal Babaoğlu
Kaynak:
Agos Gazetesi
Wikipedia
Youtubecomcibin
Hurriyet gazetesi 21.02.2004 tarihli
Sabah Gazetesi/Nazlı Ilıcak’ın 20 Ocak 2008 tarihli köşe yazısı