MÜBADELE DÖNEMİ
1923 yılında Lozan Barış Antlaşmasından sonra, Türkiye ile Yunanistan arasında bir sözleşme imzalanır. Din esasına dayalı bir karşılıklı zorunlu mübadele ile göçe tabi tutulmanın esasları maddelerle belirtilmiş.
19 maddeden oluşan bu anlaşmaya göre, İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayanlar ile Yunanistan’da yaşayan Batı Trakya Türkleri bu anlaşmadan muaf tutuldular.
Geri kalanların tamamı mübadeleye tabi oldular.
Bu anlaşmada, Türkiye’de ikamet eden Ata toprağı olan yerlerden koparılarak, sırf Müslüman değil diye hiç gitmediği, komşusu, akrabası dahi bulunmayan Yunanistan’a gönderildiler. Bu mübadelede 1 milyon 200 bin Hristiyan, Ortodoks ve Rum Anadolu’nun bağrından koparılıp, Yunanistan’a gönderilir.
Yunanistan’dan 750 bin cıvarında “Müslüman“ Türkiye’ye getirilir. Mübadele kapsamına giren ırk veya dil değil, sadece Dindir. Yunanistan’a, Rum, Ortodoks ve Hristiyan diye gönderilen kişiler Türkçeden başka dil bilmiyorlardı. Türkiye’ye de gönderilenler, Türkçe bilmeyen çoğu Drama, Kavala, Karacaova, Kasriye’den gelen Bulgarca ve Makedonca konuşan Pomaklar, Rumence konuşan Ulahlar, Yunanca konuşan Patriyotlar ve kendi dillerinde konuşan Arnavutlar’ da bulunuyordu. Mübadeleden gelenler, Adana, Balıkesir, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Edirne, İzmir, İstanbul, Manisa, Mersin ve Samsun illerine yerleştirildiler. Mübadele 1924 yılında başlamış, 1930 yılına kadar devam etmişti.
Mübadeleye tabi olanlara mübadil denilmiş. Yıllarca boynu bükük hayata tutunmaya çalışmışlar. Her iki tarafta dil bilmez, yol yordam bilmez. Farklı kültürlerin, gelenek ve göreneklerin ortasında, deyim yerindeyse kalabalıklarda yapayalnız kalmıştılar. Sorsan,” mübadele büyük bir başarıyla gerçekleşti” derler. İktidar böyle bir şey; sevgisiz güç, ben dedim ve yaptım anlayışı. Ya mübadeleye uğrayanın görüşleri, çektiği sıkıntıları, komşuları, çocukluk arkadaşları, mahallesinde oynadığı oyunlarını soran bir Allah’ın kulu yoktu. Ayrılırken bir vedalaşma söyleşide bu sözler yürekleri yakar:
“Komşu, bu ekinlerin başak verdiğini sen göreceksin, galiba görmek bana kısmet olmayacak.”
Bu ayrılık kokan sözler, yıllar sonra babadan çocuğuna geçen göçerlerin hazin sözlerinden. Aylar, yıllar birbirini kovalayarak geçen koca 90 yıllık süreçte, mübadillerle ilgili onlarca röportaj yapılır, sonra kitaplara dökülür. Masa başında alınan kararlar kamu vicdanında yargılanır. Ortaya cevapsız bir soru çıkar, “Değer miydi, bir ırkın üstünlüğü safsatasına, kurban edilen milyonlarca yurttaş?” 90 yılda geçse soruyoruz, kazandınız mı?
İnsanın fıtratında var, yaşadıkları o acıları sorgulamayı. Kuraldır, ana vatanlarından sökülüp atılmanın sebebi neydi? Ne suç işlemişlerdi? 90 yıl sonra, İskender Özsoy adlı yazar, düşer mübadillerin peşine. Yunanistan’ da 61, Türkiye’de 72 mübadilin çocukları ile görüşülür. Anlatırlar, ayrılık öyküsünü, anlatırken sanki bugün yaşanmış gibi bu yaşananlar capcanlı hafızalara kaydedilmişti. Yapılan röportajlar gazetelerde yayınlanır, sonra kitaplaşır.
Bu röportajlarda gösteriyor ki, aradan 90 yıl geçmesine rağmen mübadelenin insanlarda yarattığı tahribatları gözler önüne seriyor. Masa başlarında alınan kararların, sahada hiçbir karşılığının olmaması neticesinde ortaya çıkan kırık kalpler, hüzünlü yaşamlar. “Zorunlu İskân” kanunları gibi “zorunlu mübadele” için kanun çıkmış denilerek, işinde-gücünde, okulunda olanların kapısına dayanarak, kurulan komisyonlar aracılığı ile taşınır mallar tespiti yapılıyor. Bu tespit edilen malların karşılığında gidecekleri yerlerin hükümetleri tarafından kendilerine verilecek sözü sadece onları yatıştırmaktan başka bir şey olmadığı gittiklerinde öğrendiler. Sanki sorun sadece eşyamı? Ya bin yılık komşuluk, büyüdükleri mahalle, tanıdıkların olmayışından kaynaklı o tarifi imkânsız boşlukları kim nasıl dolduracak? Bin yıllık kültürümüz, yaşam tarzımız toplumsal alışkanlıklarımız, rızaları alınmadan, zorla göç ettirilme politikaları, milyonu aşan kişilere yüz yıldır mağdurluk yaşatmak, “homojen” bir toplum yaratma adına acılar yaşatmak, onlar boyunları bükük, hüznün çocuklarıydılar. Hep bir eksiklik vardı hayatlarında. Mübadele çocuklarının hepsi hüzün çocuklarıydı. En önemli varlıkları “Ana’ları yani anavatanları yoktu. Hüzünleri ve öksüz oluşları ondandır. “Ana’larını kaybetmişlerdi, ellerinde olmadan. (Mübadelenin Öksüz Çocukları- sf. 30- )
Mübadillere uzun yıllar topraklarını ziyaret etmelerine müsaade edilmedi. Birinci kuşak, memleket hasreti ile bu dünyadan sessiz sedasız göç ettiğinde kimse seslerini duymadı, çığlıklar kendi odalarında yankılanıyordu. İlk kez 2000 yılında müsaade edildi. Ata toprağını ziyaret ettiler. 2001 yılında, Lozan Mübadilleri Vakfı” kurulunca daha bir derli toplu ziyaretler gerçekleşir. Aynı tarihlerde Yunanistan’da, “Küçük Asyalılar Derneği” kurularak, müdahillerin dayanışmaları sağlanmış. İstanbul ve İzmir’den ata toprağı Yunanistan’a gidenler, bu derneğin refakatleri ve dayanışmaları ile mübadiller arasında sıcak dostluklar kurulmaya başlanır. Her yıl bahar aylarında karşılıklı ziyaretler yapılır.
Mübadiller, ırkçı politikaların kurbanı oldular. Bu akıl ve mantık dışı politikalar milyonların geleceğini kararttı. 1923 yılının talihsiz kararların acı sonuçları, karşılıklı buluşmalarda hasret giderirken, eminim ki, bu çılgın kararlar alanları da, öfkeyle kınarken, Türk ve Yunan mübadilleri bu insanlık dışı kararları alanları da her platformda teşhir etme ve bir daha asla bu yola başvurmamasının da çağrıları yapılıyordu. (Lozanmubadilleri)
Cemal Babaoğlu
Kaynak:
Mübadelenin Öksüz Çocukları- İskender Özsoy- Bağlam yayıncılık
Lozanmubadilleri
wikipedia