SIDIKA-2
Sıdıka'nın kendine gelmesi, normal yaşantısını sürdürmesi ve hayata tutunması aylar sürer. Normal yaşantısına dönse de olayın etkisi sürer. Bu günkü şartlarda olsaydık psikolojik tedavi görmesi gerekirdi ama 1915 koşullarında kimin umurunda… Sıdıka, aylar sonra kendine gelir. Kendi emeğiyle kimseye yük olmadan ayakta durabilme, hayata tutunabilme yönünde çabaları artar. Kaldığı evin kadınları ile birlikte tarlaya gider. Gün boyu tarlada çalışarak acılarının dinmesini, zamanın geçmesini sağlar. Ev işleri, hayvan bakımı gibi her işi yapar. Bu arada Sıdıka'nın güzelliği de köyde dilden dile dolaşır. Bunun farkında olan köy meclisi toplanır. Sıdıka'nın başına gelenler anlatılır. Buraya kadar sahip çıkıldı, bundan sonra Sıdıka'nın bir evi yuvası olsun düşünceleri de hem fikirlilik sağlayınca ihtiyar meclisinden Remzan dayı söz alarak, “Sıdıka'yı bizim Rıza'ya isteyelim. Eşi de bu aralar rahatsızdır. Ben bunu uygun görüyorum” deyince mecliste onaylayınca kadınlara bildirilir.
Kadınlar, köy meclisinde alınan kararı Sıdıka’ya iletirler. “Siz nasıl uygun görüyorsanız öyle olsun” dedikten sonra devam eder. “Yalnız düğün-mügün istemem” diyerek sözünü bitirir. Kolu kanadı kırılmış Sıdıka'nın “istemem” diye bir lüksü ve de seçeneği yoktu. Sıdıka için en doğru olan buydu. Boyunsuz köyü'nün sakinleri ve Karageçili aşiretin insanları, Mircan köyüne yönelik yapılan bu vahşi saldırı karşısında çok üzülüyorlardı. Ellerinden gelen dayanışmayı esirgemiyorlardı. Lakin gözü dönmüş İttihatçı çeteleri durdurma gibi güçleri de yoktu. Ellerinden gelen insani yardım ve dayanışmasını sağlıyorlardı.
Sıdıka'nın ricası kabul gördü. Bu yaşanan acılar üzerine düğün olamazdı. 1915'in sonbaharında düğünsüz evlilik hazırlığı başladı. Evlilik gününde tüm köy ve akrabalara bir yemek ziyafeti düzenlendi. Öğlende yemeğini yiyen cemaatin damat tarafından kadınlar Sıdıka'yı alıp bir atın üzerine bindirerek önce köyün etrafını gezdirirler. Davetliler ve köy halkı sadece seyretmekle kalırlar. Sıdıka'nın acısını yüreklerinde hissettiklerinden, hiç kimse alkış dahi çalmadılar. Bu Sıdıka’ya olan saygının bir gereğiydi. Bir süre at üzerinde gezdirilen Sıdıka’yı yavaş yavaş koca evine doğru yol alırlar. Atı Karakeçili Rıza'nın evinin önünde durdurup, Sıdıka'nın at üzerinden inmesine yardım edilerek kadınlar eşliğinde eve konulur. Orada hazırladığı odasına bırakılır. Kadınlar Sıdıka ile vedalaştıktan sonra herkes evine gider.
Sıdıka, odanın bir köşesine yumulmuş vaziyette kocasını bekler. Bir müddet sonra Rıza içeri girince Sıdıka ayağa kalkar. Başı önünde yere bakar vaziyette durur. Rıza, Sıdıka’nın başörtüsünü açar, alnından öper. Kürtçe evine hoş geldin der. Sıdıka’da Ermenice cevap verir. Her ikisi de birbirinin dilinden anlamıyordu ama ikisinin de birbirlerine güzel dileklerde bulunduklarını hissediyorlardı. Sonbahar olmasına rağmen hava sıcaktı. Bir süre gökyüzünü seyrettiler. Ay’ın şavkı odalarını aydınlatırken, Sıdıka ile Rıza'nın yerine yıldızlar dans ediyordu. Doğanın ilahi kanunları yürürlükteydi. Yıkılan ocakların küllerinden yeni ocaklar, yeni yaşamlar inşa ediliyordu. Sıdıka, evine adapte olmaya gayret ediyordu. Eve kuma gelmişti ama evin ilk hanımı da çok görmüş geçirmiş biri olarak aralarında asla kuma-gelin ilişkisi oluşmadı. Birer abla kardeş gibi geçindiler. Zaten hasta idi evin bütün ağır işlerini Sıdıka yapıyordu.
Burada tarlaya ve hayvana bakma işi yoktu. O işleri tuttukları işçilere yaptırıyorlar. Sıdıka bazen işçilere çay yapar; hal hatırlarını sorardı. Evde tamamen Kürtçe konuşulduğu için, Sıdıka’da kısa sürede Kürtçeyi öğrenmeyi başarıyordu. Evliliğin 6. ayında Rıza'nın ilk hanımı vefat eder. Sıdıka’ da sanki ablası ölmüş gibi üzülür. Çok memnundu kendisinden. 6 ay boyunca ağzından en ufak bir kırıcı söz duymamıştı. İnsan bu kadar mı mütevazi, hoşgörülü olur. Bu konuda Sıdıka şanslıydı. Birlikte güzel günleri oldu. Ardından bildiği Hıristiyan inancına göre dualar eder.
Rıza'nın üç Köyü vardı. Bazen yanına Sıdıka'yı alıp, bu köyleri gezdirirdi. Tarlasında çalışan işçileri kontrol ederdi. Sıdıka'nın tarım konusunda bilgi ve tecrübesi vardı. Bu tecrübelerini kocasına aktarıyordu. Rıza, hayretler içerisinde eşi Sıdıka'yı dinlerdi. Verimli ve daha fazla ürün almak için Sıdıka'nın önerisini uyguluyordu. Hasat zamanı geldiğinde, diğer komşu köylere nazaran daha fazla ürün elde ediyordu. Haliyle daha fazla kazanıyordu.
Bu durumu fark eden komşu köylerdeki toprak ağaları, Rıza'nın sahip olduğu toprakların daha verimli olduğunu, kendi arazileri ise çoraklaştığını düşünüyorlardı. Verimde kalite rekoltesinin düşüklüğünün nedenini toprağında ararlar. Onun için Rıza'nın elindeki arazilerin bir kısmını almanın planını yaparlar.
Mezopotamya, uygarlığı ile anılan kadim bir coğrafyadır. Aynı zamanda yiğitliğin ve ihanetin iç içe yaşadığı bir bölgedir. Burada kuralları güçlüler koyar. Zayıfa yaşam şansı verilmez. Bölgenin güçlü ağalarından Perçin Ağa haber salmış Rıza'ya, “Titriş’deki araziyi almak istediğini ve ne kadar istediğini” sorunca, “yok” demiş Rıza. “Biz de kimseye verecek arazimiz yok” diyerek kesip atmış. Rıza'nın İçine kurt düşer. Pirelenir bu tekliften. Perçin Ağayı çok iyi tanıyordu. Satın alma teklifi bir zarf atma taktiğidir. Arazilere el koymanın fırsatını kollamaya çalışır. “Perçin Ağa, ben sana bu fırsatı verir miyim” diye düşündü içinden. Ve bu beladan nasıl kurtulacağını da düşündü. Perçin Ağa'nın Teşkilat-ı Mahsusa’ ya çalıştığını, Mircan köyünün baskının da sırf talan için katıldığını biliyordu.
Vakit geçirmeden, Karageçili aşiretini topladı. Perçin Ağa arazilerimizde gözü olduğunu, bir fırsatını bulsa her şeyimizi talan edeceğini söyledikten sonra ekledi; “Arazimiz namusumuzdur” dedi. O gün gecenin ilerleyen saatlerine kadar kendi aralarında tartıştılar. Ne yapacaklarını, bu belayı nasıl def edeceklerini konuşup, bir karara vardılar. Sabah gün ağardığında, Rıza ile birlikte 10 kişi atlarına binip Yaylak Karakolu'na gelirler. Komutana kaygılarını anlatırken, “Komutan bey, umarım Perçin Ağa ile bir diyaloğunuz yoktur. Perçin Ağa kime güveniyor da benim arazileri mi istiyor?” deyince komutan da şöyle cevap verir; “Osmanlı Devleti herkesi kucaklar, birini destekleyip diğerini karşısına almaz. Biz ki 7 Cihan'a hükmetmişsek bu adaletimiz sayesindedir! Tasalanma Devletimiz çok güçlüdür. Hele bir girişim yapsın, tepelerine bineriz” dedi.
10 kişilik heyet içerisinde komutanın sözlerine değer biçip, içlerinin ferah olacağına inanmak istediler. Rıza ise bu sözlere hiç İtimat etmedi. Güvenmiyordu bu komutana ama, “beklemekte fayda var” deyip temkinli olmayı tercih etti. Bir hafta gibi bir süre geçti. Hiç kimseden ses seda yoktu. Tam durum iyi, belki komutan kulaklarını çekmiştir düşüncesi oluşmaya başladığı bir günde köylülerden biri hızla hem koşuyor hem de bağırıyordu; “Rıza… Rıza… Titriş yanıyor!” Rıza, bu sesi duyunca dışarı fırlar. “Ne oldu Seydo” “Titriş’te, Rıza Ağa'nın ekinleri ateşe verilmiş.” Gürültüyü duyan köylüler de dışarı çıkar, durumu öğrenince derhal atların yanına giderek hızla Titriş’e doğru giderler. Köye yaklaştıkça, gökyüzünü kaplayan dumanlara bakılırsa yangının boyutu ortaya çıkıyordu. Yangını duyan köyden ve çevreden hızla yangını söndürmek için, kazma küreklerle yangın yerine geldiler. Küreklerle ark yapılarak yangının ilerlemesini engellemeye çalıştılar. Gökyüzünü saran karadumanlar da göz gözü görmez olmuştu. Uzun uğraşlardan sonra yangın kontrol altına alınabildi. Tüm çevre köylüleri seferberlik içinde yangını söndürme çabaları sürerken, ortalıkta karakol askerlerinin olmayışı Rıza'nın gözünden kaçmamıştı.
Silah arama, kanun kaçağı arama bahanesiyle bazen yüzlerce askerini aynı anda Köyü sarmalarına Rıza tanık olmuştu. Bugün ise, tam işe yarayacakken askerin ortalıkta görünmeyişi manidardı. Gün boyu yangını söndürme çabalarında yorgun argın düşen köylüler, evlerine çekilip dinlenirler. Ertesi gün, Karakeçili aşiretin ileri gelenleri köy odasında toplanırlar. Rıza da gelince konuya geçilir. Ekinleri kimlerin ateşe verdiğini herkes tahmin ediyordu. Akıllarınca bu yangınla Rıza'yı korkutup, arazilerini satmaya ikna olacaktı. Bilmiyorlar ki, bu yangınla aslında Rıza'nın kini ve nefreti bin misli arttı. “Arazinin bin misli değerinden fazla verseler de asla satmam” diyordu Rıza. Zaten satılmasını da kimse istemiyordu. Ama biliyorlardı ki, Perçin Ağa bu yangından sonra ikinci bir hamle daha yapacak; bununla yetinmeyecekti. Köy odasında herkes bir öneri sunuyordu. Önerilerin özeti; “Perçin Ağa, ikinci hamleye geçmeden biz baskın yapalım. Karakeçililerin ekinlerini yakmak nasılmış gösterelim” diyorlardı.
Rıza, tüm önerileri aldıktan sonra, sadece “Benden haber bekleyin” dedi. Tüm köylüler, Rıza'nın bir bildiği var diye düşünerek çoğu evine dağılır. Sadece odada 3 kişi kalır. Rıza düşündüğü planı bunlara aktarır. “Perçin Ağayı iyi tanıyorum, eminim hemen gelmemizi bekliyor. Tuzak hazırladığını biliyorum. Biz acele etmeyeceğiz. O beklesin; bakalım ne kadar bekleyecek.” Yanında duran Selo’ ya görev verir, “Sen Yaylak’a git, yeğenlerinden birini Perçin'in köyüne gönder. Bir hafta kalsın orada. Köyü kolaçan etsin. Perçin ve adamları ne yapıyor bize bilgi toplasın” dedi.
Yaylak'ta oturan Selo'nun yeğeni Çerçilik yapmaktadır. Günde bir köye gider, gerek görürse gittiği köyde bir hafta kalır. Çevre köylerde tanınan ve sevilen bir kişidir. Selo, sabah erkenden atına binip Yaylak’ın yolunu tutar. Yeğeninin evine gider. Oturup çay içtikten sonra durumu ve yapacağı vazifeyi yeğeninin anlayacağı şekilde anlatır. Hatta vazifesini kendisine ezberletilir. Selo, yeğeninin yapacağı işi kavradığından emin olduktan sonra gerisin geri Boyunsuz’a döner. Rıza'ya görevlendirmenin yapıldığını söyler.
10 günlük bir sessizliğin ardından, Selo'nun yeğeni olan Çerçi, Boyunsuz köyüne gelir. Direk dayısının evine gider. Selo, evde çocukları ile birlikte oturuyordu. Yeğeninin geldiğini görünce ayakta karşılar. Diğer odaya yeğenini alır. Oğluna da Rıza'yı çağırmasını söyler. Bir müddet sonra Rıza gelir. Çerçi 10 gün boyunca yaptığı gözlemi ve istihbaratı anlatır. Çıkarılan yangının ilk gününde köyün etrafında sabahlara kadar pusu kurulduğunu, şimdi ise karanlık çökünce herkesin evine çekildiğini, Perçin ağa da, kendi evinde kalmayıp marabalarından birini kendi evine almış. Kendisi de bu marabanın evinde kaldığını belirttikten sonra, Perçin ağanın kaldığı evin tarifini verir. Rıza, Çerçi’ ye biraz para verip, teşekkür eder.
Akşam olunca Rıza, Karakeçi aşiretinden önceden belirlediği 10 kişiye haber salar. Gelip odada toplanırlar. Baskın planlarını anlatırken, içlerinden biri “Biz baskın yapmadan önce, şehre gidip hükümete dava dilekçesi verip Perçin Ağa hakkında davacı olsak onu tutukluya biliriz” demesi görüşü kabul görmedi. Rıza, “Emmioğlu bugün köyümüzün yakılması tam15 gün oldu. Ne yangın esnasında ne de sonrasında yanımıza gelen bir asker gördün mü? Şehre gidip dava dilekçesini versek bile onlarda Yaylak komutanına havale ederler. Bu komutan, Perçin Ağa ile irtibatlıdır. Zaten sorun da burada. Perçin Ağa'da gücünü, cesaretini buradan alıyor. Biz kendi savunmamızı kendimiz oluşturmazsak, kendi göbeğimizi kesmezsek; adamlar bizi bir ekmeğe muhtaç eder” dedi. Odada bulunanların tamamı Rıza'nın dediğini onaylayınca “O halde hazırlanın, baskın basanındır. Gazanız mübarek ola” der.
Gece 01 sularında bu odada buluşmak üzere ayrılırlar. Rıza, son uyarıyı yaparak, “gelirken zulalarda ne kadar ağır silahlar varsa yanınıza almayı unutmayın” diyerek sıkı tembih eder. Bu son uyarıdan sonra dağılırlar. Rıza’ da eve geldiğinde kapıda Sıdıka'nın ürkek ve endişeli bakışları ile karşılaşır. Sıdıka, alınan kararları tahmin ediyordu. Rıza'nın elini tutarak seslenir; “korkuyorum Rıza. Benim senden başka kimsem yok. Kendini düşünmüyorsan beni düşün.” Der. “Hanım, bekleyelim bizi de mi öldürsünler. Adamlar malımıza ve canımıza kast ediyor. Benim anam ağlayacağına onlarınki ağlasın” Rıza'nın bu sözleri karşısında kendi köylerine yapılan baskın gözlerinin önünde film şeridi gibi geldi. Katledilenlerin çığlığı, feryadı hafızasında capcanlı duruyordu. “Haklısın yiğidim, başımızdaki bu belayı def et. Ayakta kalmanın onurluca yaşamanın faturası ağır da olsa, yaşamak için çatışmaktan başka yol bırakmadılar. İznin olursa ben de geleyim” deyince Rıza buna izin vermez.
Beklenen vakit gelmişti. Rıza, zulasından çıkardığı uzun menzilli ağır silahını ve taşıyabileceği kadar mermisini yanına alarak eşiyle vedalaşır. Atına biner köy meydanına doğru gider. Diğer 9 akrabalarının geldiğini görür. Herkes baskın için hazırdı. Rıza, son talimatını verir; “kesinlikle kadın ve çocukların zarar görmemesine dikkat edeceksiniz. Ben kendime Rıza kadınları, çocukları vurdu dedirtmem” diyerek atlarına binerek Perçin ağanın bulunduğu köye giderler. Köye yaklaştıklarında atlarını bir ağaca bağladıktan sonra yaya olarak köye girerler. Önceden belirlediği Eve baskın yaparlar. Rıza'nın dediği gibi evin erkeği dışarıya çıkardıktan sonra kurşuna dizilir. Rıza’ da, Perçin Ağa'nın bulunduğu eve baskın yapar. Ev marabasına ait olduğu için, hiç önlem almadan rahat rahat uyuyordu. Rıza, onu evde yatarken teslim alır. Perçin ağa ve koruması etkisiz hale getirilir. O gece baskın planlandığı gibi işler. Hiç direnişle karşılaşmadan Perçin ağa ile birlikte 8 kişi öldürülür. Baskın başarılı bitince hızla köyü terk ederler. Atların yanına giderler. Bundan sonraki plan Fırat nehrini geçip, Adıyaman Nemrut Dağı'nda gizlenmeyi düşünmüşlerdi. Vakit kaybetmeden yönlerini Fırat'a çevirdiler. Daha 20 dakika yol almıştılar ki, ardından havaya sıkılan silah sesleri ile komutanın, “durun teslim olun” uyarısı ile karşılaştılar. Bu uyarı üzerine atları mahmuzlayıp hızlandılar. Ölümüne bir kaçış başladı. Ortalık tam bir can pazarına dönüştü.
(Devam edecek)
Cemal Babaoğlu