Edessa, Rıha ve Urfa isimleri ile özdeşlesen bu kadim şehir, 3 semavi dini bünyesinde barındırmış, uzun yıllar barış içersinde yaşamışlardır. Türkmen, Kürt, Arap, Süryani ve Ermeni halkları uzun yıllar iyi komşuluk içersinde birbirlerine saygıda kusur etmeden yaşamışlar. Bu halklar, İslam, Hristiyan ve Yahudi inançları ile iç içe yaşamış, Urfa’da Ezan ile Çan sesleri arasında, herkes kendi inancı doğrultusunda ibadetini ifa etmiştir. Bu saygı ve hoşgörü ortamı günümüze kadar anlatılır, hatta bir söz var, hala kulaklarımızda çınlıyor;
“Oğlum, Ramazan ayındayız, bu aylarda Müslümanlar oruç tutarlar, onun için sakın dışarıda yemek yiyerek saygısızlık yapmayasınız”
Hristiyan ve Yahudi inancına sahip olan Urfalılar, Ramazan ayında çocuklarını böyle tembih ediyorlardı. Mezopotamya uygarlığı diye örnek gösterilen, çok dilli ve çok farklı inanca sahip kişiler komşuluk ilişkilerinde kusur etmeyip, tüm insanlara örnek teşkil ediyorlardı. Asla birbirlerini dışlama veya küçük düşürücü sözlerin sarf edildiği ne işitildi nede duyuldu.
2. Abdülhamid döneminde baş gösteren Jön Türk hareketi, “Yeni Osmancılık” adı altında Türkçülük akımını geliştirmeye başladılar. İttihat ve terakki cemiyeti (İTC) çatısında örgütlenerek, ideolojilerini Türk-İslam! Çerçevesine oturtup, diğer Gayri Müslümleri hedef almaya başladılar. 1894- 96 yılları arasında gayri Müslümlere yönelik katliamlar baş gösterdi. 1909 yılında Adana Ermeni katliamı yaşandığında, Osmanlı yönetimi kendi içinde Modernleşme hamlesi gerçekleştirmekten bahsediyordu!
Bu süreçte Darülaceze’ye yetim çocukları getiriliyordu. Darülaceze’nin kuruluş amacı olan, dil ve din inancına bakılmaksızın kim olursa olsun, kimsesiz yetim çocukların ihtiyacını karşılamak olmasına rağmen buradaki Ermeni, Süryani ve Yahudi yetim çocuklara İslam dini öğretiliyordu. Cemal paşanın emri ile yetimhanelerde Türkçe öğretilmesi zorunlu hale getirilmişti. İTC, yönetimi olarak almış oldukları tehcir kararları tüm hızıyla uygulanıyordu. Bu uygulamadan Urfa halkları da nasibini alıyordu. Hamidiye Alayları şehir merkezi ile kırsal alanlara baskın yapılıyor, önceden tespit ettikleri evlere baskın yapılarak gözaltına alıyorlardı. Tutulanları Halep’e göndermek için yola çıkarıldıktan sonra, Asker geri çekilip bu kez üzerlerine çeteler saldırtıp, elleri bağlı savunmasız olan bu gayri Müslümler tek tek katlediliyordu. Bu çetelerin başında ise Çerkez Ahmet vardı.
İstanbul’da yakalanan Ermeni mebusu, avukat ve aynı zamanda gazeteci olan Krikor Zoryap, yargılanmak için Diyarbakır’a gönderilmek üzere yola çıkarılır. Zor şartlar altında geçen yolculukta Urfa’ya varırlar. Karaköpru çıkışında başlarında Çerkez Ahmet’in olduğu bir çete grubunun konvoyunun önü kesilmesi ile birlikte Osmanlı Askerleri olan Hamidiye Alaylarındaki görevli Askerler geri kaçarlar. Tutuklular arasında bulunan Krikor Zoryap ile Vartkes Serengulyan adlı iki mebusu alarak katlederler.
Her taşın altında çıkan, büyük bir imkana sahip olan bu Çerkez Ahmet denilen şahız kimdir, kimden destek almaktadır?
1908 yılında Osmanlı Subayı olan Çerkez Ahmet, 1909 yılında Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi’yi öldürerek adından söz ettirmişti. 1910’da Sadayı Millet gazetesi baş yazarı Ahmet Samim beyi, 1911 de ise muhalif Sehraş gazetesi başyazarı Zeki beyi öldürünce, Bakırköy baş komiseri tarafından suç ortağı Mustafa Nazım ile birlikte yakalanır. Hakim karşısına çıkan Çerkez Ahmet ve suç ortağı Mustafa Nazım, suçu sabit bulunarak 15 yıl hapis cezası alırlar.
Gayri Müslimlerle ilgili “Tehcir” kararı alan İttihatçılar, tetikçi arayışı çerçevesinde cezaevinde ağır ceza alanlarla irtibata geçilir. “Teşkilat-ı Mahsusa” adına çalışacakların suçu affedilir. Böylece Çerkez Ahmet ile Mustafa Nazım cezaevinden çıkar çıkmaz, Van’a gönderilir. Oradan Diyarbakır ve Urfa’da görev! Yapar. Verilen görev gereği, Tehcir için yola çıkarılan Ermeni kafilelerine baskın yapmak suretiyle katletmek. Çerkez Ahmet ve suç ortağı Mustafa Nazım ile birlikte kurduğu çetesi ile bu işi başarıyla sürdürür.
Osmanlı Askeri olan ve sadece bölgede kurulan Hamidiye Alayları, köylerde, kasabalarda ve şehirlerde topladıkları Ermenileri önce Urfa’ya getirilir, oradan Suriye’ye doğru yola çıkartılır.
Bu esir kurban güzergâhının bilgisi detayları ile Çerkez Ahmet’e bildirilir. Sabahın ilk ışıklarında yola çıkarılan Ermeni kafilelerinin arasında kız çocukları ayrılır. Acıdıklarından değil, hizmet etsin diye önce yetimhaneye oradan evlere beslemelik diye dağıtılır.
Geri kalanlar geri dönüşü olmayan yolculuğa çıkar. Birçokları Halep’ veya Deyr Zor’a gideceğinin hayalini kurar, bunları götüren subaylar bile öyle zan eder. Issız yollara girildiğinde subaya “Geri dön” emri verilir. Komutu alan emir erleri gerisin geriye dönerken, ölüm yolculuğundan habersiz kafile ise durmadan, “Su, su” diye sesleniyordu. Maalesef bu sesi duyacak kimse yoktu.
Bir müddet sonra Çerkez Ahmet ile eli kanlı çeteler konvoyun etrafını sararak eli kolu bağlanmış kurbanlarını acımasızca katlettiler. Mermi pahalı diyerek bıçak ve taşlarla kurbanlarını öldürüyorlardı.
Devam edecek...