Urfa Ermenileri başta olmak üzere tüm gayri Müslümler, 1915 yılının baharında kapsamlı bir imha ile karşı karşıya olduklarını anladıklarında nüfusun yarısından fazlasını kaybetmişlerdi.
Geriye kalanlar yönünü Germuş kasabasının kuzeyinde bulunan Kürtlerin, “Çiyeye Sirp Vanes” dedikleri, Ermeniler ise “Surp Hoyhannes Dağı’na” doğru direnişe geçerler.
Germuş kasabası Urfa’nın en kalabalık Ermeni köyüydü. Ev baskınlarından ve tutuklamalardan kurtulanlar, genci yaşlısı tüm Ermeniler burada soykırıma karşı mevzilenmeye başladılar. Germuş halkı elinden geldiği kadar lojistik destek sunuyordu.
Osmanlı ordusunda subay olan Urfalı Ermeniler, Ordusundan firar ederek Germuş’a geldiler. Bu subaylar eli silah tutanlara eğitim vermeye başladı. Surp Hoyhannes dağında savunma teknikleri geliştiriliyordu.
Bir yandan direniş örgütlenirken diğer yandan subaylar eşliğinde atış talimi yapılıyordu.
Bunu duyan Ermeni ve Süryani gençleri de gelip buradaki direniş hazırlıklarına katılıyorlardı.
Bu durumdan Osmanlı yetkilileri haber alınca, olası bir direniş başlamadan bir gece Surp Hoyhannes dağı Hamidiye Alayları tarafından kuşatıldı.
Çatışma çıktı, dağ yoğun bombardımana maruz kaldı. Gece yarısı çok az kişi kuşatmayı yararak kurtulmuştu ama büyük oranda fazla direniş gösteremeden öldürüldüler. Musa Dağında 40 gün direnenler, bu dağlarda kırk saat direnemediler.
Ne takviye gelme şansları nede Osmanlının kahreden top atışlarına direnecek güçleri yoktu. Sabah gün ağardığında, Germuş meydanında bulunan kilisenin önünde tüm halkı toplayıp Urfa istikametine doğru yola çıkarıldıkları bilgisinin dışında bir daha Germuş’lulardan haber alınamadı.
1915 katliamı sonrası, Germuş Kasabası tamamen boşaltılıyor.
Kuzeyden Harran Ovası’na bakan yemyeşil görüntüsüyle, çok sayıda ve çeşitli meyve ağaçları, bahçeleri ile adeta bir vaha durumunda olan, dağdan gelen suyun mükemmel bir şehircilik harikası olarak tüm evlere dağıtılabildiği su şebekesi ve mimarisi mükemmel taş evleri ile ünlü olan Germuş sessizliğe bürünmüştü.
Ermeniler adına ne varsa her şey talan edilmişti.
Daha sonra Germuş Uceymi Sadun Paşaya hediye edildi.
Güya kurtuluş savaşında gösterdiği yararlılıklar!
Gözetilerek Uceymi Sadun Paşa, 9 bin dönümlük arazi üzerine kurulu Germuş köyüne yerleşir.
Şu anda da onun torunları ve biraz Arap nüfus köyde yaşamaktadır. Böylece Germuş ’un hafızası silinmiş oldu.
Uceymi Sadun Paşa kimdir?
Osmanlının resmi kaynaklarına göre; Mekke’den Irak’a göç etmiş Bedevi bir ailenin reisi olan Uceymi Sadun Paşa Irak’ta birbirleri ile savaş halinde olan kabileleri uzlaştırarak, Bağdat’tan Basra’ya kadar uzanan bir aşiret organizasyonunu kurmuş ve bu birliği Osmanlı’ya bağlamıştır.
Sadun Paşa ve etrafındaki silahlı aşiret mensupları, 1. Dünya savaşı sırasında Türk ordusunun geri çekilme süreçlerinde Osmanlı Devletine büyük yardımlar yapmıştır.
Daha sonra Arabistanlı Lawrence isimli İngiliz ajanı Türklere ihanet etmesi karşılığında Uceymi Paşa’ya savaştan sonra kurulacak Irak Krallığı’nı teklif etmiştir.
Ancak o bu öneriyi şiddetle reddetmiştir. Bunun yanında 150 bin dönüm toprağını bırakarak 5 Haziran 1920’de Mardin’e yerleşmiştir. Bu dönemde Genelkurmay Başkanlığı’na başvurarak, Kurtuluş Savaşı’nda adamları ile birlikte Fransızlara karşı mücadele etmek istediğini bildirince, Urfa’nın kurtuluşunda aktif rol oynamıştır. Sadun Paşa 29 Ekim 1960 tarihinde Ankara’da vefat etmiştir.
Osmanlı arşivi ile Osmanlı hayranları olan sürekli iktidar gücünden nemalanan rantçı gerici kesimin yayın organları aynen bu şekilde yazarak, Uceymi Sadun’u yere-göğe sığdıramazlar.
Hele ölüm tarihi olan 29 Ekim olmasına da ilahi anlamlar yüklerler.
Oysa Uceymi Sadun Irak’ta Osmanlı ordusuna biat etmiş, Osmanlıya lojistik destek sağlayan yerel bir Milis-çeteci güçtür, İttihatçıların gözünde kahramandır! Ama İrak halkının nazarında ise o bir haindir.
1915 yılının sonlarında Uceymi Sadun Osmanlı ordusu ile birlikte İngilizlere karşı Kut’ul Amara’da savaşmıştır.
29 Nisan 1916 da İngilizler geri çekilerek Kut kasabası Osmanlıların eline geçtiklerinde zafer kutlamaları yaptılar. Bu zaferden 17 gün sonra, İngiltere, Fransa ve Rusya kendi aralarında Sykes-Picot anlaşması yaparak Osmanlı topraklarını bölüştüler.
Bu anlaşmaya göre, Antep, Urfa ve Diyarbakır Fransızlara, Hayfa ve Akka limanları, Musul ile Kerkük gibi petrol bölgeleri ise İngiltere’ye bırakılmıştı.
Kars ve Erzurum bölgeleri de Rusya’ya bırakılmıştır. Fransızların Urfa ve Antep’e gelmelerinin dayanağı bu anlaşma idi. Ortadoğu’da bu üç büyük devletlerin anlaşmaları neticesinde Osmanlı ordusu Irak’ta çekilmek zorunda kalmıştı.
Bu geri çekilmede Uceymi Sadun ve eli silahlı adamlarıda Osmanlı birlikleri ile çekilmeye başlamıştı. İrak’ta elinde bulundurduğunu söyledikleri 150 bin dönüm toprak zaten yoksul güçsüz Arapların elinde gasp etmişti.
Osmanlının en güçlü olduğu yıllarda Osmanlılarla işbirliği yaparak gücüne güç katan Uceymi aşireti lideri artık bu şartlarda Irak’ta kalamazdı.
Tüm yerli işbirlikçilerin sonu böyledir. Osmanlı gücüne yaranmak için her türlü fedakârlık yapmış ama öte yandan elde ettiği bu gücü ise yoksul Araplara üstünlük sağlayarak onların topraklarına el koymuştu.
Gelelim İngiliz istihbaratı adına çalışan Lawrence’nin Irak Kralı olma teklifine. Bu teklif nerden bakarsan bak tutarsız. Aklın ve mantığın kabul etmeyeceği bir iddia.
Uceymi Sadun, Kut’ul Amara kuşatmasında Osmanlı ordusu ile birlikte İngilizlere karşı çatışmış ve onlara binlerce kayıp verdirmişti.
17 gün sonra tekrar üstünlük İngiltere’ye geçince Osmanlı ordusu geri çekilmeye başlamıştı. Böyle bir süreçte Lawrence, Osmanlıya biat eden onun emirleri ile hareket eden birine “Irak Kralı” olmayı teklif edecek! Çelişki zaten iddianın içersinde gizli. Velev ki teklif yapılmış, niye ret ediyor.
Bu teklif Osmanlınında işine gelir. Irak’ı tam kaybettiği bir ortamda kendisine sadık, kendi emrinde çıkmayan birinin İrak Kralı olması demek, tekrardan Osmanlının üstünlük sağlayacağı ve orada faaliyet göstereceği gibi imkânlar neden ret edilsin? Peki, Osmanlıda resmi anlamda subay olmamasına rağmen neden ısrarla Sadun Paşa deniliyor?
Uceymi Sadun Paşa, tüm imkânları ile Osmanlı ordusu ile birlikte hareket eden önemli bir yerel güç. Sadun Paşa sayesinde Osmanlı Irak içerisinde lojistik destekle kendine alan açılması sağlanmış.
Sadun Paşa ise Osmanlılarla yapmış olduğu ittifaktan dolayı, Basra bölgesinde önemli bir güç olmuş ve zayıf Arapların arazilerini gasp etmiştir.
Osmanlı gerileme dönemine girince, Sadun Paşanın da buralarda kalma gibi bir yüzü ve zemini olmadığından, halkın nefretini kazandığından dolayı, Osmanlı ordusu ile gerisin geri gelerek ülkesini terk etmiştir.
Osmanlı yetkilileri Uceymi Sadun Paşa’ya Germuş köyü ile birlikte 9 bin dönümlük verimli tarlayı vererek stratejik bir adım atmıştır. Hem Osmanlı’ya olan sadakatinden dolayı ödüllendirmiş hem de, Ermenilerden boşalan bu verimli toprağın komşu Kürtlerin eline geçmesini önlemiş oluyor. Böylece Germuş ’un demografik yapısıda değişiyordu.
Buraya kadar izah etmeye çalıştık, peki Irak’tan gelen bu Arap aşiretine 9 bin dönümlük yer verilmesi nasıl izah edilecek?
Bu önemli bir soru ama Osmanlı yöneticileri için çok basit. Bir gecede ulusal kahraman yaptılar. Paşa payesi ile onurlandırıp, “Urfa’nın kurtuluşunda çok büyük payı olan, Irak Krallığını ret eden ve üstelik bizim verdiğimiz 9 bin dönümlük yer ama adamın 150 bin dönümlük tarlasını bırakıp Osmanlı ordusu ile birlikte çalışmış bir Türk dostu” denilerek sahiplenilmiştir.
Oysa Urfa’nın kurtuluş savaşında “katkısı olmuştur” sözünün hiçbir karşılığı yok. 11 Nisan Urfa’nın kurtuluşu yıldönümlerinde kurtuluşla ilgili belgeler ve anılar açıklanır. Bu konuda geniş araştırma yapan Urfalı yerel tarihçilerin anlatımlarından bu isme rastlanılmaz. Yapılan bilimsel analizlere göre Uceymi Sadun Paşa’nın Teşkilat-ı Mahsusa’ da görev yapma olasılığı çok fazla. Sadun’un adamlarına Teşkilatın hedef gösterdiği noktalara operasyon yapma görevi verilmiş olabilir. Tıpkı Çerkez Ahmet gibi.
Germuş düştükten sonra başta Ermeniler olmak üzere diğer gayri Müslümlerin toplanması hızlandı.
Urfa’dan ve çevre illerden getirilen Ermeniler ölüm yolculuğuna çıkarılıyordu. 1915 yılının sonlarına doğru ildeki tüm gayri Müslümlerin sayılarında yüzde 90 azalma olmuştu.
“Tehcir” için yola çıkarılan Ermenilere saldırıp yok edilmesi için oluşturulan çetelerle övünen Çerkez Ahmet, kendi deyimi ile “Van, Diyarbakır ve Urfa’yı ‘Kâbe Toprağı’ gibi yaptık” der.
Son kurbanları Osmanlı Aydınları ve Ermeni Mebusları olan Krikor Zohrab ile Vartes Serengülyan’ın öldürülmelerinden sonra İTC lideri Talat ve Cemal Paşa ileride kendilerine sorun olabilir diye düşünerek Çerkez Ahmet’i ortadan kaldırmaya karar vermişlerdir.
Bu durumu haber alan Çerkez Ahmet İstanbul’a kaçar, ancak yakalanarak Şam’a gönderilir. Yakalandığında çantası mücevher, altınlarla doluydu. Devlet malı olan Ermenilerin servetini çalmakla suçlandığı söylenir. Şam’a getirildiğinde Divan-ı Harpte yargılanır ve savunmasında şöyle der:
“Şu hal namusuma dokunuyor. Ben vatanıma hizmet ettim. Gidip görün, Van, Diyarbakır, Urfa ve ahalisini Kâbe toprağına döndürdüm! Bugün orada bir tek Ermeni göremezsiniz. Vatana bu kadar hizmet ettim; Talat gibi hergeleler İstanbul’da buzlu bira içsinler, beni de böyle muhafaza altında getirsinler, bu haysiyetime dokunuyor!”
Çerkez Ahmet, çantasında çıkan altınlarla ilgili tek kelime etmeden, savunmasında yaptığı cinayetleri vatana hizmet için olduğunu şanlı bayrak ve dinimizin mukaddesatı için yaptım demesi, onu idam edilmekten kurtaramadı ve mahkeme heyeti tek celsede idam kararı verdi.
Çerkez Ahmet, ertesi gün Şam’da idam edilir. Mahkeme heyeti Cemal Paşa’nin gizli talimatını yerine getirmişti.
Sansasyonel cinayet serileri işleyen ve ünü sınırdaşında tartışılan Çerkez Ahmet’in bir şekliyle susturulması gerekiyordu. İktidarların bekası adına bazen en sadık adamlarını bile gözden çıkarıla biliyor.
Çerkez Ahmet, Teşkilat-ı Mahsusa adına çalışan, Teşkilatın emirlerini uygulayan, hiçbir dünya görüşü, hayata bakış felsefesi olmayan basit bir tetikçi idi. Bu tip tetikçilerin fıtratında var; kullanılır, kullanım tarihi geçince ortadan kaldırılır.
kaynak
1.Krikor Zohrab, 1915 Bir ölüm yolculuğu (nesim ovadya izrail,)
2, Gazete karinca
3, wikipediacom