Mankurt ruhlu, tarihinden habersiz, geleceği düşünmeyen, iman, feraset ve basiret yoksunu birileri kalkıp şunu diyebilir: Suriye yetmezmiş gibi bi de Arakan çıktı başımıza. Orada ne işimiz var?
Oysa bunlar sadece bu iki örneğe baksalar utanacaklar.
Alman İmparatoru Şarlken ile 24 Şubat 1525’de yaptığı Pavye Savaşı'nda yenilerek esir düşen Fransa Kralı Fransuva’nın annesi Düşes Dangolen’in, yardım talebine cevaben Kanuni’nin yazdığı mektupta şu satırlar ön plana çıkıyor:
“Ben ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç giydiren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz'in, Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un, Dulkadiroğlunun, Diyarbekir'ın, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, Acem'in, Şam'ın, Haleb'in, Mısır'ın, Mekke'nin, Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arap memleketlerinin, Yemen'in ve daha nice ülkelerin ki, büyük atalarımın Allah kabirlerini nurlu etsin karşı konulmaz kuvvetleriyle fethettikleri ve benim muhteşemliğimle de ateş saçan mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle fethettiğim nice memleketlerin sultanı ve padişahı olan Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sulan Süleyman Han'ım.
Sen ki, Fransa vilayetinin kralı olan Françesko'sun...”
Ancak iki asır sonra durum tersine döner ve bu kez Almanlar Topkapı Sarayı'nda merhamet dilenir. Almanya'nın Mülheim şehrindeki Ren Nehri'nin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar, her sene nehrin Alman kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı.
O sıralar, 360 devletçikten oluşan ve ne kutsal ne roma ne de imparatorluk olan birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna ses çıkaramıyorlardı tabi. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.
Mektupta şöyle demektedir: "Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de halifesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkânı sağlayın."
Yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabını bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollar.
Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar: "Fransızlar korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir."
Bu bölgede bugün bile her yıl Türk=Müslüman günü kutlanır…
Aynı taktik Hollanda için de başarılı olur.
Kanuni döneminde Hollanda’nın baş düşmanları Fransa ve İspanyollardı. Özellikle İspanyollar Hollandalılara çeşitli zulümler yapıyordu. Kanuni, Hollanda’ya cevaben "Oralara kadar yeniçerimi göndermeyi lüzumlu görmüyorum. Size 50-60 tane yeniçeri kıyafeti gönderiyorum. Bunları kendi askerlerinize giydirip sınırda nöbet tutturun. Gönderilen yeniçeri elbiselerini giyen Hollandalılar gerçekten de 8 yıl rahat ederler.
1511 Malaka Boğazını işgal eden Portekizlere karşı Osmanlı oradaki Müslümanlara topçular, gemiler ve kalebentleri yollar. Ve Malezya ile Endonezya’nın temelleri atılmıştır.
Aynı durumda 1490 Endülüs Müslümanlarına Osmanlı yardım eder ve Yahudiler dahil binlerce insanı kurtarır. Tunus ve Cezayir varlığını Osmanlıya borçlu olup bugün de önemli müttefikimizdir.
Bugünkü İrlanda bile varlığını Osmanlı yardımına borçludur ve orada hala Ayyıldız dalgalanmaktadır. Sert güç unutulur ama yumuşak güç (soft power) unutulmaz. O yüzden durmak yok yola devam…
Balık unutsa bile Halık unutmaz.