Kıbrıs meselesi Londra’da bir konferansta görüşülmekte iken; 6 Eylül akşamı 200 000 baskı yapan ve pek de okunmayan Ekspres Gazetesi’nde çıkan asılsız bir haber her şeyi alt üst etmiştir. Söz konusu habere göre, Atatürk’ün Selanik’teki evine Yunanlılarca bomba atılmıştı. İstanbul’da 300 milyon doları aşana zarara rağmen Türkiye, Londra ve Zürih antlaşmalarıyla, Kıbrıs’ta garantörlük hakkı kazanmış ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz stratejik çıkarları bu sayede korunmaktadır.
2012 Temmuz ayında Özgür Suriye Ordusu tarafından zaafa uğratılan Esed güçleri, Rojava (Güneşin Battığı Yer) denilen bölgeden (Efrin, Cizre, Kobani) çekilirken buraları, Ali Memlük üzerinden hâkim olduğu PYD-YPG’ye teslim etmişti.
DAİŞ’in yoğun saldırıları ile yüz yüze kalan PYD liderliği başta Salih Müslim olmak üzere uluslararası destek arayışına girerlerken ABD ile birlikte, DAİŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı talebinde bulunmuşlardır. Ancak PYD ve DAİŞ esasen ABD’nin sadece kavga eden iki oğluydu.
5 Ekim itibariyle Kobani kırsalındaki 300 köyün tamamını ele geçiren DAİŞ, kentin dış mahallelerine ulaşmış ve kanlı çatışmalar yaşanmaya başlamış, Uluslararası koalisyon güçleri bölgedeki hava saldırılarını arttırsalar da IŞİD’in ilerleyişi ve kentin önemli bir kısmını ele geçirmelerinin önüne geçilememiştir.
DAİŞ’in saldırılarını artırmasından sonra, Türkiye sınırında Kobani’yle dayanışma için düzenlenen eylemler polis, asker ve jandarmanın gaz ve tazyikli sulu müdahalelerine maruz kaldı. DAİŞ’in saldırılarının YPG’yle Sokak savaşına dökülmesinin ardından, eylemler Türkiye çapına yayıldı.
KCK ve HDP’nin “süresiz eylem çağrısı” ile birlikte insanlar sokaklara döküldü. 40’a yakın ilde 50’yi aşkın vatandaşın ölümü ile sonuçlanan olaylar neticesinde birçok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken KCK ve HDP’nin “süresiz eylem çağrısı” ile birlikte insanlar sokağa çağrılmıştır.
Siyasi vizyon ve yönlendirmeden uzak olan eylemlerin mahiyeti farklı boyutlara ulaşmış ve birçok grup (doğuda HDP/HÜDA-PAR tabanı, batıda ise HDP tabanı ile MHP gibi milliyetçi gruplar) karşı karşıya geldi. Kurban eti dağıtan Yasin Börü ve arkadaşları vahşice yakılarak öldürüldü.
Tüm olayların en ilginç tarafı ise ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, "Kobani’de durum hala belirsiz ve değişken. Kentin hala düşebileceğine inanıyoruz” demesine rağmen buna tepki vermeyen, HDP; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslâhiye Çadırkent’te halka hitaben, üzüntülü bir şekilde durumun kritikliğini ve batının iki yüzlü tavrını eleştirdiği: …Şu anda Ayn-el Arab (Kobani) düştü, düşüyor…’ şeklindeki konuşmasına HDP çok sert tepki göstermiş ve Merkez Yürütme Kurulu yazılı açıklaması ile (6 Ekim ) halkı sokağa çağırmıştır :
"Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı 7’den 70’e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bütün uluslararası kurumlar, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri, demokratik güçler Kobani’de yaşanan vahşete karşı harekete geçmelidir. Bundan böyle her yer Kobani’dir. Kobani’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz."
Bunun üzerine başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’de olaylar 6 Ekim’de başlamış 7 ve 8 Ekim’de en üst noktaya ulaşmıştır. Şiddetin azalmasına rağmen aslında 9, 10 hatta 12 Ekim’de de yaşamını yitirenler olmuştur.
İHD (İnsan Hakları Derneği)'nin Kobani Eylemleri Raporuna göre olaylarda 46 kişi öldü, 682 kişi yaralandı, 323 kişi tutuklandı.
Yüzlerce insanın da yaralandığı çatışmalarda şehir merkezlerinde bulunan birçok iş yeri, kamu binası, parti merkezleri ve belediye binaları ateşe verildi. Eylemlerin ulaştığı boyut Kobani’yi unutturdu ve özellikle Bingöl Emniyet Müdürlüğü'ne yönelik saldırıda iki polisin şehit olması ve Tunceli’de bir karakola saldırı düzenlenmesi olayların sebep ve sonucunu sorgulamamıza yol açtı.
Medya, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplumsal olaylarda çok önemli bir etkendir. Ülkemizde terörle mücadelede önemli ve farklı süreç olan çözüm sürecinin kesintiye uğradı. 5 Temmuz 2015 te, KCK Eş Başkanı Bese Hozat’ın Özgür Gündem Gazetesindeki yazısıyla resmen bitmiştir. Ve ardından yaklaşık 800 güvenlik görevlisinin şehit olduğu çukur savaşları yaşanmıştır.
Bu olaylardan bir yıl sonra yaşanan çukur savaşı ve iki yıl sonra yaşanan 15 Temmuz darbesi bize Türkiye’nin Suriyelileştirilmesi hedefi olduğunu da göstermektedir. Ancak halkın ve devletin olaylara müdahalesi sonucu hem terör örgütleri hem de olayların arkasındaki emperyal güçler yenilmişlerdir.
6-8 Ekim olayları sonucu halk çukur savaşına destek vermemiştir. Örneğin, o dönem HDP başkanlığında bulunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine, “örgütte şehidi (!) var” diye alınan temizlik ve güvenlik görevlilerinin yakınları dahi destek verseydi on bin kişi Dağkapı’da toplanabilirdi. Ancak en büyük kalabalık iki milyonluk şehirde 300 kişiyi dahi bulmadı. Çünkü örgütün ana stratejisi buna dayanıyordu: İçerde çatışma sürerken medya ve Avrupa desteğiyle halk meydanlara çıkacak ve Bodrum katliam var, denilerek devlet işlevsiz hale getirilecekti. Bu nedenle olaylar günlerce sürdü.
Bu strateji 1915 yılındaki Ermeni isyanın devamıdır. Çünkü sivil Kürt halkını öldüren Ermeni çetecilere, Hamidiye alayları ve Osmanlı Devleti müdahale edince, “Yetişin Avrupa, Hıristiyan kardeşleriniz katlediliyor” denilirdi. Ve Haçlı Donanması Ege’den İstanbul’a doğru giderdi. Yunanlılar da aynı taktikle bu günlere gelmedi mi? Ama artık Hasta Adam yok Büyük Türkiye var.
Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU