1789 yılı, tarihimiz açısından hangi açıdan bakılırsa bakılsın tam bir milattır. Fransız İhtilali yılı olarak da bilinen bu tarihi, konumuz açısından önemli kılan temel faktör, tam bu tarihte başa geçen III. Selim’in Osmanlının ruhunu, aklını ve fikrini Doğu’dan, Asya’dan ve İslam’dan çekerek; Batı’ya, Avrupa’ya, laikliğe, pozitivizme ve Fransa’ya çevirmesidir.
Bu tarihten itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun içine her konuda fitneler girmiştir. Doğucu-Batıcı, Akıl-Din, Irkçı-Ümmetçi-Dinci… Böylece artık ruhunun motoru duran ve aklı karışan Osmanlı, kadim düşmanından kurtuluş reçetesini beklemeye başlayacaktır.
1839 tarihinde işleme konulan ilk reçete, Tanzimat Fermanı, Boğazın hasta adamını komaya sokar. Sırp ve Yunan azınlıklarla başlayan bölünme artık Müslüman halka da sirayet eder. Müslim-Gayr-i müslim dengesi gayri müslimler lehine değiştirilir. Hakkâri’de bile Müslüman halkı katleden gayr-i müslimlerin imdadına, ya Moskova’dan ya da Paris’ten derhal “Hıristiyanlar katlediliyor… Yetiş ey Avrupa” yalanını yazan bir gazete parçasına, donanmalar yola çıkarılır ve elçiler soluğu Topkapı Sarayı’nda, hasta adamın kapısında alırlardı. Manzara, Endülüs’ün 1400’leri gibi korkunçtur. Kanuni’yle, Fransuva artık yer değiştirmiştir.
1856’da ilan edilen Islahat Fermanı ise, Erdoğan öncesi son hasta (!) Başbakan Bülent Ecevit’in Başkent Hastanesi günleri gibidir. Masonların desteğiyle Sultan Abdülaziz’in öldürülmesinden sonra artık iktidar kesin olarak, padişahtan paşalara ve paşalardan da aydın(!)paçozlara geçecektir. Aydın denilen üçüncü sınıf Avrupa bozuntuları, Osmanlıda birinci sınıf olurlar. Pera, Eyyub’u iyice aşağılamaya başlar. Moda, sadece Paris’ten ruh alır. Hiç ezan sesi duymaz artık. Müslümanların üstünlük bilinci kırılır ve muhteşem günler sadece hatıralarda kalır. Mektepli medreseliyi, onu da kolejli alaya alır.
Bu helaket ve felaket sürecine Asya, Doğu ve İslam diyerek 33 yıl, “one minute”un ilk versiyonu bir parantez açan kişi ise; 1876-1908 arası dönemde, hasta adamı Avrupa hastanesinden Şazeli Dergâhı’na kaçıran Sultan II. Abdülhamid han olur. Yarın ölecek denilen Osmanlı, “kocakarı” Anadolu reçetesiyle tam 33 yıl daha yaşar. Batırılmakta olan gemi, kıyıya çekilir.
Özgürlük, Hürriyet ve Eşitlik diyerek 600 yıllık İmparatorluğu 10 yılda yıkan Avrupa zihniyeti, 1923 yılında Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte tarihin kırılan çarkları yeniden dönmeye başlamış ve nekahet dönemi başlamıştı. Tarih, İslam ve Ortadoğu’ya dönüş yasaklanmıştı.
Abdülhamid’den sonra kalan yolu devam ettiren kişi, Demokrat Parti ve onun şehit lideri Adnan Menderes’tir. 14 Mayıs 1950 yılı Anadolu halkının 15 Temmuz karşı darbesinin ilk AK Devrimidir. Millet kansız olarak iktidarı devralmıştır. Avrupa ruhu hileyle de olsa bir daha üç yıldan fazla kesintisiz iktidar olamamıştır. Menderes, her iki mayınlı alana da girmiştir.
24 Ocak 1958’de Bağdat’a da giden Menderes, Türk heyeti ile birlikte İmam-ı Azam’ın türbesini ziyaret eder. Ziyaret çıkışında Bağdat Paktı hakkında açıklamalarda bulunan Menderes’e göre paktın anlamı ve amacı şudur:
Türklerin maddi hükümranlığı ile İmamı Azam’ın manevi hükümranlığı üst üste gelmiştir. Tarih geri gelmez ama yarın ne olacağı belli değildir. Bağdat Paktı antikomünizm resmi söylemi dışında, aslında Müslümanların yakınlaşmasını hedeflemektedir. Hedef Ortadoğu’da mümkün olduğu kadar Müslümanları birbirlerine yakınlaştırmaktır.
Ortadoğu birliğinden yana olan ve Irak petrollerini buradan taşımayı ilk kez planlayan Menderes, bir gladyo organizasyonu olan 6-7 Eylül olaylarıyla akıllanmayan ve 9 Subay olayını da göz ardı edince Yassıada’da rahmeti rahmana çıkacaktı. Ardından bıraktığı Osmanlıca notta şu nokta dikkat çekicidir. İplerinizin hangi efendilerin elinde olduğunu biliyorum ve Adnan Menderes’in ruhu bu milletle el ele verip sizi silip süpürecektir.
1983 yılında aynı yürüyüşe çıkan rahmetli Turgut Özal da, pehlivanlara boğdurulan, bileği kesilen pehlivanlar pehlivanı Abdülaziz, Abdülhamid’e karşı yapılan Ermeni suikastı gibi (1905) tetikçi Kartal Demirağ’ın kurşunuyla (1988) ölmeyince beş yıl sonra bir limonatayla öldürülür. Şu garip tesadüfe bakın ki ikisi tetikçilerini affeder. Çünkü o da hem İslam’a hem de İslam dünyasına dönmeye çalışır. Üstelik Özal, Kürt sorununu çözmeye çalışmış ve Barzanilere de pasaport vermiştir. Ve bugün bizim IKBY stratejik dostumuzdur.
Gerek zorla Batılılaştırılarak hasta ettirilen Osmanlı’da, gerekse darbelere, iç çatışmalara ve ekonomik krizlere sürüklenen Türkiye’de reçetemiz, tarihin durdurulan medeniyetinin yoludur. Ve bu devlet, “her şey aslına döner” kuralına uygun olarak aslına dönmektedir.
1990’ların hasta adamını 2002’den itibaren dirilten, IMF’nin memurları ya da reçeteleri değil Ali Babacan gibi Anadolu çocuklarının reçetesidir. TÜSİAD’ın değil Anadolu’nun sermayesi, kaplanları ve kadim ruhudur. Bu ruh, ne Osmanlı jön Türklerinin ve ne de günümüz ajanların, hissettirmeden damarlarından sızıp içine aktığı CIAMAAT denilen paralel yapıların yolundan değil, insanlığın muhtaç olduğu tarihin kudretinden gelmektedir.
2002 yılından bu yana da Türkiye, son iki asrın en büyük devrimin yapmakta ve Yeni Türkiye, Yeni Ortadoğu ve Yeni Bir Dünya Düzeni’nin duvarlarını örmektedir. Rusya, Hindistan ve Çin’den ABD’ye geçen Erdoğan’ın stratejik hamleleri gelecek yılların tuğla ve kiremitleridir.
Durmak yok …Yola devam…