Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü Diyarbakır ziyareti tek kelimeyle, muhteşem bir zaferdi. Tıpkı dört yıl önceki Barzani’yle burada buluşması gibi. O zamanlar çözüm sürecinin temeli atılmıştı. Ve bugün bunun meyvelerini topluyoruz. HD(P)KK’nın her türlü entrikalarına rağmen, halk devletin yanındadır. Barzani’yiburada gören İranlıların aklına, Çaldıran zaferi gelmişti.
İran’a karşı kazanılan Çaldıran Zaferinin (1514) öncesinde ve sonrasında, Yavuz Sultan Selim, kendisine Doğu Anadolu'nun fethedilmesini tavsiye eden meşhur Kürd âlim ve tarihçi İdris-i Bitlisi'ye, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin Osmanlı Devleti'ne istincadı için vazife verdiğinde; İslam birliğinin zaruretine inanan başta Bitlis hâkimi Şerefüddin Bey, Hizan Meliki Emir Davud, Hısn-ı Keyfa (Hasankey) Emiri Eyyubilerden II. Halil, İmadiye Hakimi Sultan Hüseyin, Cezire Hakimi Şah Ali Bey, Çemişgezek Hakimi Melik Halil, Pertek Hakimi Kasım Beyler tereddütsüz kabul ettiler. Ayrıca Suran, Urmiye, Atak, Cizre, Eğil, Garzan, Palu, Siirt, Meyyafarakin (Silvan), Sason, Sincar, Çermik, Malatya, Urfa, Besni, Harput, Mardin ve benzeri yerlerdeki aşiretler de arka arkaya Osmanlı Devleti'ne iltihak etmişlerdir. Böylece Doğu ve Güneydoğu bölgesinin tamamı, iki ay içinde Osmanlı Devletine istincat(gönüllü katılım) etmiştir.
Aynı şekilde bu tarihlerde Memlük Devletine tabi olan Ramazanoğulları Beyliği de Osmanlı Devleti’ne tabii oldu. Böylece Mezopotamya ve Anadolu'da siyasi birlik sağlanırken, Doğu’da İran ve Güney’de Memlük tehlikesine karşı Osmanlı’nın Doğu ve Güney sınırlarının güvenliği sağlanmış oluyordu. Osmanlı’nın Acem-Rafızi fitnesine karşı beli, etten bir duvarla sağlama alınırken, Osmanlı’ya Arabistan, Afrika ve elli yıl sonra Kıbrıs (1571) üzerinden Akdeniz’e uzanan bir kısrağın ötesinde ve tam bir imparatorluk yolu açılır.
Kürdlerin Osmanlıya istincatları aynı zamanda Arapları da hareket geçirir. Örneğin, aralarında İbn-i Harkuş, İbn-i Said, Beni İbrahim, Tayy, Şammar, Naimi, Beni Sayim, Beni Ata aşiretleri, Safed ve Gazze şeyhleri ile Haleb ileri gelenlerinin bulunduğu seçkin bir temsilciler heyetinin Yavuz'a takdim ettikleri ve aslı Topkapı Sarayı'nda bulunun şu itaat mektubu çok manidardır:
Bizler, canlarımız, mallarımız, iyalimiz ve dinimizin emniyeti için size itaati arzuluyoruz. İslam-ı tatbik ve adaleti te'sis için sizin hâkimiyetinizi zaruri görüyoruz.
Kürtlerin Abdulhamid-i sanisi olarak görülen, basiretli Şeyh Bitlisi sayesinde Kürtler, başta İran tehdidi olmak üzere ontolojik bir kırılmaya, asimilasyona ve askeri işgale maruz kalmadan günümüze kadar sapasağlam gelebildiler. McDowel’a göre bu dönem Kürtlerin ‘altın çağı’dır.
Bugünkü bazı Kürt ittihatçıları tarafından sevilip sayılmasa da, McDowell’a göre Şeyh İdris-i Bitlisi şöyleydi: Hem Sultan’ın hem de Kürt liderlerin güvenini kazanmış olmak gibi nadir rastlanan bir özelliği vardı. Eski bir Akkoyunlu subayı olarak onların yerel bağımlılıklarını nasıl beceriksizce tahrip ettiğini izlemiş ve Şah İsmail’in de aynı yoldan gittiğini görmüştü. Soylu bir Kürt olarak bölgeyi iyi tanıyor ve reis ailelerini anlıyor, onlarla nasıl pazarlık edileceğini iyi biliyordu. Aynı zamanda tanınmış bir tasavvufçu ve şeyhin oğlu olarak büyük saygı görüyordu.
Kürdistan’ın önemi Yavuz Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı’na gönderdiği mektupta hemen yerini alır: “ Ben ki; Sultanların Sultanı… Anadolu’nun, Karaman’ın, Rum’un, Zülkadriye’nin, Diyarbekir vilayetlerinin, Kürdistan’ın… Hâkimi han oğlu han Sultan Süleyman Han’ım…” .
Mcdowell’e göre on altıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı ile yeni ortaya çıkmakta olan Safevi İmparatorluğu arasındaki denge, Kürdistan’da o güne kadar görülenden daha istikrarlı bir siyasal yapının koşullarını yarattı. Hatta bu dönemde oluşan koşullar gelecek üç yüzyıl boyunca Osmanlı ve Kürt çevreleri arasındaki siyasi ilişkilerin genel hattını belirledi.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Kürtlerin nostaljik bir biçimde geçmişe bakarak Kürt prensliklerinin mozaiği içinde bağımsız var oldukları bir ‘altın çağ’ görmeleri mümkündür. Yine Mc Dowell’a göre (Kürdistan) Osmanlı’nın Anadolu’su ile Safevilerin Azerbaycan’ı arasında etkili bir stratejik denge noktası oldu ve uzun vadede Kürdistan’ın göreli bir istikrar dönemi yaşamasına neden oldu. İdris-i Bitlisi ile başlayan şarktaki beyler ve Müslüman halkın hilafet ve saltanata sadakatle bağlılıkları, 1918 yılına kadar devam etmiştir.
Osmanlı Devleti, Kürtleri ve bu bölgeleri de Dar'ül İslam olan ülkesinin asli parçası olarak görmüş; buna karşılık Müslüman ahali ve beyler de Osmanlı Devleti'ni İslam’ın bayraktarı bir İslam devleti olarak telakki edip ona itaati kendileri için ibadet saymışlardı. Böylece Kürdlerin Osmanlı’ya istincadı (gönüllü katılım) ile Osmanlı Devleti, özellikle Safevilere karşı arka cepheden rahat bir nefes alırken, Kürdler da aynı tehditten kurtulmuştur. Yavuz Sultan Selim Bitlisi’ye, altı mühürlü üstü boş fermanlar gönderir.
Türklerin ve Kürtlerin kadim ittifaklarını ve artık durdurulmuş bir medeniyet olarak görülen Osmanlı ruhuna ve Türk, Arap ve Acem arasında bir diz kapağı olan Kürdler ve Türkler neden ikinci bir Selahaddin-i Eyyubi’nin, İdris-i Bitlisi ve Yavuz Sultan Selim’in ruhunu diriltmesin.
Sykes-Pico sınırlarının telleri hangimizin yüreğini kanatmadı? NATO’nun Suriye-Türkiye sınırına döşediği mayınları kimleri öldürmedi? Suriye ve Irak faciaları… Şii, Sünni, Kürt-Türk gibi bizi çekirdeğimizi kadar bölmeye çalışan tehditleri neden fırsatlara çevirmeyelim? Halep ve Musul ortadayken Kerkük ve Musul ne olacak? Kerkük, İran’ın kontrolünde olan Bağdat’ın elinde olsa mı iyi, yoksa Türkiye ile birlikte olan Erbil’in elinde mi olsa iyi olur. Veyahut da Rusya-ABD yerine hepimize ait olsa daha mı iyi olur? Örneğin, Arap ve Kürdlerle aramızda bir Ortadoğu su ve petrol topluluğu (OSPT) kuramaz mıyız? Bu, Cumhurbaşkanımızın tabiriyle Haçlı kulübü olduğu ispatlanan ve 228 yıldır bizi aldatan AB’nin AKÇT’si (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) örnek alınarak bir günde kurulabilir.
Bugün neden “Bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine” Ortadoğu cehennemini ortak akılla, çoğulculukla ve hoşgörülülükle yönetmeyelim? AB’ye ilham olan, subsidiyarite (yerindelik) ve Good Governance (yönetişim-ortak akıl yönetimi) ilkeleri sayesinde Avrupa’da tarihte ilk kez 60 yıl aralıksız kan akmıyor. Bunlar bizim siyasi ilkelerimizdir.
Kısaca artık şöyle diyebiliriz: Irak, Suriye’den ülkemize hızla yayılan Çukur savaşı, Ankara, Kayseri ve İstanbul vahşetleri başta olmak üzere, daha önce de hiçbir teröre destek vermeyen bugün de peygamberler, sahabeler, azizler ve krallar kenti 33 medeniyetin beşiği Diyarbekir, tekrar Ortadoğu’nın payitahtı olmaya aday ve Avrupa Birliğinin yolu değil Ortadoğu Birliğinin yolu buradan geçiyor demektedir.
Unutmayalım ki; tarih karıyla zararıyla sadece tekrardır. Tercih bizimdir.