24 Haziran 2018 Milletvekilliği Genel Seçimleri geldi geçti. Kazananlar kaybedenler ortada.
Ancak hemen herkes kendine göre bir matematiksel hesap yapıp, “ben kazandım” diyerek ortalık yerde kasıla kasıla dolaşıyor. Anlayacağınız pişkinliğin bini bin para…
Kimin kazanıp kimin kaybettiği zerre kadar umurumda değil. “Ülke ne kazandı?” ben ona bakarım. Ülkede istikrar olması, istikrara dayalı büyüme ve kalkınmanın sürekli hale dönüşmesi benim tek ülküm.
Şu bir gerçek ki milletvekilliği genel seçimlerinin asıl kaybedeni AK Parti idi. Cumhur İttifakı kurulmamış ve Sayın Bahçeli destek vermemiş olsaydı AK Parti açısından durum “yandı gülüm keten helva” tarzında olacaktı.
Seçim sonrasında AK Parti’nin neden kaybettiğine yönelik birkaç makale kaleme almıştım. Gelen tepkilerden gördüm ki Türkiye’nin neredeyse tamamında benzer sorunlar yaşanmış ve milletvekili aday adaylarının belirlenmesinde liyakate, yöresel ve bölgesel tercihlere, toplumsal hassasiyetlere asla önem verilmemiş.
Milletvekili aday adayları tamamen ahbap çavuş ilişkisi içerisinde belirlenmiş.
Sonuç: AK PARTİ’nin yaşadığı ilk hezimet.
31 Mart 2019 tarihinde yapılacak Belediye Başkanlığı seçimlerinde aynı SEÇİM İŞLERİ KOMİSYONU’nun görev yapması, liyakate ve toplumsal hassasiyetlere dikkat edilmeyip, Belediye başkanlıkları için eti ciğeri beş para etmeyen bilindik tarz adaylar belirlendiği takdirde inanın AK PARTİ tarihindeki en büyük yenilgiyi yaşayacak.
24 Haziran Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri açık bir gerçeği daha ortaya koydu ki; insanlar icraata oy vermiyor.
Eğer icraata oy verilmiş olsaydı; 24 saat suyu akan, elektrik kesintisi yaşamayan, Marmaray, Avrasya Tüneli, Yavuz Sultan Köprüsü ve Metrobüs gibi projelerle ulaşım olanakları inanılmaz derecede rahatlayan İstanbul halkının AK Parti’ye %42 değil % 80-90 oranında oy vermesi gerekmez miydi?
24 Haziran Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir gerçeği daha ortaya koydu ki; insanlar oy kullanırken vefa duygusundan da yoksun oluyor.
Eğer vefa duygusu ön plana çıksaydı; Van depreminde yerle bir olan konutların yerine kendilerine TOKİ tarafından muhteşem konutlar inşa edilen veya PKK tarafından hendekler kazılıp adeta iç savaştan çıkmış gibi ayakta tek bir ev ve işyerinin bırakılmadığı Hakkari, Şırnak, Cizre, Sur ve daha bir çok yerde yaraları ziyadesiyle sarılan Kürt kökenli vatandaşlarımız HDP’ye verdikleri %80-90 oranındaki oyları AK PARTİ’ye vermezler miydi?
Seçim sürecinde Şanlıurfa, Diyarbakır, Van, Hakkari ve daha bir çok şehirde mitingler düzenlenirken meydanlara toplanan yüzbinlerce insan Sayın Cumhurbaşkanını alkışlarken, Erdoğan’ın arkasında sırıtan bazı milletvekili adaylarını YUHALAMADI MI?
Sayın Cumhurbaşkanına açık duyurumdur:
“Sayın Cumhurbaşkanım, mevcut belediye başkanlarına yönelik olarak çok sayıda yolsuzluk ithamları bulunmaktadır. Yolsuzluktan öte ahlâksızlık, adam kayırma, insanları adam yerine koymama, memleketi için tek bir hizmette bulunmama, kaldırım taşı yenilemekten başka hiçbir icraatı olmama gibi temel meziyetleri ise saymama bile gerek yok.”
Hindistan’da iki defa başbakanlık yapan ve Hindistan tarihinin tek kadın başbakanı olan İndira Priyadarşini Gandhi’nin anlatmış olduğu çok güzel bir hırsızlık hikâyesi vardır. Bu hikâyeyi, tek bir insanın bir toplumu nasıl değiştireceğinin en güzel anlatımı niteliğinde olduğu için sizlerle paylaşmak istiyorum. Yoksa başka bir kastım yok. Hikâye şöyle;
“Bir ülkede her gün hava kararınca, insanlar maymuncuk ve fenerlerini yanlarına alıp komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Fakat gün doğarken geri döndüklerinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Herkes birbirinden çaldığı için bu ülkede kimse kaybetmezmiş.
Bir gün nasıl olmuşsa olmuş içlerinden bir tane dürüst adam çıkmış. Dürüst adam geceleri diğerleri gibi çanta ve fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih ediyormuş. Hırsızlar onun evinin önüne geldiklerinde evin ışığının yandığını görüp dönüp gidiyorlarmış.
Bu durum birçok hırsızı rahatsız etmiş ve ona kızmaya başlamışlar: “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Geceleri hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az sürede, evinde yiyecek içecek hiç bir şey kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış.
Bu ülkede hırsızlıkla giderek zenginleşenler ise işi daha da ilerletmiş ve kendileri için soygun yapsınlar diye maaşlı hırsızlar istihdam etmeye başlamışlar. Zamanla, zengin-fakir ayrımı çoğalmış. Zenginleşen hırsızlar mallarını korumak için bekçiler tutmuş, hapishaneler kurmuş, kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmemeye başlamış. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacak kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden kurmak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda bir kâğıt görmüşler. Kâğıtta şunlar yazıyormuş: “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç kalınmış demektir…”
BİR MİLLET UYUYORSA UYANDIRMAK KOLAYDIR. AMA “UYUMUYOR DA UYUYOR GİBİ YAPIYORSA” NE YAPSANIZ NAFİLE, UYANDIRAMAZSINIZ.
AK PARTİ’de görev yapan çoğu milletvekili ve belediye başkanının aynen bu pozisyonda olduğuna bizzat şahidim. Yani “UYUMUYOR AMA UYUYOR” numarası yapıyorlar.
24 Haziran Milletvekilliği Genel seçimlerinde oy kaybı yaşayan birçok il ve ilçede aktif siyaset yapan AK Partililerin neredeyse tamamı şu günlerde aptal ayaklarına yatıp, “Allah! Allah! AK Parti oy mu kaybetti ki?” gibilerinden sağa sola bakınmakla meşgul. Aslında bu eblehlere sormak lâzım; “Seçim sürecinde topluma ne mesajlar verdiniz? Elle tutulur ne tür vaatlerde bulundunuz? Elinizde Erdoğan gibi tüm dünyanın imrenerek baktığı bir dünya lideri olmasaydı hangi yüzle insanların kapısını çalacaktınız?” bunları bir düşünün bakalım.
Onu bunu bilmem…
Eğer 24 Haziran seçimlerinde olduğu gibi 2019 Mart Yerel Yönetimler Seçimi’nde de aynı RİNTİNTİN ve TİPİTİP figürleri aday gösterilirse Türk halkı feraseti meraseti bir tarafa bırakır, gözünüzün ortasına bir tane okkalı yumruk indirir.
24 Haziran seçimlerine dikkatle bakın ve sonuçları iyi analiz edin. Türk halkı; lideri olan Erdoğan’a sahip çıktı ama AK Parti için aynı tercihte bulunmadı.
Konferans verdiğim birçok il ve ilçede hemen herkes aynı şeyleri söylüyor; “Milletvekillerini sadece seçim sırasında görüyoruz, sonra asla görmüyoruz. Birçoğunun FETÖ bağlantısı var. İş ve ihale takipçiliği yapıyorlar. Yakınlarını istedikleri yere yerleştiriyorlar. Milletvekili seçildikten sonra abad oluyorlar.”
Ve daha neler neler…
Bugüne kadar Sayın Erdoğan’ın gerek AK Parti içerisinde gerekse kendi çevresinde ciddi bir temizlik yapması gerektiğini dile getirmeyen tek bir Allah’ın kuluna rastlamadım.
Aynı tespiti yüz kişi, bin kişi, on bin kişi, yüz bin kişi yapıyorsa demek ki gerçekten SORUN VAR.
24 Haziran seçimlerinde AK PARTİ’nin yaşadığı oy kaybı, işte bu sorunun sandığa yansımış tezahürüdür.
Bundan sonrası Sayın Erdoğan’ın problemi. Ya toplumun hassasiyetlerini dikkate alıp AK Parti’yi %50-55’lere taşıyacak, ya da etliye sütlüye dokunmayıp 2019 Mart seçimlerinde AK Parti’nin tarihsel yenilgisine tanık olacak.
Hikâyedeki kâğıtta ne yazıyordu; “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç kalınmış demektir…”
Sayın Cumhurbaşkanı, size gönül veren insanlara “çok geç kaldık” üzüntüsünü yaşatmamak için bu uyarıları dikkate almak zorunda.
Aksi durumda olacakları hiç kimse tahmin bile edemez.
Sayın Bahçeli’nin 23 Ekim 2018 günü Meclis grup toplantısında; “Cumhur İttifakı sona erdi” şeklinde açıklama yapması aslında oldukça geç kalmış bir konuşmaydı. Devlet Bahçeli bu konuşmayı yapmamak için aslında çok fazla sabretti. AK Parti içindeki bazı zevzekler açıktan açığa MHP ve MHP lideri hakkında konuştukça konuştu. Sayın Bahçeli “AF” konusunu gündeme getirdiğinde kendini bir matah zanneden çoğu AK Partili Bahçeli’ye laf yetiştirme telaşına düştü. Sanki üzerlerine çok vazifeymiş gibi…
Bu arada Sayın Devlet Bahçeli’nin kim olduğunu galiba hatırlatmakta fayda var. 15 Temmuz 2016 Darbesi yaşandığında Erdoğan’a desteğini ilk açıklayan, FETÖ’ye karşı verilen mücadelede hükümete koşulsuz destek veren, olağanüstü halden, Fırat Kalkanı ve Zeytindalı operasyonlarına kadar hemen her konuda milli bir duruş sergileyen Bahçeli’den bahsediyoruz.
Sayın Bahçeli’nin ağzından; “uyuşturucu satıcılarını, kadına şiddet uygulayanları, terör suçlularını, çocuk ve kadınlara cinsel taciz uygulayanları AFFEDELİM” diye bir cümle çıktığını duyanınız oldu mu hiç?
Peki Sayın Bahçeli bunları telaffuz dahi etmediği halde AF konusu mevzuu bahis olduğunda bu tür abes örnekler verilip, MHP lideri neden zan altında bırakılıyor?
Sonuçta ne oldu? Sayın Bahçeli’nin canına tak etti ve “herkes kendi yoluna” diyerek Cumhur ittifakını sonlandırdı.
Sayın Bahçeli’nin bu açıklamasından hemen sonra grup toplantısında konuşan Sayın Erdoğan ise 15 Temmuz darbesi öncesinde Fetullah Gülen’e ve cemaatine methiyeler düzen Bekir Bozdağ’a destek verirken, Bahçeli’yi harcadı. (Türk halkı nezdinde 1000 tane Bekir Bozdağ, Sayın Bahçeli’nin tek bir saçının teli bile etmez iken).
MHP’nin tüm şehirlerde kendi Belediye Başkan adaylarını göstereceği açıklandı ve ilk sürpriz eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ismi üzerinde yaşandı. Böyle bir iddia üzerine ilk açıklamayı Melih Gökçek yaptı ve kendisinin “AK Partili” olduğunu açıklayarak örtülü bir yalanlamada bulundu.
Ancak patavatsızlıkta sınır tanımayan bir AKP yetkilisi! hemen mikrofon karşısına geçip “Sözünü ettiğiniz kişi, bizim partimizde belediye başkanlığı yaptı, görevini bırakması istendi. Gökçek’in görevden alınması iş olsun diye istenmedi. Bunun ötesinde bir yorum yapmayacağım.” şeklinde hadsiz bir açıklama yapınca, ona cevap verme işi yine Melih Gökçek’e düştü ve Melih Gökçek sosyal medya hesabından Hayati Yazıcı’nın sözlerine tepkisini şu ifadelerle dile getirdi: “Ya sabır celle celalühü… Davama zarar vermemek için susmaya devam ediyorum. Benimle ilgili kamuoyunun önüne çıkamayacak bir suçum varsa açıklamazsan namertsin. Hadi yiğitsen devam et. Sabrımı taşırma. Vallahi tozunu atarım.”
Attırır mı? Melih Gökçek “attırırım” diyorsa bence attırır. Gökçek’in bu açıklamasından sonra Hayati Yazıcı’nın bir daha bu türden “yeni yetme ergenler” gibi saçma sapan açıklamalarda bulunacağına ihtimal bile vermiyorum.
Bu seçimler inanın çok zor geçecek.
Sayın Erdoğan’ın işi çok zor.
Parti içinde bu kadar başıboşluk, liyakatsizlik varsa ve AK Parti’nin 31 Mart 2019 Belediye Başkan adaylarını Hayati Yazıcı gibi isimler belirliyor ise bu seçimlerde başarı nasıl sağlanacak? Bazen düşünmüyor da değilim; acaba bu kadar yeteneksiz adamla çalışmayı Sayın Erdoğan’ın kendisi mi istiyor?
Cumhur İttifakı var iken AK Parti’ye destek veren çoğu milliyetçinin yeni durum karşısında MHP’ye destek vereceğine adım gibi eminim.
Oylar bölününce ne olacak? CHP ve HDP birçok şehirde Belediye Başkanlığını kapacak.
AK Parti’nin böyle bir yenilgi yaşamasını dört gözle bekleyen o kadar çok kişi var ki.
Bu seçimde kaybeden AK Parti olmayacak. Kaybeden Türkiye olacak…