Diyarbakır’da üniversite öğrencisiyim. Seksenli yılların başı… Diyarbakır dönüşü otobüs Arat Dağının tepesinde durdu. Hava kış. Tırtır titreyen iki çocuk bindi. Üşümüşler yüzleri mosmor. Elleri nerdeyse titriyor. Otobüsteki sıcak hava onları biraz ısıttı. Koltuklar dolu. Otobüsün ön yapısının yanında ayakta durdular. Bu arada otobüs yürüdü. Arat dağından aşağıya platoya iniyoruz. Muavin biraz ısınan çocuklara seslendi.
“Hadi bizi biraz neşelendirin.”
Çocuğun birisi kutusundan bir keman çıkardı. Omzuna dayadı. Kemanın yayı gevşemiş sarkıyor. Sanki ses çıkarmayacak gibi… Diğeri de torbadan bir darbuka çıkardı. Darbuka bedeninin yarısı kadar var. Göz göze bakıştılar. Aynı anda keman çalmaya ve darbukadan sesler gelmeye başladı. Önce anlamsız gelen sesler sonra güncel bir melodiye dönüştü. Ürkek bir ifadeyle söylemeye başladı.
“Bırakıp gitme dedim
Beni terk etme dedim
Sabuha çok bekledim
Haber bile etmedin
Vicdansız Sabuha
Sabuha, Sabuha”
Çocuklar yılların müzisyeni gibi kendilerini müziğin ritmine kaptırmış etrafı görmüyorlardı. Hatta kemanı çalan arada gözlerini kapatıyordu. Darbukacı ritmini bozmadan vuruşların şiddetini azalttı. Darbuka sesi azaldı. Şarkıyı söylemeye başladı.
“Kalbim aşkınla yanmış
Meğer gönlüm aldanmış
Yalan sevgine kanmış
Alın yazım karaymış
Vicdansız Sabuha
Sabuha, Sabuha”
Yolcular mest, çocukların sanat icrasına hayran hayran bakıyordu. Birecik köprübaşına kadar bu konser sürdü. Bir türküyü havalandırıp diğerine geçtiler. Köprübaşında otobüs durdu. Darbukacı darbukayı ters çevirip arada dolaştı.
“Gönlünüzden ne koparsa!” demeyi de ihmal etmedi. Bazıları para attılar darbukanın içine. Sonra çocuklar indi.
Bu çocukları diğer seferlerimde de hep gördüm. Nizip’e varmadan otobüsten iniyor, Birecik’e gelen başka bir otobüsle geri dönüyorlar. Sınırlar Nizip ile Arat Dağı arası.
Yolları Birecik’ten geçmeyenler onları Yılmaz Güney’in Yol filminde de görmüş olabilir. O filmde de otobüs Birecik’ten geçerken iki çalgıcı çocuk biner, sanatlarını icra ederler otobüste.
Kim bu çocuklar? Bu gün neredeler?
Birecik’in neşeli yüzleri olan bu insanlar Mıtrıp denilen çalgıcı toplumudur. Birecik’te bir mahallede toplu olarak yaşarlardı.
Mıtrıplar Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan müzikle uğraşan geniş bir etnik toplumdur. Ülkemizde de Diyarbakır, Van, Doğubeyazıt ve Birecik’te yaşarlar. Bu gün tüm dünyada 500- 600 bin kadar vardırlar.
“Biz iki yüzyıl önce Mısır’dan gelmiş bir aşiretiz. Diyarbakır’da 15 bin Dom var ama bütün bölgede 100 bin civarında bir nüfusa sahibiz. Burada bize Dom ya da Roman diyorlar, Mardin’de Mıtrıp, Van’da başka bir şey diyorlar. Ama hepimiz bir aşiretteniz. Ben sadece buradaki Domları değil, bütün bölgedeki Domları tanıyorum. Çünkü bir aşiretiz, akrabayız hepimiz”
Vecdi Erbay, Gazete Duvar.
“Mıtırblar Mıtırb, mıtırp, motreb veya mıtrıp olarak tanımlanan gruplar Türkiye’de, Siirt, Hakkâri, Van, Diyarbakır gibi yörelerde daha çok ‘çingene’ topluluklara verilen isimlerden bir tanesi olarak göze çarpmaktadır (Andrews 1992; Özkan 2000). Çoğunlukla Çingene toplulukları arasında addedilen bu toplulukların belirgin özelliği ise daha çok müzik ile meşgul olmalarıdır.”
Mıtrıplar Ve Mıtrıplık; Necat Keskin, Folklor ve Edebiyat Dergisi.
“Mıtrıplar diğerlerinden ayıran özellik: “Bölgedeki diğer topluluklar tarafından Mıtırb ile karşılaştırıldığında Kereçi, ‘kirli’, ‘kavgacı’, ‘uzak durulması gereken’ biridir. Mıtırb ise, giyinmesini, kuşanmasını, konuşmasını, nerede nasıl davranmasını bilen biri olarak algılanmaktadır. Kereçi ‘dilenir’, Mıtırb ise yaptığı bir iş karşılığı ‘pay’ını ister.”
Mıtrıplar Ve Mıtrıplık, Necat Keskin, Folklor ve Edebiyat Dergisi.
Mardin’de müzikle uğraşan topluluklara Dom denilmektedir. Domlar ya da mutrıplar içinde yaşadıkları toplumun dilini kullanırlar. Bu nedenle yaşadıkları yere göre Türkçe, Arapça ve Kürtçe konuşmaktadırlar.
Asılları nedir bu konuda farklı görüşler vardır. Anadolu’da genelde Anadolu’nun doğusunda ve güneydoğusunda farklı kentlerde Mıtrıp topluluklar vardır. Diyarbakır, Van, Doğubeyazıt, Birecik... Doğubeyazıt mıtrıpları “mıtrıp” sözünden hoşlanmaz. Biri “mıtrıp” dediğinde hemen müdahale edip sözü ”beyzade” diye düzeltir.
Birecik’teki mıtrıplar da bu toplukların bir parçası olma olasılığı yüksektir. Bazıları köken olarak Halfeti’den geldiklerini söylerken bazıları da Suriye’den, Tunus’tan geldiklerini söyler. Kendilerini, Türkmen, Kürt olarak tanımlayan mıtrıplar da konuşmuştum.
Bundan kırk elli yıl önce bir mahalle oluşturan Mıtrıplar günümüzde sayıları iyice azalmıştır. Daha önceki yıllarda demirci, kalaycı, derici, dişçi, sünnetçi, falcı gibi meslekler icra eden Mıtrıplar; zamanla bu mesleklerin yok olmasıyla birlikte sadece müzikle uğraşmaya başladılar. Düğünlerde çalgı çalar, yazının başında anlattığım gibi otobüslerde çalar-söyler. geçimlerini bu biçimde sağlarlardı.
Yıllar önce konuştuğum bir Mıtrıp;
“Birecik’te kimse kalmayacak. Artık; sadece çalgıcılık yapmak istemiyoruz. Berber, terzi, kahveci olmak istiyoruz. Ancak bizi o işlerde görenler pek yakıştıramıyor, arada aşağılayanlar da oluyor. Bu yüzden büyük kentlere gitmek istiyoruz. Orada bizi kimseler tanımıyor. Başka alanlarda çalışıyoruz.” demişti.
Bir başkası:
“Düğünlerde çalıp herkesi eğlendirmeye çalışıyoruz. Mesleğimizin hakkını vermeye çalışıyoruz. Ancak kendini bilmez insanlar çıkıyor tüm toplumun içinde bizi aşağılıyorlar. Artık bu tür hakaretlere uğramak istemiyoruz. Bizi rencide ediyor. Bize insan gibi davransa herkes… Biz de strese girmeden herkesi eğlendiririz. ”
Şimdilerde Birecik’te çok azaldılar. Adana’ya, Antep’e, İstanbul’a kadar uzandılar. Bu günlerde Birecik’te bir ya da iki çalgıcı grubu var. İbey’in ekibi vardı. Bir de Daltonlar. Şimdilerde sadece bir müzisyen ekibi var.
Yıllar önce Birecik’te bir kahvede oturup çay içmiştik. İkisi kardeşti, diğerleri de yakınları. Adlarını kullanmamak kaydıyla konuştular.
“Atalarımız Halep’te, Şam’da saraylarda ut çalarmış. Sonra buralara göçmüşüz.”
“Müzik ile nasıl oldu ilişkiniz?
“Gözümüzü müzik aletleriyle açtık. Çocukken bize aletleri vermezlerdi ama leğenleri ters çevirir, darbuka gibi çalardık. Böyle başladık. Sonra kemanı verdiler, udu verdiler. Kulağımız zaten hazırdı. Kısa zamanda çalmaya başladık aletleri. Büyüklerin yanında düğünlere götürülmeye başladık. Sonra da otobüslerde mini konserler.”
Daltonlar ekibinden Ahmey:
“Babam kabak kemane yapardı. Annem de leğeni ters çevirir. “Yoğrurt koydum dolaba” türkürüne ritim yaptırmaya çalışırdı. Babam da bize “Gidenin üçü güzel” türküsünü kemanla çaldırmaya başlardı. Evde biraz mesafe alınca tünelin üstünde üç tane mağara var. O mağaralara arkadaşlarımızla gider keman, darbuka çalmaya çalışırdır. Böylece çalmayı öğrendik. Nota bilmeyiz.”
“Çocukken büyüklerimiz bizi düğünlere götürürdü. Biz çocuklar onları dikkatle izlerdik. Onların her hareketini izlerdik. Müzik aleti çalmalarını, hal ve tavırlarını kameraya çeker gibi yüreğimize kaydederdik. Sonra da onlara özenmeye başladık. Merak bizi çalgıyı çalmaya götürdü. Sonra kendimizi düğünlerde çalarken bulduk.”
“Babam bizi çalgıcı değil de terzi, berber olarak yetiştirmek de istedi. Bu nedenler berbere, terziye çırak verdi. Ama olmadı. Pek rahat edemedik. Bazılarımız bu sebeple Antep’e, Adana’ya göçtü. Farklı meslek sahipleri oldular.”
Birecik’te onlarsız düğün olmaz. Çalgıcılar onlardır. Günün moda şarkılarını keman, ud, darbuka, davul, zurna çalarak icra eder, hem de söylerlerdi. Öyle yabana atılacak sesler de değildi. Yine ülkemizin önemli müzisyenlerinden birisi Halil Karaduman bu topluluktan çıktığı için övünmeden de geçemezler.
Ahmey:
“Halil Karduman okul arkadaşımdı. Babası işsizlik yüzünden Antep’e göçtü. Aramızdan ülke çapında tanınan sadece o değil. İçimizden çıkan önemli müzisyenler var. Müzik hocaları var. Edirne’de konseratuvarda öğretim görevlisi Selahattin Elek var mesela. İyi de keman çalar. Aydın Elek yine kemancı. Tatlıses’in ve Seda Sayan’ın konserlerinde keman çalardı. Güler Işık’a da çalan arkadaşlarımız var.”
Yıllardık Birecik insanının mutlu günlerini neşelendiren, onları eğlendiren bu güzel insanlara herkes borçlu. Çocukluğumuzda daha görünür olan, Birecik’te bir mahalle oluşturacak kadar çok bu hayatın gülen yüzleri şimdilerde görünmez oluyor. Alıp başını alanlar gurbet ellere gidiyor. Bu gün koca Birecik’te onların görünen yüzü “Daltonlar” adlı müzik grubu kaldı.
Daltonlar bir aile grubu. Aralarında yabancı yok. Ahmey:
“Pandemi günleri bizler için çok zor geçiyor. İş yok. Başka da gelirimiz yok. Büyüklerimiz de bizi sormuyor. Bu sıkıntılı günlerde kimseden destek görmüyoruz. Oysa biz onların her çağrısına karşılıksız giderdik. Gelenleri karşıladık, misafirlerini ağırladık, eğlendirdik. Düğünlerinde halkı eğlendirdik, mutlu ettik. Şimdi sanatımızı icra edemediğimiz pandemi günlerindeyiz. Destek bekliyoruz.”
Ne diyelim. Zaten azala azala bir avuç kalmışlar. Onların da renkleri zaten solmuş, kaybolmak üzere…
Cuma Karataş.
Fotoğraf: Ali Özkaplan