CİRCİS PEYGAMBER EFSANESİ
Hz.İsa’nın havarilerini görüp onların aracılığıyla İman etmiş olan (George) Circis, gününü Allah’a ibadet, fakir ve yoksullara yardımla geçiren bir Hıristiyan ermişidir. Zalim hükümdarlara karşı hakkı ve hakikati anlatmaktan çekinmeyen Circis, herkesin yardımına koştuğundan sevilip sayılmıştır.
Hz. İsa’nın mesajını yaydığından, yaşadığı şehrin hükümdarları tarafından hep eziyet ve işkencelere uğratılmış hatta bu işkenceler sonucu öldürülmüştür.
İslam inancındaki Hızır (A.s)’ın misyonunu Hıristiyan inancında sürdüren biri olarak görülür.
Circis Peygamber ateşe atılmış ve daha sonra kemikleri getirilerek bugünkü Peygamberler Camii olarak bilinen yere (eskiden kilise imiş) gömülmüştür. Hatta bu kilise ismini Circis’ten almıştır.
Urfalılar arasında peygamber olarak bilinen bu Hıristiyan ermişi, gerçekte bir Hıristiyan azizidir.
Kemiklerinin bulunduğu camiyi onaran Urfalı bir hayırsever, hem bir kitabe hem de bir şiir ekleyerek onu anmıştır.
Hz. İsa’ya iman ettiğinden onu inanmış bir Müslüman olarak görebiliriz.
Ayrıca peygamber olmadığını da unutmamak gerekir.
Zira Hz. İsa ile Muhammed arasında hiçbir peygamber gelmemiştir, İslam tarihçileri bu döneme fetret devri demişlerdir.
Anlatıldığına göre bir gün fakir bir kadın, ineğinin kaybolduğunu ve kaç gündür aramasına rağmen bulamadığını söyler.
Ayrıca bundan dolayı da durumun çok kötü olduğunu anlatır.
Kadının haline dayanamayan Circis, onun ineğinin ölmüş olduğunu ve falan yerde yattığını, elindeki sopayı vererek bu sopa ile o ineğe vurmasını söyler.
Kadın Circis’in elinden sopayı alıp tarif edilen yere gider.
Ölmüş olan ineğine Circis’in verdiği sopayla vurur.
İnek olduğu yerde dirilir.
“Yine rivayete göre Circis Filistin ahalisinden olup, İsa havarilerinin arta kalanlarıyla görüşmüş salih bir zattı.
Ticaretle meşgul olarak kendisini insanlara muhtaç olmaktan kurtardıktan başka, artanını muhtaç ve miskinlere ihsan ederdi. Bir gün Musul’a gitmek üzere hazırlandı.
Onunla ilgili haberleri bize İbn Humeyd söyledi, ona ve arkadaşlarına selam söylemiş, o, İbn İshak yoluyla Vahb bin Münebbih’ten ve diğer bilginlerden rivayet eder:
Bu sırada, Musul’da, sütün Suriye’yi ele geçirmiş olan Dazane hükümet sürüyordu.
Cabbar ve zalim olan bu zata tanrıdan başka karşı koyacak kudret yoktu.
Filistin ahalisinden olan Circis ise salih bir zat olup, yine salih ve inanan arkadaşlarıyla birlikte imanlarını halktan saklıyorlardı.
Bu salih insanların hepsi de son havarilerin zamanında yaşamış, onların öğütlerini işitmiş, onlardan bilgi öğrenmişlerdi.
Büyük bir tüccar olan Circis’in parası çoktu, çokta sadaka verir, (hatta) bütün malını ihsan ettiği zamanlarda olurdu.
Bazen elinde bir şey kalmaz, fakir düşer, fakat sonra yine çok para kazanarak eski servetinin birkaç mislisine sahip olurdu.
Onun para ve ticaret işi işte böyle olup, bu işe rağbet etmesi de yalnız sadaka vermek ihsanda bulunmak istemesinden
ileri geliyordu.
Bu maksat olmadığı takdirde, fakirliği zenginliğe tercih ederdi.
O, Tanrı’ya ortak katanların kendisine aldırarak eziyet vermelerinden korkardı.
Bir gün, Musul’a gidip hükümdara hediye vermek maksadıyla yola çıktı.
Maksadı onun himayesine sığınarak, o zaman hükümet süren diğer hükümdarların nüfusu altına düşmekten kurtulmaktı.
Musul hükümetinin katına geldiği zaman, o, kavminin reisleri ve büyükleri etrafında olduğa halde toplantı salonunda bulunuyordu.
Ateş yakılmış, muhalefet edenlerin cezalandırılması için bütün işkence aletleri hazırlanmıştı.
Hükümdar, Efl un adı verilen putlarında oraya getirilmesini emretmişti.
Ahali bu putun önünden geçirildiği zaman puta tapmayanları ateşe atıyor ve türlü türlü işkencelere tabi tutuyorlardı.
Circis bu hali pek çirkin buldu ve büyük bir hadise saydı, bu hükümdarla mücadeleye girişmeyi düşündü.
Yüce Tanrı Circis’in kalbinde bu hükümdara karşı düşmanlık duygusu ve onunla savaşmak fikri yarattı.
Circis, hükümdara sunmak maksadıyla getirmiş olduğu paraları kendi dilinde olanlara dağıtarak elinde bir şey bırakmadı, hükümdarı mal ve para ile yenmekten iğrenerek, bizzat kendi şahsını ortaya atmak suretiyle onunla mücadeleye karar verdi.
Hükümdarın kızgın olduğu bir zamanda onun katına giderek: Bil ki, sen bir köleden başka bir şey değilsin, kendin içinde, başkası içinde hiçbir
şeyin yoktur, senin üstünde bulunan, sana ve başkalarına sahip olan zat, seni yaratan, yediren ve içiren zattır, O seni öldürür ve diriltir,
sana faydası ve zararı dokunabilir, sen, O’nun emriyle yaratılan sağır, dilsiz, konuşmak kudretinde olmayan, işitmeyen, zararı da faydası da dokunmayan ve seni hiç de Tanrı’dan müstağni kılmayan bir şeyi mabut edinerek altın gümüşle süsledin, onu insanlar için bir fitne kıldın, yaratanı, bırakarak ona ibadet ettiğin gibi başkalarını da onlara tapmağa mecbur ettin, ona Rabbim diye hitap ettin, dedi.
Circis hükümdara buna benzer sözler söyleyerek Tanrı’yı ululadıktan sonra, putları tarif ederek onların mabut olmağa layık olmadıklarını anlattı.
Hükümdar onun kim olduğunu ve nereden geldiğini sorunca, Circis cevap olarak: Ben Tanrı’nın kölesiyim ve onun kölesi olan bir
adam ve bir kadının oğluyum, kullarının en aşağısı ve ona en muhtaç bir bendesiyim, O beni topraktan yarattı, yine toprağa döneceğim,
diye kendisini tanıttıktan sonra, niçin geldiğini söyleyerek, nihayet hükümdarı putlara tapmaktan vazgeçerek Rabbi’ne ibadete davet etti.
Hükümdar ise tersine olarak Circis’i kendi putlarına tapmağa çağırdı (ve onun sözlerine:) hükümdarların hükümdarı diye iddia ettiğin ilah senin Rabbin olsaydı, etrafımdaki hükümdarlar üzerinde eserim görüldüğü gibi, senin üzerinde de Rabbi’nin iz ve eseri gözükürdü, deye itiraz etti.
Circis, Tanrı’yı takdis ederek onun eserlerini ululadıktan sonra daha şunları ilave etti: Kavminin adamlarından olan Tarbaklina, ulu sayıldığı halde senin valin olmakla İlyas’a göre ne kazanmış ve akıbeti ne olmuştur?
İlyas’a gelince, o Tanrı’nın yakın adamı olmakla pek yüksek derecelere ermiştir.
O, önceleri pazarlarda dolaşıp yemek yiyen adi kimse olduğu halde, (sonradan) Tanrı’nın öyle muhterem bir kulu derecesine yükseldi ki, Tanrı onun vücudunda kanatlar yaratarak nurdan elbiseler giydirdi.
O, böylece hem insan hem melek, hem yer ve gökyüzünün varlığı olarak meleklerle bir sırada uçtu.
Sen bana Meclitis’in, (Magnentius’un) halinden haber ver.
Kavminin büyüklerinden olan bu adam, senin valin olmakla, Mesih bin Meryem’e göre ne kazanmıştır?
Mesih’in Tanrı’nın yakın kullarından olmakla neler kazandığını bir düşün?
Tanrı onu dünyadaki bütün insanların en meziyetlisi kıldı ve annesini de, dikkatle düşünenler için kendisinin bir harikası eyledi.
Circis bundan sonra Tanrı’nın Mesih’i ne gibi özelliklerle başkalarından ayırmış olduğunu anlatarak şunları ekledi: Tanrı’nın, İsa’yı göndermek için seçtiği, karnını onun temizlediği ve bütün kadınların ulusu yaptığı o temiz ve iffetli ruhu düşün.
Bana Ezbil (adlı kadının) senin himayende olmakla ne kazandığını söyle.
Senin tarafından ve milletinden olan bu kadın, büyük hükümdarının yanında olduğu halde neye uğradı?
Evinde iken üzerlerine köpekler saldırarak etini dişleriyle ısırıp yediler, kanını yaladılar, tilki ve sırtlanlar azalarını sürükleyip götürdüler.
Onun haini, Tanrı’nın yakın kullarından olan Meryem’in kazandığı şeref ve derece ile mukayese et, diyerek sözlerini bitirdi.
Hükümdar: “Sen, bizim bilmediğimiz şeyler hakkında sözler söylüyorsun, adlarını zikrettiğin öteki iki adamı katıma getir de durum ve işlerini görelim, çünkü ben, bu hallerin insanlarda olmasına inanmıyorum” dedi.
Circis: Senin bu inkârların, batıl şeylere ilah diye inanmandan ileri gelmiştir, öteki iki adama gelince, onlar arınarak kendilerini örnek edinerek onlar gibi emel ettiğin takdirde yanına gelirler, yoksa sen onları hiçbir zaman göremezsin, dedi.
Hükümdar ona: biz sende birçok suç ve kusur bulduk, senin yalancı olduğun anlaşılmıştır, çünkü ispattan aciz olduğun bir takım şeylere övündün onları ispat edecek delil göstermedin, dedikten sonra, iki şeyden birini seçmeyi onun arzusuna bıraktı: Ya Eflun putuna secde edecek veya işkenceye tutularak cezalandırılacaktı.
Circis ona: Eflun, üzerimizdeki göğü kaldıran ve şu varlıkları yaratan zat ise, isabet ederek bana iyi bir öğüt vermiş olursun, yoksa ey uğursuz melun, köpek gibi sürünerek benden uzaklaş! dedi.
Circis’in kendisine ve ilalarına sövüp saydığını işiten hükümdar sehpanın getirilmesini emretti.
Onu işkenceye tabi tutmak üzere sehpalar dikildi, vücuduna demir tırmıklar batırılarak tırmalandı, böylece deri ve damarları parçalandıktan sonra ölmediğini görünce, altı tane büyük çivi getirilmesini emretti.
Ateş gibi kıpkırmızı oluncaya kadar kızartılan çiviler onun kafasına batırıldı, beyni aktı, fakat yine ölmedi.
Bunun üzerine hükümdar onu yanana çağırarak.
Bu işkencenin acısını duymadın mı? diye sordu.
Circis ona: Ben sana, nefsinden yakın olan Rabbi’nin bulunduğunu söylememiş miydim? deyince, hükümdar: Evet söylemiştin, deye cevap verdi.
Curcis: İşte O Rab senin işkenceni benden def ederek sana karşı bir delil olsun diye bana dayanaklık verdi.
Circis’ten bu sözleri işiten hükümdar başına bir felaketin geleceğini açık olarak bildi, kendi hayatından ve devletinin zevalinden kortu.
Bunun üzerine Circis’i ebedi olarak hapsetmeği kararlaştırdı.
Kavminden bazı adamlar; onu serbest olarak konuşur bir halde hapse atarsan, halkı senin aleyhine çevirmesi mümkündür, onun Çin başkalarıyla konuşmayacak bir hale sok, dediler.
Bunun üzerine hükümdar onun yüzükoyun yere yatırmasını, iki kol ve iki ayağının dört köşeye çakılan dört demir kazığa bağlanmak suretiyle sırtına su mermerinden yapılmış bir sütun konmasını emretti.
Bu sütunu yedi kişi kaldırmak istediyse de kımıldatamadılar, bundan sonra on dört kişi denedi, fakat onlarda kaldıramadılar.
Nihayet on sekiz kişi kaldırarak Circis’in sırtına koydular.
Circis o günü bu sütunun atında geçirdi.
Gece karanlığı bastırdıktan sonra Yüce Tanrı onun yanına bir melek gönderdi.
Bu, Tanrının Circis’i ilk olarak meleklerle kuvvetlendirmesi ve ona olan ilk vahi idi.
Melek taşı onun üzerinden atarak el ve ayaklarını demir kazıklardan çözdü, yedirdi, içirtti, müjde vererek onu teselli etti, sabahleyin de hapishaneden çıkardı.
Sonra ona: Düşmanının yanına gidip onunla kutsal savaşta bulun.
Tanrı, sana şunları söylememi emretti: Ben seni düşmanınla yedi yıl sınayacağım, o seni bu yedi yıl içinde dört defa öldürecek, fakat ben
her defasında seni dirilteceğim, ancak dördüncü defasında ruhunu vücuduna iade etmeyip kabul ederek alacağım ve sana bol bol sevap
vereceğim.
Sabahleyin halk Circis’in birdenbire yanlarına gelerek Tanrı’ya imana çağırmakta olduğunu gördüler.
Hükümdar: Circis değil misin? diye sorduğu zaman, O: Evet, benim, diye cevap verdi.
Seni kim kaçırdı? diye sorunca da: Kudret ve saltanatı senen saltanatından üstün olan Zat çıkarttı dedi.
Kalbi hiddetle dolan hükümdar, hiçbirini bırakmadan her türlü işkence aletini getirtti.
Bunlarınnkendisi için hazırlandığını gören Circis kalbinde korku duydu isi de, korku duyduğu için yüksek sesle kendi nefsini azarlamağa başladı.
Circis’in böyle hazır olanlar da kendisini duyacak şekilde kendisini azarlamasından sonra onu iki ağaç arasına alarak azalarını çektiler, başının tepesine kılıçla vurarak iki parça halinde yere yuvarladılar, sonra parçaları alarak ufak ufak doğradıktan sonra aslanlar bulunan kuyuya attılar.
Suçluların atılması için tahsis edilen bu kuyuda yedi tane aslan vardı.
Tanrı hayvanlara Circis’e saygı göstermelerini ilham etti.
Aslanlar, boyunlarını büküp pençeleri üzerine durarak ona eziyet etmekten sakındılar, Circis o günü ölü halinde geçirdi.
Bu onun ilk olarak ölüm acısını tatması idi.
Gece karanlığı bastıktan sonra, Tanrı kendi kudreti ile onun vücut parçalarını topladı, ruhunu iade etti ve sonrada bir elek göndererek onu kuyunun dibinden çıkarttı.
Onu yedirip içiren, müjde veren ve teselli eden melek sabahleyin ona: Ey Circis! diye hitap ettiği zaman, O: Söyle, cevap veriyorum, dedi.
Melek: Ey Circis bil ki, seni kuyunun dibinden çıkaran kudret Âdem’i topraktan yaratan kudrettir, düşmanın yanına giderek Tanrı rızası için onunla kutsal savaşta bulunan, sabreden, hayırlı insanlar gibi öl, diye hitap etti.
Circis yine birdenbire halkın yanına çıka geldi. Ahali Circis’in nölümüne sevinerek bayram ediyordu.
Circis’in yanlarına gelmekte olduğunu görünce: Şu adama bakın, ne kadar da Circis’e benziyor,
dediler. Hükümdar: Onun Circis olduğu malum, hatta ta kendisidir, sakin ve az heybetli olduğunu görmüyor musunuz? dedi.
Gelen zat: Evet, ben Circis’in kendisiyim, siz ne kadar kötü bir kavimsiniz ki, beni öldürerek gövdemi parçaladınız, sizden çok daha iyi ve merhametli olan Tanrı beni dirilterek ruhumu vücuduma iade eti.
Haydi, sizde benim şahsımda harika ve delillerini göstermiş olan ulu Rabbinize iman ediniz dedi ise de onlar yüzlerini birbirlerine çevirerek: Bu
sihirbazdır, ellerinizi ve gözlerinizi büyüledi, diye konuştular ve ona karşı koymak için memleketlerinde bulunan sihirbazları bir araya topladılar.
Hükümdar sihirbazların başına: Beni teselli edecek en büyük sihrini göster, dediği zaman büyücü bir öküz istedi ve getirilen öküzün bir kulağına üflediği zaman, kulak ikiye bölündü, ikinci kulağına üfleyince de bir öküzden iki öküz husule geldi.
Bundan sonra tohum getirerek bunları yere ekti. Tohumlar yerden ekin olarak çıktı, büyüdü, yetişti, onları orakla biçti, demetlerini dövüp rüzgârda savurdu, un haline getirdi, hamur yoğurdu, ekmek pişirdi, yedi ve bunların hepsini de bir saat içinde yaptı. Hükümdar sihirbazdan:
Circis’i hayvan suretine sokabilir misin? diye sordu.
Hangi hayvan suretine sokmamı istiyorsun? diye sorunca, hükümdar: Köpek şekline, dedi. Sonra sihirbaz bir bardak su getirerek üzerine üfledi ve bunu Circis’e içirtilmesini söyledi. Circis suyu son damasına kadar içti ve: Kendini nasıl buluyorsun? diye soran sihirbaza: İyilikten
baka bir şey duymuyorum, çok susamıştım, Tanrı bana bu içkiyi ihsan ederek size karşı kuvvet verdi, diye cevap verdi.
Bunun üzerine sihirbaz hükümdara: Ey hükümdar, bil ki, kendi benzerinden biriyle karşılaşmış olsaydı onu yenerdin, fakat kendine karşı konulması imkânsız olan göklerin Cebbarı ile karşılaşıyorsun, dedi.
Bu sırada fakir ve miskin bir kadın, Circis’in acayip şeyler göstermekte olduğunu işiterek, ağır işkence içersinde iken bir gün onun yanına çıka geldi.
Kadın ona: Ey Circis, ben fakir bir kadınım, tek öküzüm vardı, onunla tarlamı sürerdim, ondan başka malım ve geçinme vasıtam yoktu, fakat şimdi öldü, merhamet ve yardım ümit edip senin katına geldim, Tanrı’ya dua ette beni öküzümü diriltsin, dedi.
Kadından bu sözleri duyan Circis’in gözleri yaşararak, öküzünü diriltmesi için Tanrı’ya dua etmeye başladı.
Sonra kadının eline bir değnek vererek: Öküzünün yanına git de bu değnekle vurarak: Ey öküz, Tanrı’nın izniyle diril, diye seslen, dedi.
Kadın: Ey Circis, öküzüm bundan birkaç gün önce öldü, yırtıcı hayvanlar onu parçaladı, seninle aramızda birkaç günlük yol olduğu için, buraya
gelinceye kadar da oldukça vakit geçti, dedi.
Circis ona: Öküzün tek bir dişi kalmış olsa dahi bu değnekle ver, o Tanrı’nın izniyle yerinden kalkar, diye cevap verdi.
Bundan sonra kadın öküzün öldüğü yere geldi.
Gözüne çalınan şey, ancak boynuzu ile kuyruğunun kılı oldu.
Bunları bir araya getirdikten sora Circis tarafından verilen değnekle onun tarafından söylenmesi emredilen sözleri söyledi.
Öküz dirilerek yaşadı, kadında onunla işlerini gördü.
Öküzün dirilmesi hakkındaki haber hükümdara ve onun yanında bulunanlara işittirildi.
Sihirbaz hükümdara söylemek istediklerini söyledikten sonra, etrafında bulunan ululardan biri ona: Siz bu adamın yaptıklarını hep sihre hamlederek, el ve gözleri büyülemiş olduğunu söylediniz, görüyorum ki, onu işkenceye tabi tuttuğunuz halde ona tesir etmedi, öldürdüğünüz halde ölmedi, siz, kendisinden ölümü uzaklaştıran veya öldükten sonra dirilen sihirbaz gördünüz mü? dedikten sonra, onlara yukarıdaki öküz kısasını anlatarak, ona sihirbazlık isnat etmelerini reddetti.
Hükümdarla arkadaşları ona: senin bu sözlerin, onun lafl arını işiterek tesir atında kaldığını gösteriyor, dedilerse de, o: Onu gördüğümden beri durumu beni hayret içinde bırakmaktadır, diye cevap verdi. (Adamlar : ) Seni yoldan saptırmış olacak, dedikleri zaman, yine: Ben iman ettim, Tanrı’yı tanık yaparak teyit eylerim ki, sizin tapmakta olduğunuz putlardan bezdim, dedi.
Hükümdar ve yanında bulunanlar derhal hançerlerle onun üzerine yürüyerek dilini kestiler ve çok geçmeden öldürdüler.
Fakat halktan onun inanmış olduğunu saklayarak koleradan öldüğünü ve söylemek istediklerini bildirmeden tanrı tarafından öldürüldüğünü ilan ettiler.
Circis, hükümdar ile adamlarının, ölen zatın iman etmiş olduğunu sakladıklarını görünce, ahaliye meseleyi anlatarak sözlerini onlara nakletti.
Bunun üzerine dört bin adam onun yolunu takip edip imana geldiler ve: Doğru söyledi, söyledikleri ne güzeldir, Tanrı onu yarlıgasın diye, kendisi için dua ettiler.
Hükümdar bu inananların üzerine saldırarak zincirlere vurdu, burun ve kulaklarını kesti, gözlerini oldurdu ve ibret verici başka işkencelere katlandırarak hepsini de yok eti.
Hükümdar onları imha ettikten sonra da Circis’e: Rabbi’ne dua edip onları diriltsene, ölümlerine sen sebep oldun, bu bir cinayettir, dediği zaman Circis: Tanrı seni onlara musallat etmekte, onlar için hayırlısını seçti, diye cevap verdi.
Hükümdarın büyüklerinden olan Meclitis adında biri Circis’e: Ey Circis, sen ilahının, mahlûkları yoktan yaratığını, sonra da tekrar dirildiğini iddia ediyorsun, ben sandan bir şey isteyeceğim, ilahın bunu yaparsa ona imanla seni tasdik ederek kavmimden koruyacağım; gördüğün gibi bizim on dört minberimiz var, kullandığımız bir soframız, bunun üzerinde de tabaklar kadehlerimiz var, bunların her biri kurumuş muhtelif ağaçlardan yapılmıştır, Tanrı’na dua et de bu tabaklarla minber ve sofrayı tabii hallerine iade etsin, hepsi de eski tabii hallerinde oldukları gibi yeşillensinler, onları tabii hallerinde oldukları gibi renk, yaprak, çiçek ve meyveleriyle birbirlerinden ayırabilelim, dedi.
Circis: Sen kendin için olduğu kadar benim için de çok güç bir şey istedin, bunların her biri Tanrı için kolay şeylerdir, dedikten sonra Tanrı’ya dua etmeğe başladı. Daha onlar yerinden kımıldamadan önce minber ve tabaklar eskiden olduğu gibi kökleri yere batmış, kabuklanmış, dallanmış, yapraklanmış ve çiçek açarak meyvelenmiş bir hale gelmişler, her ağacı kendi adıyla anmak imkânı hâsıl olmuş, renk, çiçek ve meyveleriyle birbirlerinden ayrılmışlar.
Meclitis ve halk bunu gördükten sonra, bu adam Circis’i çağırarak, halka hitaben: Ben bu sihirbazı, hilesini ortadan kaldıracak şekilde cezalandıracağım, dedikten sonra bakır getirtti ve bundan içi boş bir öküz heykeli yaptırdı, sonra heykelin içini yağ, kurşun, kibrit ve arsenik ile oldurarak Circis’i de beraber kapattı.
Sonra heykelin altına ateş yaktı.
Ateş o derece hiddetli idi ki, heykel ateş kesildiği gibi, içinde bulunan her şey eriyerek birbirine karışıyordu.
Circis bu heykelin içinde öldü.
Bundan sonra Tanrı şiddetli bir rüzgâr gönderdi, gök karanlık buutlarla doldu bu bulutların içersinde arkası kesilmeyen yıldırımlar parlıyor, gök gürlüyordu.
Yüce tanrı bundan başka kasırgada gönderdi, gök ile yerin arası tozla doldu, hava karardı.
Onlar hayret içinde gece ile gündüzü ayıramadan birkaç gün geçirdiler.
Bundan sonra yüce Tanrı Mikail’i gönderdi.
Mikail heykeli yukarıya kaldırdıktan sonra ara o derece şiddetle vurdu ki, bunun sesini bütün Suriye ahalisi işitti ve korkunun şiddetinden hepside baygın bir halde yüzüstü yere yuvarlandılar.
Circis sağ selim heykelin içinden çıktı ve onlara hitap ederek söz söylemeğe başlayınca karanlık ortadan kalktı, yerle gök ağarmağa başladı ve ahali de kendisine geldi.
Aralarından Turkablina adında biri: Ey Circis, bu acayip işleri
Rabbin mi, yoksa sen mi yapıyorsun, bilmiyoruz, eğer bunları Rabbin yapıyorsa, ona dua ette şu kabristandaki ölüleri diriltsin, orada bizim
tanıdığımız ölüler bulunduğu gibi, eskiden ölmüş olanlar da var, Rabbi’ne dua et, onları diriltin de konuşalım, dedi. Circis: tanrının
sizin günahlarınızı affetmesi ve bu harikaları göstermesi, kendi kudretini ortaya koyan delilleri tamamlamak içindir, siz bu harikaları
gördüğünüz halde ona iman etmemekle onun dargınlığını kazanacaksınız, dedikten sonra mezarları kazıttı.
Hepsinin içinde çürümüş kemikler gözüktü.
Circis duasına devam ederken, daha ahali yerinden ayrılmadan on yedi kişi gözüktü, bunların dokuzu erkek beşi kadın üçü çocuktu. Aralarından biri çok ihtiyardı.
Circis ondan: Ey ihtiyar, adın nedir, ne zaman ölmüştün? diye sorduğunda, ihtiyar: Adım Yubil’dir, falan zaman ölmüştüm, dedi. Hesap ettiklerinde ihtiyarın dört yüz yıl önce ölmüş olduğunu anlaşıldı.
Circis’in bu harikalarını gördükten sonra adamlar hükümdara: Sen onu, hiçbir işkenceyi bırakmadan cezalandırdın, yalnız aç ve susuz bırakmak
kaldı, dedikten sonra, Circis’i aç ve susuz tutmağa karar vererek çok ihtiyar bir kocakarının evine hapsettiler.
Kadının evi müstahkem ve yanında da kör, dilsiz, kütürüm kütür bir oğlu vardı.
Onlar Circis’e hiç kimse tarafından yiyecek ve içecek verilmemesi şartıyla bu eve kapattılar.
Circis çok acıktıktan sonra koca karıdan; yiyecek ve içecek bir şey yok mu? diye sordu.
Kocakarı, and içerek söylüyorum ki, şu şu vakitten beri yiyecek hiçbir şeyimiz yoktur, fakat ben evden çıkarak senin için bir şeyler ararım dedi.
Circis; sen Tanrı’yı tanır mısın? dediği zaman, tanırım, diye cevap verdi.
İbadet eder misin? diyince, hayır diye mukabele etti.
Circis onu Tanrı’ya çağırınca, Kocakarı iman edip onu tasdik etti, sonrada yiyecek aramak üzere evden çıktı.
Kadının evinde, binanın ahşap kısmını tutan kurumuş bir direk vardı.
Circis’in dua etmeye başlamasıyla ağaç yeşillenerek her çeşit meyveye peyda oldu, bu cümleden lebba bile yetişti.
Ebu Cafer; lebba, Suriye’de yetişen bir bitki olup taneleri yenir, der. Direğin bir dalı evin üzerinde uzayarak bina ile etrafını gölgeledi. Kocakarı evine döndüğü zaman, Circis arzu ettiği kadar bol miktarda yiyecek maddelerine sahip bulunuyordu.
Kocakarı kendisi gittikten sonra evinde husule gelen bu değişikliği görünce, açlık diyarında seni yediren Tanrı’ya iman ettim, dedikten sonra; şu hastalanan oğlumu iyileştirmesi için Tanrı’ya dua et, diye ricada bulundu.
Circis: Oğlunu bana yaklaştır, dedi ve yanına gelince gözüne tükürdüğü gibi hastanın gözü görmeye başladı, kulağına üfürünce sağırlığı gitti. Kocakarı: Tanrı seni esirgesin, dil ve ayaklarının da tutukluğunu gider, dedi ise de, Circis; sen bunu sonraya bırak, bunun ayrı ve büyük bir günü var, dedi. Şehirde dolaşan hükümdar Kocakarı’nın evini örten ağacı görünce yanında bulunanlara; ben burada eskiden görmediğim ve
tanımadığım bir ağaç fark ediyorum, dediği zaman, ona: bu açlık cezasına çarptırmak istediğin sihirbazın büyüttüğü bir ağaçtır, o
bundan arzu ettiği gibi doyuncaya kadar yer, fakir kadın da aynı şekilde faydalanır, üstelik onun oğlunu da hastalıklarından iyileştirmiştir, diye cevap verdiler.
Bunun üzerine hükümdar evin yıkılmasını ve ağacın kesilmesini emretti.
Fakat kesmek istedikleri zaman, Yüce Tanrı ağacı eskisi gibi kuruttu.
Bunun üzerine ağaca dokunmadılar.
Circis’i hükümdarın emriyle yakalayarak yere yatırdılar ve onun için dört kazık çaktılar.
Sonra bir araba getirerek üzerine ağır yük halinde sütunlar yüklediler, arabanın altına da hançer ve kasap bıçakları yerleştirdiler, kırk tane öküz koşarak arabayı Circis’in üzerinden çektiler. Arabanın altında kalan Circis’in vücudu üç parçaya ayrıldı. Bu parçalardan biri ateşte yakılarak kül haline getirildikten sonra denize savrulmak üzere adamlarla gönderildi.
Bu kimseler, Circis’in kül haline gelen kısmını denize savurdular.
Daha onlar yerlerinden ayrılmadan önce gökten: Ey deniz, Tanrı sana bu hoş ve pak vücudun parçalarını kendinde muhafaza etmeni emrediyor, çünkü ben onu eski haline iade edeceğim, nidası işitildi.
Adamlar da bu sözleri duydular.
Bundan Sonra Tanrı tarafından gönderilen rüzgârlar Circis’in vücut parçasının külünü denizden çıkararak bir araya topladılar.
Deminki adamlar yerlerinde ayakta dururken, kül, denize atılmadan önce olduğu gibi birbirine yapışmış bir top haline geldi.
Sonra küllerin uçuşmakta olduğu görüldü ve Circis de başındaki tozları silerek bunların içinden çıka geldi.
Circis de külleri denize atanlarla birlikte geri döndü.
Adamlar, Circis’i dirilten nidayı ve rüzgârı hükümdara anlattılar.
Hükümdar bu sözleri işittikten sonra: Ey Circis kendin için de benim için de hayırlı bir iş yapmak ister misin?
Halk, beni alçaltıp yendiğini söylemese di, ben de iman edip sana tabi olurdum, sen bir defacık olusun Efl un’a secde et veya ona bir koyun kurban kes, sonra da ben senin arzunu yerine getireceğim, dedi.
Circis hükümdarın bu sözlerini işittikten sonra onu yok etmek kararıyla ve putun kaybolması üzerine hükümdarın da ondan ümit keserek; beni putun yanına sok, ona secde ve kurban takdim edeceğim, diye hükümdarı aldattı.
Hükümdar ona bu sözlerinden memnun olarak kalktı, yanına gelerek el, ayak ve başından öptükten sonra; ben bu gece seni başka yere bırakmadan, evimde kendi yatağımın içinde ve ailem arasında yatırmağa karar verdim, dinlenerek çektiğin azapların yorgunluk ve acılarını giderirsin, aynı zamanda benim katımda saygılı bir zat olduğunu da anlarlar, dedi.
Evini boşaltarak içinde bulunanları çıkardıktan sonra Circis eve geldi.
Geceleyin namaz kılmağa ve Zebur okumağa başladı.
Circis, en güzel sesli adamlardan biri idi.
Hükümdarın eşi onun sesini işitince ve birdenbire arkasına gelerek durdu ve ağlayarak dua etmeye başladı.
Circis’in imana çağırması üzerine derhal iman etti.
Fakat ona, iman etmiş olduğunu belli etmemesini hatırlattıktan sonra, sabahleyin puta secde etmek bahanesiyle put haneye geldi.
Evinde Circis’in hapsedilmiş bulunduğu Kocakarı’yada; biliyor musun, Circis enen evinden ayrıldıktan sonra dünyaya aldandı, hükümdar onu dünyanın ümit ve devletiyle kandırdı, şimdide puta secde etmek üzere put haneye gidiyor, diye haber verdiler.
Kocakarı da kütürüm kütür oğlunu taşıyarak ahalinin arkasından put haneye geldi.
Bu hareketinden dolayı Circis’i takbih ediyordu.
Halk da Circis’le birlikte put haneye girdi. Bu arada Circis etrafına bakınırken, kendisine yakın bir yerde kütürüm kütür oğlunu arkasında taşıyan Kocakarı’yı gördü.
Adını anarak çocuğu çağırdığı zaman, o da cevap verdi, hâlbuki bundan önce bir söz bile söylediği yoktu.
Sonra, bundan önce bir defa olsun yere basmadığı halde, annesinin sırtından inerek iki ayağı ile yürüyerek Circis’in önünde durdu.
Circis çocuğa; git de şu putları çağır, benim yanıma gelsinler, dedi.
Altın minber üzerinde bulunan putların sayısı yetmiş bir idi.
Bu kavim putlarla birlikte ay ve güneşe de tapıyorlardı.
Genç; ben putlara ne diye hitap edeyim? diye sorduğu zaman, ona; Circis sizi yaratanın aşkına kesin olarak yanına çağırıyor, diye söyle dedi. Çocuğun bu şekilde söylemesi üzerine, putlar yuvarlanarak Circis’in yanına gelmeğe başladı. Circis, putlar geldiği zaman ayağıyla yere teptiği zaman, hepsi de mimlerleriyle yerin dibine geçtiler.
Yerin dibine geçmekten korkan İblis, bu putlardan birinin içinden çıka geldi ve kaçıp Circis’in önünden geçmek istedi.
Fakat Circis onu kâkülünden yakalayınca, boynunu büktü.
Circis onunla konuşarak: Ey kötü ruh ve lanet okunmuş yaratık, söyle, kendini ve kendinle birlikte insanları felakete sürüklemeğe seni ne
sevk ediyor?
Halbuki senin de, orduna mensup olanların dacehennemlik olduğunu biliyorsun, dediği zaman İblis: Sen bana, üzerine güneşin aydınlığı düşen ve gecelerin karanlıkları altında kalan bütün servet ve varlıkları vermek veya ademoğullarını veyahut onlardan birini göz açıp yumuncaya kadar azdırmak gibi iki şıktan birini teklif etsen, kendi arzuma bıraktığın takdirde, ben göz açıp yumuncaya kadar olsa bile ademoğullarını azdırmayı tercih ederim, ben bu azdırmamla, mahlukların her türlü zevkleri tatmalarından daha ziyade haz duyuyorum. Ey Circis, Tanrı atan Âdem’e bütün
melekleri secde ettirdiği vakit yalnız ben secde etmedim, hâlbuki ona Cebrail de, Mikail de, İsrafi l ve Tanrı’ya yakın o an bütün meleklerle
göklerin ahalisi de secde etmişlerdi.
Ben: Ey Tanrı, Senin bu mahlûkundan daha iyiyim, diyerek ona secde etmedim, diye cevap verdi.
Bunun üzerine Circis İblis’i kendi haline bıraktı. Rivayete göre İblis yerin dibine geçmekten korktuğu için o günden sonra hiçbir putun içine girmiş değildir.
Hükümdar Circis’e: Sen beni hile ile aldatarak putlarımı mahvettin, dediği zaman Circis: Ben bu işlerden her birini sana ibret olsun ve iddi ettiğin gibi ilah oldukları takdirde, kendilerini bana karşı koruyabileceklerini düşünmen için yaptım, bana karşı kendilerini müdafaa edemeyen ilahlar mahvolsun, hâlbuki ben zayıf bir mahlûkum, ancak Tanrı’nın ihsan ettiklerine malikim, diye cevap verdi.
Circis sözlerini bitirdikten sonra hükümdarın karısı inanmışbir taç tutan iki melek görüyorum, ruhumun vücudumdan çıkmasını bekliyorlar, ruhum çıkınca bu taçla süsleyip cennete götüreceklerdir, diye cevap verdi.
Kraliçenin ruhu çıktıktan sonra Circis şu şekilde dua etmeğe başladı: Ey Rabbim, Sen beni bu belaları çekmekle şerefl endirdin, bu
sayede bana şehitlere bağışladığın şeref ve meziyetleri vereceksin, ey Rabbim, bunlar benim dünyada geçireceğim son günlerimdir, çünkü
dünyanın bu belalarından kurtulacağımı vaat etmiştin, ey rabbim, ruhumu almadan ve beni şu yerden ayırmadan önce bu mağrur kavmin üzerine güçleri haricinde kahr ve azabını indirerek onlardan intikam almanı diliyorum ki, kalbime şifa bulan gözlerim aydın olsun, çünkü onlar bana zulmettiler, azap ettiler.
El Rabbim, benden sonra güç durumda ve kaygı içinde kalıp beni hatırlayarak ve adını anarak, başlarına gelen bela ve kaygıları defetmeni istediklerinde, onlardan bu zorlukları gidermeni ve onların dualarını ve onlar için benim de şefaatimi kabul eylemeni dilerim, diye duasını bitirdiği
zaman, Tanrı o kavmin üzerine ateş indirdi, yağan ateş vücutlarını yakarken onlar kızarak kılıçlarıyla Circis’i vurmağa başladılar.
Tanrı, onların Circis’i bu dördüncü defa öldürmeleriylebir taç tutan iki melek görüyorum, ruhumun vücudumdan çıkmasını bekliyorlar, ruhum çıkınca bu taçla süsleyip cennete götüreceklerdir, diye cevap verdi.
Kraliçenin ruhu çıktıktan sonra Circis şu şekilde dua etmeğe başladı: Ey Rabbim, Sen beni bu belaları çekmekle şerefl endirdin, bu
sayede bana şehitlere bağışladığın şeref ve meziyetleri vereceksin, ey Rabbim, bunlar benim dünyada geçireceğim son günlerimdir, çünkü
dünyanın bu belalarından kurtulacağımı vaat etmiştin, ey rabbim, ruhumu almadan ve beni şu yerden ayırmadan önce bu mağrur kavmin üzerine güçleri haricinde kahr ve azabını indirerek onlardan intikam almanı diliyorum ki, kalbime şifa bulan gözlerim aydın
olsun, çünkü onlar bana zulmettiler, azap ettiler.
El Rabbim, benden sonra güç durumda ve kaygı içinde kalıp beni hatırlayarak ve adını anarak, başlarına gelen bela ve kaygıları defetmeni istediklerinde, onlardan bu zorlukları gidermeni ve onların dualarını ve onlar için benim de şefaatimi kabul eylemeni dilerim, diye duasını bitirdiği
zaman, Tanrı o kavmin üzerine ateş indirdi, yağan ateş vücutlarını yakarken onlar kızarak kılıçlarıyla Circis’i vurmağa başladılar.
Tanrı, onların Circis’i bu dördüncü defa öldürmeleriyle ona olan vadini verecekti.
Tanrı, şehir içindeki bütün eşyayı halkı ile birlikte yaktıktan sonra küllerini yeryüzünden kaldırarak şehri altüst etti.
Uzun bir müddet şehrin bulunduğu yerin altından fena kokulu duman çıktı.
Bu duman kokusunu duyan herkes şiddetli bir hastalığa tutuluyordu.
Fakat hastalıkları başka başka olup birbirine benzemezdi, Circis’e iman edip onunla birlikte öldürülenler, otuz dört bin kişi ile hükümdarın karısından ibaretti.
Şimdi tekrar Fars hükümdarının tarihine geçiyoruz.
Erdeşir devrine kadar olan hadiselerle, Fars derebeyleri, İsrail oğulları, Rumlar ve ilk Araplar çağında cereyan etmiş vakaları yukarıda sıralamıştık.
Bu hadiselerin her birini, tarihin düzenini tamamlamak maksadıyla, Fars hükümdarlarının hâkimiyet müddetlerine göre tertip etmiştik.”13
13 Taberi, Devletler ve Hükümdarlar Tarihi, MEB yay. 1991. E.R.Hayes’in, Urfa Akademisi kitabında Tuma adlı bir Azizden bahsetmektedir. Yahudi Tuma olarak da bilinen bu Aziz öldürülmüş, daha sonra kemikleri Urfa’ya getirildiği ve Doğu tarafında bir yere gömüldüğü yazılıdır.
Acaba Aziz Tuma ile Aziz Circis arasında bir ilişki olamaz mı ?
Mehmet Kurtoğlu URFA EFSANELERİ