Çok genç yaşta tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanıp vefat eden kocasından kendisine çok büyük olmayan, olmadığı kadar da, kullanışlı her türlü ihtiyacı karşılayacak nitelikte klasik bir Urfa evi ile bir de oğlu kalmıştı.
Dul kadın, on yaşına gelen oğlunun, okul tatil olduğu zaman bütün yaz boyu kapı önünde, sokakta oynamasının iyi olmayacağını, sürekli başında biri olmadığı için her türlü tehlikeye karşı korumasız olacağından, onu korumanın yolunun okul açılıncaya kadara bir dükkanda usta gözetiminde bulunmasının kendi yükünün de azalacağından bir meslek öğrenmesi, yetim olduğu için erkek çocuğunu takip etmenin zor olması, oğlunun çarşı Pazar boş dolaşması ve yerinin belli olması için, yorucu olmayan ve çalıştığı yerin temiz ve üstünü kirletmeyen bir iş olmasının iyi olacağını düşündü.
Oğlunun elinden tutarak üstünü kirletmeyen bir iş aramasına rağmen böyle bir işte çırak istemedikleri için veremedi. Sonunda keçeci pazarına götürüp tükenende çırak bulunmayan bir dükkan önünde durdu. Dükkan sahibine çırağa ihtiyacı olup olmadığını sordu. Dükkan sahibi ise “Şimdi çocukların kalaycı, keçeci, semerci meslekleri tercih etmediklerini bunu da çırak olarak alacak olursa birkaç gün sonra dükkandan kaçacağını tahmin ettiği için kadına:
-Bacım, çocuğu çırak olarak alsam birkaç gün sonra bırakır ve bir daha gelmez. Çünkü çok çocuk çırak olarak girdiler, hiçbirisi sebat edip bu sanatı öğrenmek istemedi ve kaçtılar. Senin oğlun da onlar gibi birkaç gün geldikten sonra bir daha gelmez diyerek uzun uzun anlattı. Kadın ise ikna etmeye çalıştı. “aslında bana çırak lazım fakat onlar gibi bırakıp kaçacaksa şimdiden hiç başlamasın” dedi. Kadın ise keçecinin oğluna ihtiyacı olduğunu, çırak olarak almayı düşündüğünü fakat biraz gönülsüz olarak itiraz ettiğini sezince:
-Çocuğun babası yok, yetim çocuktur. Hayrına bu çocuğa sahip çıksan sana dua ederim, dedi ve ayrıca da çocuğun zararlı arkadaş edinmesinden, zararlı şeyler öğrenmesine engel olmak, bir de meslek öğrenmesinin zamanı geldiğini, söyleyerek ustayı ikna etmeyi başardı. Keçesi ise:
-Yarın gelsin başlasın, deyince. Kadın:
-Benim çocuğu sokakta takip etmem zor, oğlum dükkana gelmediği zaman bana haber verirsen iyi olur, dedi ve evinin adresini veri, eve döndü.
Ertesi gün sabahleyin erken çocuk çırak olduğu keçecinin dükkanında işe başladı. Bir hafta boyunca her gün aynı saatte ve itiraz etmeden gidip geldi.
Bir hafta ustasının yanında durmasına rağmen keçeci onu yormamak, bıktırmamak ve yapacağı işi sevdirmek maksadıyla sadece oturup uzaktan kendisini izlemesini ara sıra dükkana içmek için su getirmek, kahveden çay söylemek gibi yorucu olmayan basit işleri yaptırıyordu. Buna rağmen bir hafta sonra çocuk dükkana gelmedi. Keçesi ise “yetim çocuktur, bana emanettir, belki de annesine dükkana gidiyorum diyerek başka bir yere gitmiş olabilir” düşüncesiyle annesinin bu konuda ricacı olduğunu, çocuk dükkana gelmediği zaman kendisine haber verilmesi gerektiğini hatırlayarak evlerine gidip çocuğun neden gelmediğini sormak için daha önce öğrendiği adrese gitti.
Evin önüne geldiğinde kapıyı çaldı. Kapıyı açan olmadı, tekrar çaldı yine açan olmadı. Üçüncü defa kapıyı çaldı bekledi. “Herhalde evde yoklar” diyerek tam kapının önünden ayrılırken çardaktan kafes arkasından “kim o” diye bir ses duydu. Keçesi ise:
-Benim senin oğlunun ustası, çocuk dükkana gelmediği gün bana haber ver demiştin, onun için geldim, deyince kadın:
-Oğlum artık dükkana gelmeyecek
-neden, hasta mı?
-Yok, çocuk keçeciliği öğrenmiş
-Bir hafta da nasıl öğrenmiş, oysa ben onu keçe yaparken hiç çalıştırmadım. Keçe yapılırken de bana yardım etmedi, ben kırk yıldır bu mesleği yapıyorum, daha hala öğrenmediğimi çok şey var, hele biri bana usta dediği zaman benden daha yaşlıları ustaları hatırlayıp bu konuda ne kadar cahil olduğumu düşünüyorum. Çünkü hala öğrenemediğim bir sürü püf noktası var, dedi. Çocuğun annesi ise:
Oğlum diyor ki, önce yere bir bez seriyorlar, onun üzerine de yün serip ekmek sulşar gibi sulayarak yuvarlayıp ayaklarından tepikliyorlar (tekmeliyorlar) iyice sıkışınca keçe oluyor. Diye anlatınca keçeci sinirden ısırdığı dudaklarının acısını hissedince bırakıp, sinirden simsiyah kesilen yüzünü tırmalar gibi kaşıdıktan sonra, kırk yıllık mesleğinin bir kadın ve bir çocuk tarafından bu kadar hafife alınmasını hazmedememişti.
Biraz düşündü sonra başını yukarı kaldırarak kendisiyle çardağın kafesli penceresinden, kafes arakasından konuşan kadına “çocuk kendi öğrendiği yetmemiş, anasına da öğretmiş” diyerek dükkanına geri döndü.
M.Emin ERGİN (Şanlıurfa Hikayeleri)