Ak Parti ve cemaatte yerleşik köklü bir Yeniden Milli Mücadeleci kadrolaşması mevcut.
Şimdilik Ak Parti içindeki bu kadro, gemiyi terk etme kararı almadı.
Bilakis cemaat içindeki mücadelecilere oradan ayrılın talimatı verildi. Ak Parti de konuşlu mücadeleciler arasında ismi en çok ön plana çıkan iki isim TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve önümüzdeki seçimlerde partisi tarafından aday gösterilen Melih Gökçek.
İstifa furyasına rağmen Ak Parti’de mevziiyi koruma kararı aldıkları görülüyor.
Muhtemelen büyük hesap Başbakan Erdoğan sonrası Ak Parti’de dizginleri ele geçirmek.
Bu arada Tayyip Erdoğan’ın köşke çıkmaktan vazgeçmesi durumunda Ak Parti içindeki Tayyipçi kanadın Cumhurbaşkanı adayının Cemil Çiçek olabileceği söz konusu.
Neden mevcut Cumhurbaşkanı değil de neden Cemil Çiçek sorusuna verilen cevap oldukça ilginç!
Yüksek sesle düşünülmese de Sayın Gül ile Fethullah Gülen Hocaefendi arasında bir irtibatın varlığından endişe ediliyor.
Ak Partide konuşlu Milli Mücadele geleneğinden gelen mücadeleci isimler için mevziiyi terk etmeme kararlılığı, cemaatte konuşlandırılan mücadeleciler açısından şimdilik söz konusu değil.
Yazar Ahmet Taşgetiren, 17 Aralık sürecini Cemaat’in uluslararası odaklarla birlikte rol aldığı bir yargı darbesi olarak nitelendirmişti.
Sonradan cemaate eklendirilen Ahmet Taşgetiren’in yıllardır yazmakta olduğu Bugün gazetesinden ayrılması veya gazete yönetiminin Taşgetiren’i köşesinden uzaklaştırması rastlantı değil.
Bugün yarın aynı siyasi çizgiden gelen bir başka isim Hüseyin Gülerce’nin de cemaat ile yollarının ayrıldığını duyabilirsiniz.
Şimdiden ayrılık yollarına taşlar döşenmeye başlamış bile.
Yenişafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin yazdığına göre; Hükümete yönelik operasyonların dalgalar halinde sürdüğü bir sırada kabine değişikliği gerçekleştirildiğinden yeni kabineye ‘Mücadele kabinesi’ adı verilmiş. Mücadele kabinesinin ilk gündem maddelerinden biri de, Danıştay’ın Adli Kolluk Yönetmeliği’yle ilgili yürütmeyi durdurma kararı olacakmış.
Bence cemaate en büyük darbe içinden vurulacak.
Kabineye yakıştırılan isim, darbeyi de kimin vuracağını açık şekilde ortaya koyuyor.
Bekleyelim görelim.
Neden böyle düşündüğümüze gelince.
Gülerce’nin Twitter’da yaptığı açıklamalardan sonra “cemaatte bir kırılma mı var?” soruları gündeme gelmişti.
Zaman yazarı ve cemaat önde gelen isimlerinden Hüseyin Gülerce’nin savcı Muammer Akkaş’a sert tepki gösterip, Başbakan Erdoğan’a açıktan destek vermesi, gazetesi Zaman’dan ayrılacağı yönünde iddialara konu oldu.
Bununla birlikte bu süreci ve gelişmeleri en yi okuyan da cemaate yakın isimlerdi. Muhalefet tarafından Ak Parti yandaşı nitelendirmesine maruz bırakılan cenahta konu ile sağlıklı bir değerlendirmenin yapıldığı maalesef söylenemez.
Gülerce’nin açıklamalarına en ilginç tepki ise cemaatçi Emre Uslu’nun “Gülerce Fethullah Gülen hocasını satmış” sözleriydi. Hüseyin Gülerce’nin Türkiye gazetesinden Fatih Vural’a Başbakan Erdoğan’a yönelik operasyonun siyasi olduğunu ve kabul edilemeyeceğini söylemesi, operasyonun amiral gemisi Zaman’ın konseptine pekte uygun düşmüyordu.
Gazete de hangi günler yazıyor bilemiyorum ama haftanın ilk gününde Hüseyin Gülerce’nin yazısını görememek beni meraklandırdı. Acaba Sayın Gülerce’yede mi haydi sana güle güle denildi?
Ali Bulaç Zaman sırça köşkünde, kendisine tahsis edilen köşesinde ‘özeleştiri’ yapıyor.
Ak Parti’nin dış politikasını eleştirdiği yazısında “2011’den itibaren Türkiye’nin iş aldığı patrona meydan okuması sadece kendisinin değil, Suriye ve Mısır’ın da başını belaya soktu” görüşünü ileri sürüyor.
Washington Post gazetesinin Monkey Cage (Maymun Kafesi) adlı bloguna yazan Texas Üniversitesi siyaset bilimcilerinden Brent Sasley’e göre, “Türkiye’deki siyasi kurumlara verilen tahribat Erdoğan’ın ayakta kalıp kalmamasından daha önemlidir.
Bu da güçlü bir Türkiye’ye bağımlı olan Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarları açısından önemli bir tehdit oluşturuyor.” Ali Bulaç’ın gak guk demesinden anlaşılan Türkiye’nin bölgede Amerika’ya rağmen güç odağı olmasının cemaate verdiği rahatsızlık. Demek ki bu rahatsızlığın yol açtığı durumdan vazife çıkarma sendromu, yolsuzluk olmasa da başka bir konuda Türkiye’nin frenine basması için cemaati motive edecekmiş! Almanya’nın Sesi radyosunun Türkçe servisinde yayınlanan bir değerlendirmede; “Mısır’da askeri darbe, Tunus’ta suikastlar ve Suriye’de iç savaş…
2013 yılında birçok Ortadoğu ülkesi silahlı iktidar mücadelesine sahne oldu.
Demokrasi ve çoğulculuk beklentisi yerini kan ve şiddete bıraktı” deniliyor.
Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet soruşturması sonucu ortaya çıkan siyasî krizin Avrupa’da da yankısı büyüyor.
Avrupalı yetkililer, suçlamaların tarafsız ve şeffaf bir şekilde aydınlatılması çağrısı yaptı.
Hukukçu Kezban Hatemi ise 17 Aralık tarihinden itibaren yaşananların, ‘hükümete, seçilmiş siyasetçilere ve parlamenter rejime müdahale’ olduğunu ve ‘çözüm sürecini sabote etmeyi’ amaçladığını’ söylüyor.
Sayın Hatemi’ye katılmamak mümkün değil. .