Son günlerde yazılarıma ne tür tepkiler aldığımı sizlerle paylaşayım.
Bir grup okuyucu beni cemaate haksız yere yüklenmekle, hükümete karşı cemaati ihbar etmekle veya cemaatin bazı sırlarını deşifre ederek İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekle itham ediyor.
Bir başka grup okuyucu kitlesi de, ne cemaat ne de iktidara karşı net tavır koyamadığımı söylüyor.
Bazı okuyucular ise fazla düşünmeden araştırmadan çalakalem yazdığımı önemli ayrıntıları atladığımı belirtiyor.
Hatta bilgi eksikliğimi tamamlamak gayretiyle doküman gönderen gönül dostlarımız dahi mevcut. Eksik olmasınlar…
Tek tük de olsa bazı okuyucular, marifet iltifata tabidir sözünün gereği, teşekkürlerini iletiyor.
Özellikle Ak Parti muhalifi paylaşımcılar, 17 Aralık operasyonunu darbe olarak nitelendirmeme bir kızıyorlar pir kızıyorlar.
Onlara bakılırsa benim bu darbe ithamım, Ak Parti iktidarının yolsuzluğunu örtmek için hazırladığım bir kılıfmış.
Asıl darbe yürütme tarafından yargıya yapılmış, emniyete yapılmış, yolsuzluğu soruşturan polis şefleri haksız yere görevden alınmış vs. vs. Aslında bilgi kirliliği, ilk günden itibaren vardı.
Operasyonla ilgili kamuoyuna sızdırılan bilgiler, resimler, dinleme kayıtları, takip raporları aslında medyanın aşina olduğu türdendi.
Ergenekon davası süresince bu tür bilgilendirmelerin kamuoyunu yönlendirme amacına yönelik bir toplum mühendisliği çalışması olduğu sonradan anlaşılmıştı.
17 Aralık operasyonu bilgileri de ilk elden çoğu kimseye vay be dedirten yani tüyler ürperten cinstendi.
Adeta ben bu filmi görmüştüm izlenimini uyandırıyordu.
Operasyonla ilgili sürecin sözde haberlerini servis eden mihraklar deselerdi ki; bunlar paraların bereketlenmesi için camilerin kuytu köşelerinde yeşil kedi kesip kanını dolarlara sürmüşler, çoğu insan muhakeme etmeden ağzı açık inanabilirdi.
Evet, ortada sözde ayakkabı kutularında saklanan dolarlar vardı, ne karşılığı alındığı veya verildiği şimdiden bilinmeyen, şemsiyeden takım elbiseye, kol saatinden bavula kadar tek taraflı hediyeleşme seyrüseferinin izleri vardı.
Ama Allah Resulünün de “Rüşvet alan da veren de melundur, cehennemdedir.” sözü vardı.
Evet, Halk Bankası, İran’a yönelik ticaret ambargosunun kırılmasında kullanılmıştı, dolayısıyla para trafiğinde pekte alışık olunmayan şekilde gerçekleşmesi doğal olarak kaçınılmazdı.
Bazı paralar, dünya bankacılık kriterlerinin dışındaki yöntemlerle transfer edilmişti. Hatta banka müdürünün evinde bulunan dolarlar, Makedonya’da faaliyete geçecek bir İslam bilimleri üniversitesinin finansında kullanılmak üzere müdüre teslim edilmişti.
Bir diğer kısmı da Çorumda yapılacak İmam Hatip Lisesi için tahsis edilmişti. Ebru Gündeş’in yavuklusu olan Azeri ve Şii iş adamı tarafından bu ehlisünnet öğretilerini talim ettirecek okula tamamen duygusal nedenlerle yani yardım amaçlı bağışlanmıştı.
Bankacılık sektörünün nasıl çalıştığını bilmediğim için bu olaylarla ilgili tevil yapmam mümkün değil. Yargı nasıl olsa bir şekilde olayın aslını kamuoyuna ifşa edecek. Gelelim asıl konuya.
Evet, kimsenin şüphesi olmasın, 17 Aralık’ta sözde yolsuzluk operasyonu formatında başlayan soruşturma, hedef aldığı şahıslar itibarıyla Ak Parti’yi yıpratmış olduğundan darbe etkisi yapmıştır. İktidarın en tepesindeki isimler yani bakanlar ve çocukları, yolsuzluk olayının faili olarak lanse edilmiş, Ak Parti’nin adalet kavramında ortaya koyduğu güvenirlik ilkesi ve imajı zedelenmiştir.
Halkın görüşünü merak edenlere söyleyelim, halkımız ateş yanmayan yerden duman çıkmaz, bu hep böyle oldu, bal tutan parmağını yalar diye düşünüyor.
Hiç bir beşeri hareket günahtan ari değildir.
29 Nisan 2013 Pazartesi günü Timetürk’te yayımlanan ilkyazım; ‘Ahlâksız İslamcılık olur mu?’ başlığını taşıyordu. ‘Siyasallaşmayla birlikte dünyevileşme, inanç gruplarının önündeki en büyük açmazlardan. Seküler çevreler tarafından sıklıkla gündeme getirilen “mücahitler müteahhit oldu” eleştirilerine kulak tıkanmamalı bence.
Bürokraside de durum farklı değil. Nefis muhasebesinden söz edenlerin nefislerinin nefasetlerinde nice şehvet putları yonttukları aşikâr…
İslamcı camiada temayüz eden muktedirlik hırsı hemen her platformda gündeme geliyor. Bir şekilde iktidarın eteğine yapışmak, icraatın içinden programını sunarcasına yapılan her uygulamayı sorgulamadan alkışlamak, ortaçağ skolastik anlayışında olduğu gibi, şirkin mantık dışılığını aklileştirmeye çalışmak gibi bir şey. İrangate patlak verdiğinde yapılan şerhleri biz unuttuysak tarih unutmadı, kolektif hafıza unutmadı. Ortaçağ’dan ithal edilen şerhi şerh etmek illetine duçar olanlar, bu hususta da o dönem fazla mesai yaptılar.
Sonuç ortada…
Uzun lafın kısası dostlar dini, herhangi bir siyasi organizasyonun ideolojik aygıtına dönüştürmek, münevver ve mütefekkirlerin misyonu olamaz. Unutulmamalı, entelektüel muhalefet eden aydındır. Yanlışa yanlış doğruya doğru diyebilmek duruşunu gösteren Horasanlı Eba Müslim’in torunlarına selam olsun…’ demiştim.
İyi ki söylemişim, iyi ki yazmışım.
Bu arada Hocaefendi her ne kadar üstüme gelmeyin beddua ederim dese dahi, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun (ya da benim ifademle darbesinin), Gülen Hareketi ve iktidar partisi arasında yaşanan gerginliğin sonucu olduğu iddiasının doğru olduğunu genellikle yabancı gözlemciler paylaşıyor ve Gülen Hareketi ve iktidar partisi arasında 2008 yılından beri siyasi anlaşmazlıkların yaşandığını, bunlar arasında Türkiye’nin İsrail politikaları ve Kürt meselesi konularının da yer aldığını kaydediyorlar.
Hükümet cephesine gelince, bakanların istifası başbakanın cebinde, geniş kapsamlı kabine değişikliği yolda.
Bir de yeri gelmişken derin kulislerde pişirilen bir hazırlıktan söz ediyorlar; Gülen hareketine yönelik bir “örgüt davası” uzak bir ihtimal değil.
Hoca efendinin bedduasından korkmayan çağdaş bir savcı aranıyormuş..!
Ömür Çelikdönmez