Bu yapılanma aslında tam olarak topluma ve alt taraftaki hiçbir elemanına deklare edilmeyen gizli bir ajanda sahibidir. Bu ajandadaki hedef ise ‘gizemli’ bir şekilde İslami yaşama dair bir atmosferin oluşturulması olarak yansıtılmaktadır. Ancak ellerine güç geçtiğinde asıl niyetleri görünür olmaya başladığında ‘asr-ı saadet’ için değil batılı güçlerin, özellikle de Amerika’daki neo-con çetesi için bir atmosfer oluşturmaya çalıştıkları görüldü. Hatırlanacaktır, Cemaat’in Sosyolojisine dair yazdığım önceki yazıda grup sosyolojisi çerçevesinde bir değerlendirmede bulunmuş ve nihayetinde karşımızdaki yapının ‘batıni-ruhani’ özelliği dolayısıyla da son derece manipülasyona açık olduğuna işaret etmiştim. Üstelik bu inanç formu, yani teorik-kurumsal olarak ‘masumiyet’, İran düşmanlığı için küfredilen bir form olmasına rağmen pratikte kendi içinde şia masumiyetini hayli geride bırakacak düzeydedir. Keza takiyye konusunda da son derece pragmatik bir tutum içindedirler ki İran’la aradaki husumetin nedenlerinden bir diğeri de bu inancın onlar tarafından daha önce kurumsallaştırılmış ve tekelleştirilmiş olmasıdır. Onlar da takiyye yapmak istiyorlar ama bu konunun asıl sahibinin İran olduğunu fark ettikleri anda kendini kaybediyorlar. İlginç bir psikolojidir bu. Rekabet ve kıskançlığın savurması ile nerde durduğunu görememe körlüğü… Bu yapının son kertede vardığı nokta şudur: masumiyet saçmadır ve şirktir ama bizim imamımız masumdur. Bu inanç ya da tavır daha çok din açısından irdelenmesi gerekir ancak benim üzerinde durmak istediğim işin siyasi-toplumsal boyutudur. Evvela şunun altını çizelim: cemaatin görünen en somut özelliği kendisini kusursuz ve huzurlu bir toplum oluşturmaya adamış olduğunu iddia etmesidir. Bu hedefini gerçekleştirmek için başvurduğu yol ise şu ya da bu şekilde ‘güç’tür. Bana göre oluşturulmak istedikleri yapı iç dinamiklerle, İslamın temel değerleri ile gerçekleşecek bir nitelik taşımadığı için güç en önemli referanstır. Eğer güç sahibi değilse en azından kendini öyle göstermeye çalışır. Bundan dolayı da Hizmet Hareketi olarak tanımlanan yapının esas işi var olan organizasyonu daha güçlü gösterme çalışmasıdır. En önemli özelliği nüfuz sağlama ve imaj oluşturmaya yönelmiş bir istihbarat örgütüdür. Niçin böyledir, çünkü son derece suni ve kırılgan bir yapıya sahiptir. Hemen dağılacak kadar sahte gerçeklikler üzerine inşa edilmiştir. Kendisi dışındaki her türlü söylemin bir gizli ajanda sahibi olduğunu varsayar ki, kendisinin de gizli bir ajandası vardır. Kendisi dışındaki her türlü söylemi bilmek ister ki, ona göre de pozisyonunu belirlesin. Sahip olduğu söylem küçük bir itiraz ya da irade beyanı karşısında varlığını koruyacak argümanlara ve içeriğe sahip değildir. Kendini olduğundan farklı gösterme gayreti vardır. Alt tabakadaki askerlerin gerçekten inandıkları bir dava var ancak yukarıdakilerin hedefleri tamamen farklıdır. Bu durum sahip olunan asıl referansları ya tamamen ortadan kaldırmayı ya da değiştirmeyi beraberinde getirmektedir. Biliyoruz ki artık temel İslami değerler için çalışılmıyor ve Bediüzzaman’a da referansta bulunulmuyor. CEMAATİN SINIFLANDIRMASI Bu durum doğal olarak ‘akait’ ile ‘ontoloji’ arasında derin bir yarığın oluşmasına neden olmaktadır. Bu çelişkiyi bastırmak için her yola başvurulduğunu görmekteyiz. Var olan çelişkileri güç üzerinden normalleştirme çabası bu yapıyı dini alanın hayli uzağına itmektedir. Çevresinde gördüğü her kişiyi kendisi ile aynı çizgiye getirmek ister, bu mümkün değilse en azından öyle davranmasını ister bu da mümkün değilse kafasını koparır. Yakından biliyorum ki cemaat insanları üçe ayırır. Kendi elemanları, kendileri ile iş tutanlar ve ötekiler. Buradaki sınıflandırmaya kaynaklık eden kriterin ağırlıklı olarak dini referanslar olduğu iddia edilse bile pratikte böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Söz gelimi herhangi bir pozisyona birilerini atayacakları zaman esas olarak o kişinin irade beyanında bulunmayacak son derece düşük ‘karakterli’ biri olmasına azami gayret gösterirler ki, söz konusu kişi kim tarafından hangi amaçla niçin oraya getirildiğini hiç bir zaman unutmasın. Son zamanlarda hem kamuda hem de medyadaki gözü kapalı kamikazelerin ya şaibeli bir sınavla ya da bir başkasının hukukunu çiğneyerek bir yerlere gelenler olduğunun dile getirilmesi de bundadır. Nitekim cemaatin söz sahibi olduğu kurumlarda başka hiçbir Allahın kuluna yer verilmez. Basında da yer aldı, tekrar bu kurumların adını vermeye gerek yok. Herhangi bir kuruma bir hizmetli bile yerleştirdikleri takdirde iki yıl içinde o kurumun genel müdürü ya onlardandır ya da onların kontrolünde olan bir konu mankenidir. Çünkü o kuruma yerleşen kişi hangi düzeyde bir görevde olursa olsun birinci vazifesi onu oraya yerleştiren imama bulunduğu kurumla ilgili bilgiler toplamaktır. Gelen bilgiler operasyonel ağabeylere aktarılır. Gerekenler yapılır ve söz konusu kurumun en üst sorumlu makamı boşaltılır. Bu esnada oraya atama yapacak merci katında da çok yönlü bir çalışma yapılır ve her şey uygun hale getirilir. Tüm bunlar neredeyse kurumsal bir istihbarat disiplini içinde gerçekleşir ve işlem tamamdır. Artık o kurumun en önemli sorumlusu ya onların elemanıdır ya da onlarla organik bağı olan birisidir. Bunu yaparken hiçbir değer tanımazlar. Söz gelimi herhangi bir makama kendi elemanlarını yerleştirmek istiyorlarsa kendilerine rakip olan kişiye çok rahatlıkla iftira edebilir ve bunu da ‘harp bir hiledir’ ile de meşrulaştırırlar. Bu yapısından dolayı da en çok heves ettikleri kurum istihbarat birimleridir. İSTİHBARATTA SÖZ SAHİBİ OLMAK! Birilerini devre dışı bırakmak istiyorlarsa hemen sahte bir istihbarat raporu hazırlar ilgili kurumlara teslim edip kenara çekilirler. Bundan dolayı da her alanda istedikleri gibi var olabilmelerine imkan tanıyacak olan en önemli kurum olarak Milli İstihbarat Teşkilatı’nı gördüler. Hatırlanacaktır bir önceki MİT müsteşarının görev süresinin bitimine az bir süre kala bunlar bürokrasideki elemanlarından birisini sağa sola yeni MİT müsteşarı olarak tanıtmaya başladılar. Ne zaman ki onların isteğinin dışında birisi buraya atandı, işte o zaman tüm planlar bozuldu. MİT müsteşarına olan kindarlıkları adının Hakan Fidan olmasından ötedir. Onların elemanı olmayan kim atansaydı yine aynı tepkiyi göstereceklerdi. Onu İrancı olmakla suçlamalarının nedeni ise lojistik destek aldıkları network’un gayri ihtiyari olarak zihinlerine yerleştirmiş olduğu bilginin dışa vurumudur, yoksa herkes bilir ki sayın Fidan’nın bu taraklarda bezi olamaz. Ama bu yapının kafasındaki bilginin kodlarına göre onların önünü kesen herkes İrancıdır. Ki bana göre AK Partiye karşı düşmanlık etmeye, bedduaları peş peşe sıralamaya başlamalarına giden yol, istihbarat alanında söz sahibi olmalarına izin verilmemesidir. Aradaki ve görünürdeki diğer tüm konular sadece kavganın bahanesidirler. Asıl kavga istihbarattır. Düşünün milletin ortak malı talan ediliyor deyip beddua eden adam ertesi gün bir mektup göndererek elemanlarıma dokunmayacaksan gel barışalım diyebilmektedir. Hani yetim malına uzanan ellerin varlığı idi bütün dert. NEO-CONLARA EKLEMLENEN ZİHNİYET! Bir diğer konu da şudur: bu yapılanma aslında tam olarak topluma ve alt taraftaki hiçbir elemanına deklare edilmeyen gizli bir ajanda sahibidir. Bu ajandadaki hedef ise ‘gizemli’ bir şekilde İslami yaşama dair bir atmosferin oluşturulması olarak yansıtılmaktadır. Sanıyorum hala bu yönde bir sosyolojik dönüşüm için var olduğunu düşünen kişi sayısı da az değildir. Ancak ellerine güç geçtiğinde asıl niyetleri görünür olmaya başladığında ‘asr-ı saadet’ için değil batılı güçlerin, özellikle de Amerika’daki neo-con çetesi için bir atmosfer oluşturmaya çalıştıkları görüldü. Müslümanlara değil, neo-conlara eklemlenebilen bir zihniyetin oluşturulduğunun en basit göstergesi bu çetenin üyeleri Müslüman dünyaya düşman, batı dünyasına dostturlar. Onlara sempati duymaktadırlar. Evet, hedeflerinin batıdan buraya gelmek/dönmek olduğu söylenebilir ama Müslüman kardeşine karşı duyarlılık içermeyen bir İslami dönüşümün tüm dünyayı kuşatacak bir güce kavuşmuş olsa bile bir anlam ifade etmez. Gizemli bir gizlilik üzerinden hedefini gerçekleştirmek istediği için de takip, dinleme ve şantaj gibi konulara iş icabı çok meraklıdırlar. İstihbarat işleri onlar için özel anlamlar içerir. Bugün ülkede kiminle ilgili mahrem bir sır ifşa edilmişse olağan şüpheli bu yapıdır. Dinlemeler, kasetler, fişlemeler ve şantajlarla anılan bir çete var karşımızda. Üstelik işini bir resmi istihbarat biriminden daha da profesyonelce yapmaktadır.
PROF. DR. MAZHAR BAĞLI