BABAMIN ANISINA
Bilge filozof Bailey şöyle demiş; ‘’Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır.’’
Aşk dünyada var olmanın belki de nefes alıp vermenin özgürlüğü ve mutluluğudur. Bazıları içinde erişilmez bir haz ve egodur, bazıları da belki de aşkın mutluluğun ne olduğunu anlayamaz.
Bugün hüzün, acı, özlem, hasret ile aradığım anılarımda, yaşamımda beni yaratan kutsal varlık olan babamın özlemi ile belki de gururu ile doluyum. Gam tellerimin özgün notalarından bazen de aşk ve mutlu notaların karıştığı bir gündür baba özlemi. Hasret ve aşkın özlemi...
Baba kutsaldı, bu topraklarda yaratandı, var eden, tırnağın acıdığında belki de farkında olmasan da yüreği senin için çırpınandı.
Belki de bu kadim kutsal topraklarda var olmak tanrının bir hediyesiydi. Ne kadar ihanetler, savaşlar, yıkımlar olmuş olsa da. Sizi sahiplenen sizi hep koruyan birilerini gerektirmişti bu topraklar ve o kutsal varlık babaydı. Çünkü özgürlüklerden yoksun doğanın bir parçası olmayışımızın anlamı buradan geliyordu. Özgür ve mutlu değildi oğullar. Babalarını kaybettiklerinde oğullar o aşkı, hüznü ve özlemi anlardı filozofun ilk mısrasın da anlattığı gibi.
Evet gam telim biraz hüzün, biraz özlem ve birazda mutluluk içeriyor. Beni var eden o babanın oğlu olabilmek, kaybettiğim babamın anılarında, yaşamında, kendime ışık tutabilmekti ve aşkın, hüznün gam notalarıydı yüreğim..
Eskiye dalıp gidiyorum arayıp belki de asla bulamayacağım en kutsal değerlerim aşk ve hüzün kokan yüreğimde.
Dalıp gidiyorum babamın bana söylediği dengbejlik klamlarına. Muğrubun padişahı gibi Zini arayan Meme Alan oluyorum. Beyaz Boze Rewan ata binmiş seni arıyorum rüyalarımda. Bazen de zihniyetleri kirlenmiş, seni ve senin gibi güzel yürekleri anlamayan insanlardan intikam almak istiyorum. O feleğin peşine takılıp Siyabende Silifi (Guriye Qede) oluyorum. O çürümüşlüğe, yobazlığa, insan olmayanlara Siyabendin lahor kılcı gibi silleyi vurmak istiyorum feleğe…
Aşk ve hüzünle dalıp gidiyorum. Karacadağ’ın ıssız bir dağ köyündeki bazalt ve toprak kokan o köy evimize dalıyorum. Geceleri odunlu sobanın sıcaklığını hissedip o anı yaşıyor gibi oluyordum. Aşk ve hüzünle dalıp gidiyorum. Aslında daha çocuk olmanın özlemiydi benimki, topraklı odanın kokusu geliyor, odunlu sobanın ısıttığı o kireç kokusu geliyor ve odanın sıcaklığından bir çocuğun serinlemek için odanın en uç köşesinde serinlemeye çalışıyordu o çocukça yüreğim. Odunlu sobanın ısısı, sıcaklığı evimizi ısıttığı gibi herkesi ısıtmıştı. Sobada köz olan odunların azıcık duman kokan kokusu babamın mangalındaydı. Odanın ortasında odayı ısıtan o mangalın kenarında Karacadağ Zom koyunundan yapılmış keçe keçenin özerinde karacadağ kadınların renga renk ördükleri ariyen motifli halılar üzerinde mangalın kenarında otururdu. Yastığını dizlerine dayayıp dirseklerini yastığa yaslayıp elinde tütün tabakası ile parmağına tütün tabağını dayatıp ince uzun parmakları ile tabakadaki tütünü sarıyordu ve mangaldaki maşa ile sardığı sigarayı dudaklarının arasına alıp mangaldaki küçük bir köz ateşini maşanın arasına tutuşturup sigarasını içine çekiyordu. Odayı tütün kokusu sarıyor, mırıldanıp Dengbej makamında bir aşk ya da kahramanlık klamlarının notalarını bulmaya çalışıp ilham almaya çalışıyordu, ilhamı gidip geliyordu. ‘’Dılemin liyane vey lo lo dılemin’’ diye klamı okuyordu. Aşk öyküsünü okumaya çalışıyor.
Mangalın köşesinde kahve cevzesi ısınıyordu, içindeki kahve demleniyor. Onunla sanki dengbejlik makamı okuyacak gibi. Kahve kokusu giderek yayılıyor, Adıyaman tütünü kokusuna kahve kokusu karışıyor, kaynayan kahve ile babamın dengbejlik makamı notaları belirginleşiyordu. Sigarasını söndürdükten sonra fincanına mangalda pişen kahvenin cezvesinden tutup kahvesini bırakıp fincanından yudumluyor. Ve dengbej klamı ilhamı gelmişti ve beni çağırıp gel oğlum kucağıma …
Ve dalıp gitmiştim geceye 7 yaşında bir çocuk olmuş o anı yaşıyordum genç yorgun düşen yüreğim aşk ve hüzünle o anı yaşıyordu..
Baba olmak buydu belki de. Klam ve dengbej makamlarını okuyor, dışarıda yağan kar ve babamın o sihirli odasındaydım, beni alıp götürmüştü yıllar öncesine. Sıcak ve kahve kokusu gelen odada yankılanan babamın klamlarında, babamın sesinde kayboluyordum. Zaman tünelinden izafiyet teorisi bu olmalıydı o andaydı ruhum bedenim.
Babam gel kucağıma oğlum sana hangi klamı okuyayım derdi. Babam hemen hemen tüm dengbejlik klamlarını biliyordu. Meme Alan u Zina Zeydan, Siyabend u Xece, Dewreş u Edul, Eme göze, Filite Kuto, Mala nesir, Binewşa Mire Hakkari gibi tüm Kürdistan’ da ki aşk ve kahramanlık destanlarını, bin yıllardır süregelen dengbejleri, klamları bilirdi.
Ben belki de çocuk yüreğimde Siyabend u Xece ya da Meme Alanı seviyordum. Babam o ilhamı geldiği zaman gel oğlum sana hangi klamı okuyayım dediğinde bende mangalın yanında yastığını dizine koyar dirsekleri ile yastığa dayanan babamın kucağına girdiğimde bana Meme Alan’ı oku derdim. Babam kahvesini yudumlayıp elini kulağına götürüp ‘’Vey dilemi liyane vey lo vey lo’’ diye makam ile başlardı. 36 aşiretin miri Muğurbun padişahı Boze Rewan(denizden çıkan at) atın sahibi Muğurp padişahı Meme Alan’ın gece rüyasında gördüğü Cizira Botan miri kızı Zina Zeydan’ın aşkını anlatan (mem u zinin) öyküsünü anlatırdı geceye ..
Mangaldaki odun ateşi yanıp sönerken mangaldaki cezvenin kahve kokusu ve babamın sesi yankılanırdı odamızda ve ben dalıp giderdim Meme Alan ve Zina Zeydan’ın aşk klamında bazen de Siyabend u Xece klamı ile yankılanırdı odanın duvarları, Siyabend’in yetim bir çocuk oluşu ve hayatında başına gelmedik eziyet, ızdırap kalmayan ve feleğin sillesini yiyen bir çocuğun trajedi, acı, hüzün dolu çocukluğu ve büyüyen Siyabend’in başına gelen bu talihsizliği yıkacak o feleğe atacağı tokadın isyanı vardı babamın klamında. Acı, hüzün dolu ve kahraman biri olacak, ciltlerle anlatılacak nitelikte, bir dünya klasiği eserini oluşturacak nitelikte Siyabend’in kahramanlık, cesaret öyküsü. Ve Xece , Xeca Şikaka 14 kardeşin, 12 aşiretin, mirin kızı Xece ile Siyabend aşkını anlatan babamın Siyabend u Xece dengbejlik klamında Sipan Dağında yağan karın fırtınasında bile beni ısıtan klamı ve Sipan Xelat’ın soğuk fırtınasında babamın klamı ile mangalımızın odun ateşiyle Xelatı Sipanı ısıtırdı. O ana dalmanın hüznü ve aşkı hep yüreğimde.
Ben dalıp giderdim babamın klamlarından rüyalara. Babam daha kaç saat okurdu ve sabahın hangi saatinde klamın sonunu getirdiğini bilmeden dalıp uyurdum.o odamızın küçük tahta penceresinden ablamın has beyaz ipeğe nakşettiği şahmaerana figürü perde olmuştu dışarıda yağan kara küçük pencerenin perdelerindeki şahmerana bakarak dalardım geceye Uyandığımda annemin kokusuyla kucağında olurdum. Babamın sesi sabah namazında okuduğu dualar ile yankılanırdı. Bir derviş olurdu duaları ile o dualarıyla uyanırdım, dualarının sesi sabaha karışırdı. Derviş olan babamın duaları belki Mem ve Zine merhem olmuştu kabirlerinde, belki de Siyabend’in ızdırap, acı, kahramanlıkları, aşk dolu Xece’ye kavuşamayan Siyabend’in rahmetine, Sipan ve Xelat’ın kar, tipi, fırtına, boranını dindirmişti.
Sabahın ilk saatlerinde gök kuşağı gibi kemberli kejilerini bağlayarak güneşten önce uyanıp gül kokulu çeşmelerden su getiren kadınların sesine karışırdı sac ekmek kokusu. Karacadağ’ın derelerinde sac ekmek kokusu ve dumanı mest ederdi sabahı.
Ben rüyalarımda akıp gitmiştim uzun gecelerde dinen sabahın ilk ışıklarında dinmişti geceden kalma klamlar ve sabah babamın duaları ile, annemin kahvaltısı ile kendime geliyordum. Eski kısa dalgası olan radyodan Erivan Radyosu Kürtçe Denge Erivan’e müzikleri eşlik ediyordu bize, Karapete Xaço, Seyade Şame ve Egide Cimo’ nun klamlarının, neyinin sesi yankılanırdı Karacadağ’ın bir dağ köyünde…
Birden kendime geldiğimde bu satırları yazdığımda kendimi ne kadar kaptırmış ve o rüyalarda özlem, hasret ve aşkla o anının bitmesini istememiştim. Bu satırlar bu anın bir parçası oldu. Hep babamın o odasında çocukluğumda kalmıştı yüreğim ve kendime geldiğimde baharın coşkusunu, rengini, sarı ve beyaz tonlara bırakmıştı. Sararmış bir renk almıştı baharın son tonları yaza çalan sarı ve beyaz tonlar almıştı yerini. Evet tam tamına 23 yıl olmuş baharın son günü bugündü, babamı kaybettiğimin 23 yılı olmuştu . İçimdeki çocuk hiç ölmemiş olsa da bende beyaz ve sarı tonları yaşıyordum yüreğimin 41’inde… Sarı ve beyaza çalmıştı tonlarım…
İlk satırlarda filozofun dediği gibi aşk ve hüzün kokuyorum. Böyle bir babanın oğlu olmak, bir babanın aşk hüzün kokan bir coğrafyaya armağanı.. Evet aşk ve hüzün kokuyorum, bazen Meme Alan oluyorum bazen de Siyabend’e Silifi (Guriye Qede) oluyorum.
Babama aşk ve hüzün ile saygı ve rahmetle ruhun şad olsun nur içinde uyu...
Sevgiler
Sedat Kıran