NEREYE BAKIYOR BU ADAMLAR
Kimdir bu adamlar?
Halay mı çekiyor bu adamlar?
Uzaylı mı bu adamlar?
Afrika'dan mı geldi bu adamlar?
Yoksa burada bir hazinenin işaretini mi ?
Evet, bu adamlar. Kimdi bu adamlar. Karşımda duran üzeri çizilmiş tek yönü işaret eden ve o yöne bakan elleriyle insan figürleri olan bir kaya özerindeki çizimler.
Şimdi aklımda geçiyor biraz mizah biraz hüzün ve trajedi... Türk sineması Yeşilçam döneminin 1976 yılında çekilen yönetmen Osman F. Seden'in Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın oynadığı "Nereye Bakıyor Bu Adamlar" komedi filmi repliklerini hatırlatıyor. Anadolu'dan İstanbul'a iş aramak için giden alavere dalavere bilmeyen duygularını hesapsız kitapsız dile getiren saf Anadolu gençlerin metropol de ki sıkıntılarını ve farklı yaşamları tesadüfen bir reklam firmasına konu aktörleri olmaları devamında sosyetenin bunu kendine eğlence komedi yaptıkları bir film.
Nereye Bakıyor Bu Adamlar.
Kaya üzerinde ki çizimlere bakarken filmde ki replik ve sahnelerle bağlantı kurdum.
Doğduğum büyüdüğüm köydeydi bu kaya çizimleri. Çocukluğum hep bu kaya yazıtlarının yanında geçti. Kuzuları otlatır çamurdan oyuncaklar yapar üzerlerinde oyunlar oynardık. Büyüklerimiz gâvur kayaları (zinare gavura) derlerdi. Babamın köye misafirliğe gelen arkadaşlarına dostlarına burayı gezdirir çizimleri gösterir onların bilgilerine başvururdu. Bu kaya yazıtları ile ilgili bilgi toplamak şifrelerini kodlarını çözmek isterdi. Dengbej olmasının dışında tarihe de merakı çoktu. Gelen dost misafirler kaya da ki çizimlerin hazineyi işaret ettiğini, insan figürlerinin duruşu, ellerinin gösterdiği yer de gömü, define olduğunu söylerlerdi. Bu söylemlerde babamı etkilemiş hazine hayaline kapılmıştı. Babam da "nereye bakıyor bu Adamlara bakarak farklı matematik işlemler, kuramlar kurar kazılar yapardı. Günlerce süren çalışmalar nafile kazılar sonucunda maalesef umutlar boşa çıkardı. Bu yazıtların şifresi çözülemezdi.
Her ramazan ayında bize misafir olan babamın bir mele (Seyda) hocası vardı. Beraber ibadet eder teravih namazı kılarlardı. Seydalar genel de Bitlisli din âlimlerin yanında yetişmiş medrese kültürü almış ulema kişilerdi. Babamın Seyda hocası Bitlisliydi ona da kaya da ki çizimleri gösterdi Seyda da burada gömülü hazinenin olduğunu söylüyordu. İbadetlerinin dışında zamanlarının çoğu yazıtların şifrelerini çözmekle geçiyor, iftardan sonra konu yine bu kaya çizimlerine gelirdi. Seyda "Ramazan-ı Şerif bitsin (Bitlis) memleketten bu işten anlayan insanlar getireceğim" diyordu.
Oruç, ramazan ayı bitti Seyda hoca gitti aradan aylar geçti derken. Günlerden bir gün Babamın ramazan, oruç ayı hocası, Seyda’sı, Bitlisli Mellesi bize gelmişlerdi ağırlandı misafir edildi. Seyda Halil Bey "biz geldik bu gelenler hazineciler bunlar nerde ne varsa çıkarırlar aletler detektör her şey var" dedi. Babam hemen gelen misafirlere kurbanlar yemekler hazırlattı.
Kazı ekibi uzman kişiler kayanın üstünde ki çizimlere bakıp arada ki mesafeleri, yönü hepsini hesaplıyorlar farklı matematik yöntemleri kullanıyorlardı. Detektörü kayanın yirmi metre uzağına kurdular ve tarama yapan uzman kişiler bu nokta da definenin sinyalini aldılar. Evet, gömü hazine buradaydı diyorlardı. Babam ve köy halkında bir sevinç, mutlu yüz ifadeleri belirdi. Köyün insanları babamın kazı ekibini oluşturuyordu. Günlerce kazı çalışmaları devam ediyor gömü hazineye az kaldı diyorlardı. Seydalar, uzmanlar çalışmalar hakkında babama bilgi veriyor babam da kazı yapan ekibe emirler veriyordu ama olumsuz şeylerle karşılaşıyorlardı. Kazma ve kürekle çalışan kazıcılar iki metreden sonra sert bir tabakayla, kayayla karşılaştılar kazamıyorlardı. "Hazine işte tam da bu kayanın altında dedi bilirkişiler. Kayayı oymak için, Karacadağ’da içme kuyuları kazanlara ihtiyaç duyuldu onların kayayı delen araç gereçleri vardı. Haber gönderdi babam 5 civici (makara) 4 balyozcu 2 levyeci. Günlerce kayayı delmek için uğraştılar santimlerin aşılması günler alıyordu. Umutları her geçen gün hazineye yaklaşıyordu ama sahnenin başka bir yüzü daha vardı; altı hazineci, beş çivici, on köy sakini kazıcı ve bunların yemekleri her öğün kuzu ve hindi etiydi. Günler uzadıkça uzuyor annemin sitemi, babamla tartışmaları, kuzular, hindiler, tavuklar her geçen gün katlanıyordu. Günlerce süren kazılarda umutlar tükenmiş hazine fiyasko ile sonuçlanmıştı.
Seyda uzman kişiler "bunlar büyü yapmış, başka yere saklamışlar" diyordu kazı son bulmuştu. Bu kaya yazıtlarının şifreleri bir kez daha çözülememişti. Hazine gömü filanda yoktu.
Onbeş günün sonunda altı hindi, sekiz tavuk, iki horoz, iki kuzu, bir keçi (gisk), iki toklu (hogeç) umutlara kurban edilmiş, hazineye meze olmuşlardı.
Annemin babama feryad-ı figanları, babamın sessizliği, derin düşünceleri adeta evimizde devalüasyon yaratmıştı. Evimiz de umutların yerini umutsuzluk almış babamın kaya yazıtların, figürlerin, şifreleri ve hazinesi çözülememişti.
Aslında babamın yapmak istediği kaya yazıtlarının şifrelerini çözmek ve tarihi kalıntıları gün yüzüne çıkarmaktı. Her gören kişi burada hazine var macerasına sürüklemişlerdi babamı bu hazine sevdasına.
Babamın bu anısıyla yirmi yılı geride bırakırken aramızdan ayrılan güzel yürekli insanları ve babamı saygıyla rahmetle anıyorum.
Bu yazıtlar beni de etkiledi Karacadağ'ın bazalt kayalarına çizilmiş figürler neyi anlatmaya çalışıyordu. Kayaların üzerinden insanlara ne söylemeye çalışıyordu? Elleriyle bir yönü işaret ediyor güneş, ay, dağ keçileri, geyik, yırtıcı hayvana benzeyen figürler...
Bir ayin mi?
Dini bir ritüel mi?
Kafa karıştıracak, düşündürecek şifreler mi? Ne anlatmaya çalışmışlardı? Bizlere ne söylemeye çalışmışlardı acaba atalarımız?
Bu kayalara çizilmiş figürleri anlamak için tarihin derinliklerine yolculuk yapmak gerekir. Dünya tarihine milat olan 2.5 milyon yıl ve insanoğlunun tarihini derinden etkileyecek bir devrim.
Üst peolotik dönemden neolotik döneme geçiş evresi olan mezolitik-epipeolitik dönem yaklaşık 18000-10000 yıllık dönemler arasındadır.
Bereketli Hilal olarak adlandırılan topraklar Kuzey Mezopotamya dan başlayıp Lübnan, kuzey Suriye, kuzey Irak ve Akdeniz sahillerini içine alan bölgedir. Küresel buzulların çekilmesiyle ısınan iklim koşulları ve bitki çeşitliliğin artması, canlıların çoğalmasıyla bu bölge de insan nüfusunun artışını da sağlamıştır. Uygarlığın temeli buralar da şekillenmiş birlikte yaşamın daha kominal halini almıştır. Av törenleri, dini ritüeller, devletleşme, uygar toplumun şekillenmesi buralarda gerçekleşmiştir. Tarımın ortaya çıkması ile insanoğlunun 2.5 milyonluk yaşamında devrim yapmıştır. Bu süreçte "Bereketli Hilal “in merkezi olarak gösterebileceğimiz Karacadağ ve havzasında gelişmiş ilk kültürel ıslahı yapılan evcilleştirilen "siyez" denilen buğdaygillerin atası ortaya çıkmıştır. Tarımla birlikte yerleşik hayat başlamıştır. Karacadağ ve Karacadağ Fırat havzasında uygar toplumun şekillenmesi buralarda ortaya çıkmış bunu kanıtlayan ve tarihin yeniden yazılmasına neden olan Göbeklitepe bunun kanıtı olmuştur.
İnsanlık uygarlığını böyle etkileyen bu bölge kültürel, sosyal anlam da zengin değerler, miraslar bırakmıştır. Karacadağ, Fırat ve Urfa havzası bu anlamda dünyanın merkezi olarak değerlendiriyorum. taşıyla, toprağıyla, dereleri, ırmaklarıyla hep bize bir ezgi bir hikaye söylemek istiyor. Tabi ki hissetmek, duymak isteyene bunu hissettiriyor. Bu duyguyu ezgiyi bizlere atalarımızdan bir şey söylemek isteyen Karacadağ'da ki bu kaya yazıtları neydi?
Yukarı da değindiğimiz üst peolotik dönemin evreleri olan mezolitik-epipeolotik kültür evresi olarak bilinen evre de insanoğlu av törenleri, dini ritüelleri (ölüleri gömmek) yapmış ve doğa, astroloji (ay, güneş, yıldız) insan için merak uyandırmıştır. Dolayısıyla bu dönemler de yazı ve alfabenin olmayışı insanların doğayı, astronomiyi, av törenlerinin, dini ritüellerinin etkisinde kalarak yaşadıkları duyguları "pedrogfil" dediğimiz mağara duvarlarına, taşlar üzerine taşla oyma, kazıma, boyama yaparak çizimlerini bırakmışlardır. Av törenlerin de genel de geyik ve dağ keçilerini figürle meye çalışmışlardır. Geyik kutsal olduğu kadar vefa duyulması gereken bir hayvandır çünkü hem besin hem derisi ve boynuzlarından araç gereçler elde etmişlerdir. Güneş onları ısıtan, gündüzleri ışık saçan ay ise gecelerini aydınlatan kutsal değerler taşıyan öğelerdi. İnsanlar bunu taşlara, mağara duvarlarına işlemiş çizimlerini yapmıştır. Bu örnekler Avrupa ve Asya'da da bulunmaktadır. Asya'da Kırgızistan'da sayma taşları, İspanya'da Bask Altxerri mağara çizimleri, Fransa’da Vallon Port mağarasında 30 bin yıl önceye ait pedrogfil çizimleri bulunmaktadır. Buralar da ki kaya yazıtları koruma altına alınmış yıl da milyonlarca turist ziyaret etmektedir.
Evet "Nereye Bakıyor Bu Adamlar" hikayesi yukarıda tarihi veriler ve kaynaklarla değinmeye çalıştığım gibi biz de olay farklıdır. Tabi herhangi bir araştırma yapılmamış yapılmıyor. Müzeler müdürlüğü ve belediyeler, valilikler bu anlamda çok duyarsız vatandaş bilinçsiz. Maalesef her üzerinde bir figür, yazı gördüğü taşı hazine define olarak algılar ve bu tür örnekleri olan kaya yazıtları, tarihi belgeleri kırarak yok ediliyor. Karacadağ'da ki kaya yazıtları Avrupa'da olsaydı koruma altına alınır turizme açılır ki Fransa'da Vallon Port mağara yazıtları koruma altına alınmış yıl da milyonlarca turistin ziyaret ettiği, gezdiği yerler arasındadır.
Evet, sonuç olarak nereye bakıyor bu adamların bize demek istediği.
Dünya tarihi ve uygarlığın merkezi Anadolu’da biz buradayız diyorlar. Devletin yetkili erklerine sesleniyorlar, sesimizi duyun, HES’ ler olarak kurduğunuz ve baraj yaptığınız Anadolu’nun uygarlık tarihini, kültürünü sular altında yok etmeyin diyorlardı.
Uygarlık tarihin, inançların ve insanoğlunun mayalandığı tohumun ilk serpildiği, tarihin yeniden yazıldığı toprakların atasıydı onlar. Torunlarına şöyle demek istiyorlardı: Göbeklitepe olarak bilinen höyük yerleşkesinde mağaralar, mezarların bulunduğu yerleşkede;(melo köyü) mucur için taş-mermer ocakları ihaleyle verilen höyükler yok ediliyor. Göbeklitepe gibi miraslar nerde ise yok edilmekle karşı karşıya. Soğmatar gibi antik kent ilk astrolojinin, bilimin merkezinin bir yıkımla karşı karşıya tek tanrılı inancın mabedi olan soğmatarda güneş (şamaş) ay sin heykel kültleri parçalanmış durumda.. Şuayb şehri olarak bilinen ilk antik kentte köy sakinleri ev yapma bahanesi ile hazine gömü aramak için iş makinelerini harıl harıl çalışmakta antik kent harabeye dönmüş durumda.. Şanlıurfa şehir merkezine 8km uzaklıkta bulunan Germüş kilisesi ise hazine kaçakçıları tarafından içi dışına getirilmiş, yağmalanmış ve talan edilmiş durumda. Sanırım NEREYE BAKIYOR BU ADAMLARIN demek istediği: ‘’Şanlıurfa büyük şehir belediye başkanı Sayın Zeynel Abidin Beyazgüle neredesin.’’ diyorlar.
Biraz ironi biraz mizah ve maalesef gerçeklerimiz tarihi yerlere mekânlara belediye valilik gerekli titizlik ve hassasiyeti göstermemektedir. Bu tür tarihi yerlerin korunması dokusunun bozulmaması ciddi bir bilinç ve eğitimden geçmektedir. bu anlamda belediyelerin ve valiliğin tarihi yerlerin korunması anlamında ciddi hassasiyet göstermesi gerektiğini düşünüyorum.
Saygı ve sevgiyle
Sedat KIRAN