Bunca ölüm haberine, bunca dostun gidişine nasıl dayansın yürek. Bu nasıl bir süreçtir ki insanı yalnızlaştırıyor ve bir başına bırakıyor, yetmiyor sevdiklerinden koparıyor.
Sadece son bir hafta içinde önce dayım, sonra çok değer verdiğim, yılların öğretmeni ve aynı zamanda sitemizin yazarı Misbah Hicri’yi maalesef bu gün corona iletinden dolayı kaybettik.
Yıllardır kendisini tanırdım. Urfa gibi çorak bir toplumda, düşünce dünyası oldukça ışıltılıydı. Türkçe dışında kendi anadili olan Kürtçe kitaplar da yazan ve Arapça kendini ifade edebilen nadir yazarlardan biriydi. Kişiliği ile ilgili bir şey yazmaya gerek yok. Tek kelimeyle doğru bir dost ve namuslu bir kalemdi.
Demokrasiye inanan, insan hak ve özgürlüklerini bilince çıkaran ve insani değerleri gözeten sayılı insanlarımızdan birisiydi.
Ama ne yazık ki, corona nedeniyle kaybettik.
Çok saygın, namuslu bir yazar, akli selim bir insan olan abim, arkadaşım, dostumdu. Çok ama çok üzgünüm. Sözün bittiği, duyguların boğazda düğümlendiği zamanı yaşıyoruz. Bu süreçte çok yakınımızda ki insanları, değerlerimizi kaybettik. Ne demem gerekiyor bilmiyorum.
Ruhu şad olsun, bizi ve sevdiklerini öksüz bırakıp, gitti. Işıklar içinde olsun. Çok özleyecek, çok arayacağız.
Ruhu şad olsun…
Misbah Hicri’nin elimize ulaşan son yazısını anısı önünde saygı ile eğilerek yayınlıyoruz…
Misbah Hicri yazdı…
EŞİTLİK BİR MUAMMA
Anayasanın onuncu maddesi; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin ilkesi ve tarihçesini yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Ancak anayasanın var oluşundan bu güne yapılan en büyük yanlışlık eşitlik ilkesinin hiç dikkate alınmamasıdır. Öteden beri söylenenleri, yazılanları, tarihte yaşananları sıralarsak eşitliğin egemenlerin koca gölgesinde kaldığını göreceksiniz. Her ne kadar eşitliğin varlığından bahsederlerse de yaşamın ilkesi olan eşitliği hiç mi hiç tanımadılar.
Anayasanın sıraladığı ifadeler bu ülkenin huzuru ve mutluğu içindir. Hayatın her alanında eşitliğin hiçlendiğini söylemek bir kusur/suç değildir. “Kendin için ne istiyorsan, karşındakine de aynısını sunmalısın.” Eşitlik yalnız kendine yakın için olmamalı, çünkü senden uzak dediğin de bu ülkenin vatandaşı onu eşitlikten mahrum bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Dili, dini, ırkı ayrıda olsa o bu ülkenin vatandaşıdır.
Nereden başlasam bir başka konu eşitsizlikten nasibini alır. Mesela dil, ırk denince aklıma, ülkede birlikte yaşadığımız halklar arasında dağ gibi bir eşitsizlik olduğunu görmek mümkün. Türklerle, Kürtler, Araplar ve Lazlar hiçbir zaman eşit olmadılar. Bunların dilleri kültürleri kabul ediliyor mu? Kendi ana dilleri ile eğitim hakkı yok, hatta onların varlıkları bile inkâr ediliyor. Ya da kendilerini geliştirmek için birlikte yaşanan ırklarla eşit midirler? Bu ülkede yaşayan herkes kendini Türk olarak görmese ona vatandaş gözü ile dahi bakılmıyor.
Cinsiyet, siyasi düşünce din ve mezhep alanlarında ülkemizde yaşayanların herkesin eşit olduğunu söyleyebilir miyiz? Daha dün “cem evi cümbüş” evi diyenler bu insanları kendileri ile hiç eşit görürler mi? Dünya da bu kadar farklı din/mezhep varken Alevilerin cemleri bize niçin tuhaf gelsin.
Bu ülkede yaşayan Sünni’si, Alevi’si, Suryani’si, Hıristiyan’ı vesaire din ve mezhep mensupları bu ülkenin vatandaşı olduktan sonra kimse bunların eşit yaşamasını engelleyemez. Başı açık, başı kapalı, çarşaflı, peçeli hepsi bu ülkenin bireyleridir. Kimse bunları birbirinden üstün tutamaz, çünkü yasalar önünde herkes eşittir.
Ülkemizde konuşulan en büyük eşitsizlik kadın ve erkeklerin eşitsizliğidir. Yüz yıllardır devam eden bu eşitsizlik son yüzyılda nasıl ki bir ilerleme kaydetmemişse bundan sonra da kadın ve erkek eşitliğinin ancak bir asır daha gerekli. Bu eşitliğin belli bir sınırı vardır. Eşitlik dendiyse öyle başıboş bir eşitlik olarak algılanmamalı. Kadınlar için dünyanın her yerinde eşitliğin bir sınırı vardır. Namus anlayışına vakıf herkes eşitliği beyninde çözdüğüne inanıyorum.
Birde Türkiye’nin de imza koyduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine göre eşitlik ilkesi temel bir ilkedir. Beyannamenin 7.maddesinde “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Eşit değil de eşitsizliklerin ne kadar yaygın olduğunu sağır sultan bile duymuş diyebiliriz.
Türkiye’nin imzaladığı ikinci beyanname, Çocuk hakları sözleşmesi; Bu beyannamenin ikinci ilkesinde; “Çocuklar özel olarak korunmalı, yasa ve gerekli kurumların yardımı ile fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal ve toplumsal olarak sağlıklı normal koşullar altında özgür ve onurunun zedelenmeyecek şekilde yetişmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla çıkarılacak yasalarda çocuğun en yüksek çıkarları gözetilmelidir.” Siz çocukların eşit olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu çağda okul okumayan, hala çırak olarak çalışan, sokakta seyyar satıcılık yapanlar ve dilenenleri görmezden gelebilir misiniz?
Sizler varsıllarla yoksulları bir kategoride tutup hayatın her alanında eşittirler diyebilir misiniz? Biz insanların renginden, boyunun uzunluğu ya da kısalığı anlamında bir eşitlik düşünmüyoruz. Bizim eşitliğimiz ülke vatandaşlarının her alanda her anlamında eşit yaşamasıdır. Bu eşitliğin tek yolu insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğünden geçer
İnsan hakları ilişkisinde, toplumsal yaşamda ve bireyler arasındaki eşitlik kavramı önemsenmedikçe; hak, hukuk, adalet ve özgürlüklerin sağlanmaması barışın sürekli ötelenmesine neden olur. Siyasi iktidarlar enerjilerini, güçlerini vatandaşların eşit yaşaması için kullanır. Bu ne kayırma ne yermek içindir. Eşitlik aynı zamanda devletin demokrasinin gereklerini yerine getirmesidir. Bunu başaramayan siyasal iktidar eşitlik karşısında gücünü yitirmeye mecburdur.
Şeyhmus Çakırtaş