Mahmut efendi avluda oturmuş,ziyarete gelen torunlarına,yanındaki akide şekeri tabağını uzatıyor.Kendisi gibi kızıl saçlı,çil yanaklı olan küçük torun,şekerleri görünce hemencecik koşuyor.Dedenin yanına çöküp,minicik ellerini tabağa daldırıyor.Bir iki tanesini ağzına atınca,neşesi yerine geliyor.Dede,sabırla bekliyor.Sevilecek kıvama geldiği an,kolundan yakaladığı gibi kucağına yatırıyor.Sıkı sıkı sarılıyor.Pembe ellerini ısırıyor.Beyaz kabuklu tenine,sakallı yanaklarını süre süre bir güzel öpüyor.Akideye hürmeten canı yanmıyor,sesini çıkarmıyor torun.Üstelik öylesine cana yakın,sevilmekten sarhoş,dedenin hoyrat sevgisiyle mest düşüyor.
Büyük torun ise,o zamanlar huysuz.Annesine sokulmuş dik dik bakıyor dedeye.Az dokunsalar zılgıtı basacak,mahalleyi inletecek.Sevilmek ister ama şakayı sevmez,hoyratça sevilmelere hiç gelemez..
Annemin babası ile anım bundan ibaret.Sırtını duvara dayar,bir dirseği dizinde,avlunun en serin yerinde,hasır üstüne serili döşeğinde oturur,acı kahvesini yudumlar,fıtratıma hürmetkar,uzaktan severdi beni..
Babam,iş gereği İstanbul’a gittiğinde,gece kalmalı dedemizin evine giderdik.Annem özlerdi baba evini.Biz ise,bahtsız bedevi apartman çocuklarıydık.
Dedemizin dört tarafı yüksek duvarlarla örülü avlulu evi,Babil’in bahçeleri gibi gelirdi bize.Duvarların üstündeki nişlerde kuşlar konaklar,bir duvardan ötekine kanat çırparlardı.Avlunun ortasında kuşları izlerdik.Sanki gelişimiz ile onlar da şenlenirdi.Terasın zikzaklı korkuluklarına kondukları vakit,onlara yetişmek umuduyla terasa çıkan taş merdivene koşardık.Anneannem düşeriz diye korkar,bizi yanına çağırır,kuşlara atalım diye ekmek verirdi.
İkindi ezanı okunurdu.Annem avluyu sulardı.Suyun kokusu olmaz,ama değdiği yeri kokusu ile var etmeye kamil,bir ruhu olur.Saksıdaki çiçek,saksıdaki toprak,avludaki kebbet ağacı kokardı.Birbirine karışan kokuları içimize çeker,çıplak ayaklarla süpürge,çekçek kapma yarışı yapardık.Zerzavatı kapan;kılıçla ordulara dalan komutan misali öne atılır,koşar adım suları giderine akıtırdı..
Her taraf pürü pak olduğunda,anneannem elinde sini ile tandırlıktan çıkardı.Sinilerde mevsimin atıştırmalıkları olurdu.
En sevdiğimiz,koruk terlemeydi.Olgunlaşmamış üzümdür koruk.Üstüne tuz ve pul biber ekilir.Kapalı bir kapta,altlı üstlü bir güzel karıştırılır.Yemek öncesi iştahı arttırır.Ağzımız burnunumuz ekşiye ekşiye bir güzel yerdik.
Akşam olurdu.Yemekler yenir,çaylar demlenirdi.Eskilerden gem vurulan,yenilerden yaka sirkelenen kadim sohbetler yapılırdı.
Derken yatma vakti gelirdi.Terasa çıkardık.Yaz günü kimse odalarda yatmazdı.Terasa “dam”derler.Herkes damda yatardı.Damın duvarları da avlu gibi çepeçevre duvar,komşular birbirini görmezdi.Anneannemizin damda,içi buran buram Arap sabunu kokan,küçük bir odası vardı.Döşekler,çarşaflar,yastıklar burada saklanırdı.Lazım gelecek kadarı çıkarılır,tahta serilirdi.Taht ise;demirden yapılan,yerden yüksekliği bir ile bir buçuk metre arasında değişen,yüksek ve içi geniş yatağa verilen isimdi.Annemiz her birimizi bir yanına alırdı.Tepemizde,sanki az sonra üstümüze sağanak halinde yağacak gibi duran yıldızlar,geceyi aydınlatır;biz ise bu aydınlıkta samanyolu ile ebem kuşağını arardık.Yıldız kayınca köklerimizdeki sabilik ayyuka çıkar,dilekler tutardık.Komşu damın radyosundan gelen efkarlı gazeli ninni,İbrahim’i yaradana götüren yıldızları örtü yapar,mışıl mışıl uyurduk.
Sabahları mercimek çorbasının,közde biber,patlıcanın kokusuna uyanırdık.Avlu yıkanmış,yer masası kurulmuş olurdu.Fırından,tırnaklı ekmek derler,el değmeyecek kadar sıcak,koca koca pideler gelirdi.Sıcak suya yatırılmış tuzlu peynirler,reçeller,pazardan gelen yeşilliğin envai çeşidi sofraya dizilirdi.Suriye’den gelen kaçak çay,bardaklara taksim edilirken,ev ahalisi yer masası etrafında dizilmeye başlardı.
Anlattığım zamanlar,avlulu evlerin son demleriydi.Anneannemin mahalle arkadaşları,bir bir apartman dairelerine taşınmış,eski evler sahipsiz kalmıştı.Sosyal çevresi geniş olan anneanneme,zul geliyordu artık mahalle.Dedemi apartmana geçme konusunda ikna etmek için çabalıyordu.Dedem ise,yerleşik düzene bağlı adamdı.Halı taciriydi.Halıyı Suriye’den,Afganistan’dan getirtmesine rağmen,bir kere olsun merak edip,Urfa sınırından öteye geçmemişti. “Bu evden ölüm çıkar,ben çıkmam”diyordu.
Anneannem üzülüyordu.”Öyle deme efendi,daha ne kadar kalacağız burada.Hırsızı var,sarhoşu var.Zaman,eski zaman değil.Kapıdan,takadan atlayıp gelseler,nice olur halimiz?Ses versek,sesimize kim yetişir?”
Sonunda çok sevdiği hanımını,kıramadı Mahmut efendi.Apartman dairesinde ev alındı.Eşyalar toplandı.Evden çıkacakları gün,aniden şekeri yükseldi.Avlulu evde vefat etti..
Bazı insanlar ağaçlar gibidir.Kök salar yaşadığı yerlere.Yerini değiştirmek istersen,örselenir kökleri..
Avlulu eve gelince;şimdilerde butik bir otel olmuş.Memlekete gittiğimizde,annemiz ile birlikte ziyaret ettik.Otel sahibinden izin alıp,boş olan odalara bir bir girdik.Babasının oturduğu köşeyi yad etti.Anneannemin;bir yandan el değirmeninde kahve öğütüp,bir yandan da kocası ile söyleştiği zamanları andı.Hele bekarken kaldığı odada hiç birimizi istemedi.Kuru gürültümüzü yanımıza alıp,kapıyı örttük.Bize çocukken kocaman,büyüyünce minicik görünen avluya çıktık.Avluda kebbat ağacı yoktu,kuşlar da yoktu,ve dahi bir ekmek verenimizde..
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve www.haber-sanliurfa.com editöryal politikasını yansıtmayabilir