TÜRKÜLERİMİZİN ANONİMLEŞME VE POPÜLERLEŞME SERÜVENİ
Bugün gerek TRT gerekse diğer kişi, kurum ve kuruluşların repertuarlarında tamamına yakını “anonim” olarak etiketlenen türkülerin tamamı, başlangıçta belirli insanların eserleri olarak ortaya çıkar.
Doğrusunu söylemek gerekirse; insan elinden, beyninden ve gönlünden çıkan soyut ya da somut sanat veya zenaat eserinin anonim olması mümkün değildir. Böyle bir iddia hayatın ve yaradılışın gerçekleriyle örtüşmez. Ne var ki müzik ve şiir gibi sözlü sanat eserlerinin yörelere göre değişme, değişirken de asıl kaynağından ve sahibinden uzaklaşma ve zaman geçtikçe de tamamen koparak ayrı bir kimlik kazanma riski hep vardır.
Bir örnek vermek gerekirse: çocukluk yıllarımızda tanık olduğumuz bir olay üzerine ve fakat olayın üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra Türk Halk Müziği eserleri arasında yer alan “Cabır dağdan kuş geliyor” türküsünü gösterebiliriz. Bugün için bu türkünün hikayesi Urfa’da yaşayan belirli bir nesil tarafından gayet iyi bilinmekte, eserin sözlerini yazıp besteleyen Mustafa Savaş, gerek sazı gerek sesi ve gerekse eserleriyle Urfalı müzikseverler arasında yaygın biçimde tanınmaktadır.
Ne varki eserin yayılmaya başladığı 1960’lı yılların üzerinden yüzyıl veya yüzyıllar gibi uzun bir süre geçmeden yer yer sözleri yer yer ritmi ve zaman zaman da türkünün ana teması ve çıkış hikayesinin değiştiğine tanık olmuşuzdur.
Müzik sektöründe gerçekten çok değerli albümlere imza atan bir firma; “Milli Mücadele”, ”Kurtuluş” veya “Kahramanlık” türkülerini topladığı özel albümde; gerçekte kanun kaçağı bir katil olan Mehmet Polat adına bestelenen “Cabır dağdan kuş geliyor” türküsüne bu kategoride yer verir.
Türk formundaki bestelere şiddetle karşı çıkan TRT Müzik veya Denetim Dairesi de; her ne ve nasıl olmuşsa; belki türkünün mısralarında yer alan “mavzer sesi”, “bölük bölük giden asker”, gibi militarist kelimelere kanarak Mustafa Savaş’ın bu güzel bestesini “kahramanlık, milli mücadele ve kurtuluş” türkülerinden Kabul ederek TRT repertuara alınmasını uygun bulur.
***
Yüzyıllar boyunca halkın dilinde dolaşa dolaşa ve sözleri ve ezgileri çeşitli sebeplerle bazı değişikliklere uğraya uğraya farklı coğrafyalara ulaşarak ‘anonim”leşir.
“Yayılma sırasında türkülerin sözlerinde ve ezgilerinde bazı değişiklikler vukua gelir. Kimi zaman bu değişiklikler türküyü tanınmayacak hale getirir; öyle ki, bu eserler karşımıza bir başka türkü olarak dahi çıkabilir. Türkülerin bu derece çeşitlenmesinin asıl sebebi kişilerin kabiliyetleridir. Kaynak şahıslar, ezgilerin yapısında önemli ölçüde değişiklik yapabildiği gibi, bu değişikliği türkülerin sözlerinde de yapabilirler.” (7)
1877’de Edison’un “gramofon”u , 1902' de İtalyan mucit Guglielmo Marconi, sesi kablo ya da tel olmadan bir yerden bir yere ulaştıran “radyo”yu, 1924’te John Logie Baird’in “televizyon”u icad etmeleriyle genişleyen iletişim ağı türkülerimizin daha geniş coğrafyalarda duyulup söylenmesini sağlar.
Söz konusu iletişim araçlarının paralelinde ortaya çıkan taş plak, 45’lik, cd, ve kaset gibi ulaşılması kolay ve fiyatları diğer iletişim araçlarına göre düşük olan ses kayıt malzeleri ile kaset ve cd çalarlar, başlangıçta estetik kaygılarla çalışan ses ve saz sanatçılarıyla birlikte büyük bir müzik söktörünün oluşmasına zemin hazırlarlar.
Bütün bu gelişmeler; ister istemez Türk Halk Musikimizin özgün eserlerin söz ve müziklerinin değiştirilerek “anonim”leşmesinin yanı sıra “popülerleşme” adına “yozlaşma”nın da önünü açar. Bir tür fikir hırsızlığı ve telif hakkını gasp da sayılabilecek boyutlara ulaşan bu yozlaşmaya bir kaç örnek vermek gerekirse;
1960’ların başlarına kadar Urfa’yı ve Urfa türkülerini baba Cemil, oğul Ahmet Cankat ve Bedirhan Kırmızı ile tanıyan “Müzik Piyasası”, iki yeni Urfalı sanatçının sesiyle daha bir canlılık kazanır.
Eyup Uyanıkoğlu yumuşak ve musikimizin her türüne rahatlıkla adepte olan sesi ve besteleri ile kısa zamanda aranılan ve taş plakları rekor düzeyde satış yapan sanatçılar listesinde hızla yükselir. Bir yıl gibi kısa bir sürede piyasaya çıkan “‘Aman yandım taksi’ ve “Bilmem feleğin kastı ne” isimli türküler dilden dile dolaşmaya, eserlerin okunduğu taş plaklar peynir-ekmek gibi satmaya başlar.
Hemen hemen aynı yıllarda bir başka Urfalı sanatçının daha yıldızı parlar. Türkiye; farklı sesi, yorumu ve okuduğu türküler, ”bozlak”ı anımsatan Barak tarzı ve ağzı uzun havalarla Nuri Sesigüzel’le tanışır. Çok kısa zamanda benimser ve hızla zirvelere taşır. Geçmişte gazinolarda ancak ivertür olarak veya en fazla assolist altında sahne alabilen türkücülerin makus talihini yenen ilk Türk Halk Müziği okuyucusu olur Nuri Sesigüzel. ısmini kısa bir sürede ıstanbul Gazinolarının neonlarına assolist olarak yazdırır. Hemen her plağı satış rekorları kırar ve zirveye yerleşerek dönemin sanat güneşi Zeki Müren ile yarışacak konuma yükselir.
Kendisinden önce gelen Türk Halk Müziği sanatçıları yılda azami 2-3 plak yapabilirken; Sesigüzel bu rakama bir ayda ulaşır. Bu hızlı gelişme ve yükseliş, ister istemez eski defterlerin karıştırılmasını, yıllardır yüzüne bakılmayan türkü repertuarlarının didik didik edilerek piyasaya sürülmesini ve paralelinde de yeni yeni türkülerin derlenip bestelenmesini zorunlu kılar.
Ama ne var ki, müzik sektörünü ellerinde tutanlar, yeni bestelere veya türkü formunda eserler üretebilecek bestecilere telif ödemek yerine; geçmişte ses getirmiş türkülere yeni sözler yazdırarak işin kolayına kaçmayı tercih ederler.
Nuri Sesigüzel gibi Birecik’ten İstanbul’a göçüp yerleşen Abdullah Nail Bayşu; Nizipli ses ve saz ustası Cuma Pamuk’un 1950’li yıllarda taş plağa okuyup bütün Türkiye’ye sevdirdiği “Cumbullu” türküsüne:
Gönül viraneder kuşlar konmuyor
Yar gelip derdime derman olmuyor
Dünya bana zindan yüzüm gülmüyor
Doktorlar derdime çare olmuyor
Gülizar Gülizar canım Gülizar
Senin için gezdim ben diyar diyar
Diye yeni sözler yazarak yılların “Cumbullu”sunu “Gülizar” adıyla tezgaha koyar. Eserin yer aldığı plak piyasaya çıktığında türkünün adı etrafında kurgulanan hayali Gülizar ile Nuri Sesigüzel’in gençlik aşkı hikayesi ile son derece etkili bir promosyon yapılır. Ne acıdırki o günlerde şöhretinin zirvesine ulaşan Nuri Sesigüzel de bu tezgaha alet olur; sahnelerde “Gülizar-Nuri Aşkı” üzerine hayli dokunaklı sözler söylemeye çalışır.
A.Nail Bayşu ve ekibi bununla da kalmaz; yine Nuri Sesigüzel’in okuduğu “Sarı sabahlıkta güzele”, “Karşıdan geliyor eli develi” gibi bilinen Barak tarzı uzunhavaları dinlenir kılmak üzere yeni hikayeler üretir. Barak Ovasının yüzyıllık ağıt ve destan birikimi, bir kaç yıl içinde ekleme-çıkarma,çakma ve hikaye kurgulamalarla yağmalanır. Aşık Garip şiirleri günümüze uyarlanarak kuşa çevrilir.
Kürtçe türkülere Türkçe söz yazarak Türkü ve Türkiye pazarına sürmek de yine bu furyayla başlar. Kendisi de kürt kökenli Diyarbakırlı Sanatçı Ayşe Şan;
Sürme çekmiş gözlerine
İnandım yar sözlerine
Mail oldum gözlerine
Ah le Cemo, vah le Cemo
Ez kurbane bejnatemo
Vay le Cemo Le le Cemo
Türküsüyle pek fazla ses getiremez. Ancak; A. Nail Bayşu’nun “Cemo”ları “Demo” yaparak iyice arabeskleştirdiği eser, Nuri Sesigüzel’in sesiyle yılın en çok satan plakları arasında yer alır.
1970’lere doğru Kürtçe türkülere Türkçe söz yazmak geleneğine yepyeni isimler katılır. Yıllarca “Radyoye Komane Beşir-i Kurdi” adıyla Irak’tan yayın yapan radyodan dirleyip Kürtçesini ezberlediğimiz hareketli ezgiler Türkçe sözlerle plaklara okunur.
Ayşe Şan’ın Kürtçe sözlerle de plağa okuduğu “Le le xımşe” nakaratlı türkü umulan tiraja ulaşmaz. Bunun üzerine:
Çesmede gördüm seni
Oy aman le yamman le le himse
Yaktin yandirdin beni
Oy aman le yamman le le himse
Inanmayin sözüne
Oy aman le yamman le le himse
Valla seni severim
Oy aman le yamman le le himse
Şeklinde Türkçe’ye çevrilerek piyasaya sürülerek yozlaşmaya yeni bir boyut kazandırılır. Değişik sanatçıların seslendirdikleri türkü, çok kısa sürede düğünlerin ve benzer eğlencelerin vazgeçilmez halay müziği olur.
Yozlaşmanın bir başka boyutu da türküler arası söz transferleridir. Urfalı Sanatçı Nafi Budak’ın türkü repertuarımıza kazandırdığı;
Ne çemen ne saye-i gül
Ne bahar ne buy-i sümbül
Bana vasfın etme bülbül
Men esiri kakül yara
Can kurban o şivekara
Mısraları ile başlayan türkü’nün sözlerini ağır bulan Gaziantepli Sanatçı Azmi Körükçü, bu güzelim ezgiyle pek de uyuşmayan;
Kavak kavaktan uzundur
Dibinde bir tevek üzümdür
Yar benim iki de gözümdür
Lale sümbül gülizare
Can kurban o şivekare
şeklinde eski bir türkünün sözleriyle değiştirir. Türkülerimizin anonimleşme serüveninde esgisi, ritmi, sözleri, yöresi ve bölgesi değişen eserlerin örnekleri bunlarla sınırlı değildir. Nida Tüfekçi gibi türkülerin türkü gibi okunmasından yana tavır koyan TRT sanatçılarının birer ikişer aramızdan ayrılmaları 2000’li yılların başlarına doğru halk musikimizin sahipsiz kalarak yağmalanmasına yol açar.
(*) Peşpeşe paylaştığımız 'Türkü' Konulu araştırmamızın özeti 15 Kasım 2018'de Şanlıurfa'da "Geçmişten Günümüze Urfa'da Müzik" sempozyumunda tebliğ olarak kabul edilmiş; nedendir bilinmez Şanlıurfa Belediyesi ve Harran Üniversitesi tarafından basımına karar verilen tebliğler arasında yer verilmemiştir.
Yaşar Duru