Sare Davutoğlu Ahmet Davutoğlu'nu anlattı

TAKİP ET

Milliyet gazetesinden Serpil Çevikcan'a konuşan Sare Davutoğlu, Başbakan Davutoğlu'nun bilinmeyenlerini anlattı.

Milliyet gazetesinden Serpil Çevikcan’a konuşan Sare Davutoğlu, Başbakan Davutoğlu’nun bilinmeyenlerini anlattı.

Sare Davutoğlu, başarılı bir kadın doğum uzmanı ama artık siyaset sahnesinde de yer alıyor…

Sare Hanım, eşi Başbakan Davutoğlu’nun kendine göre daha soğukkanlı olduğunu söylüyor; toplumdaki kutuplaşma da siyasetteki sert dil de onu endişelendiriyor.

Eşiyle HDP’nin Diyarbakır’daki mitingindeki bombalı saldırıya çok üzüldüklerini söylüyor Ankara şu günlerde çok telaşlı. Seçim sonuçlarının hazmedilmesinin ardından yeni hükümet arayışlarında resmi süreç de başladı.

Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin yeniden bir koalisyon deneyimi yaşayıp yaşayamayacağını göreceğiz.
Bu telaşlı takvime kendi adıma bir günlüğüne ara vererek Operatör Doktor Sare Davutoğlu ile İstanbul’da bir gün geçirdim.

Sare Hanım’la ilgili cümle kurarken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun eşi diye başlamak işime gelmiyor.
Kadın dayanışması da diyebilirsiniz.

Çünkü, başarılı bir kadın doğum uzmanı kişisel kariyerine imza atan Sare Davutoğlu’nun siyaset sahnesinde işin gereği olarak konumladığı bir resim söz konusu.

Sare Davutoğlu ile İstanbul’un Bahçelievler semtinde, Başbakan Davutoğlu ile yıllarca oturdukları evin hemen bitişiğindeki muayenehanesinde başladı sohbetimiz.

Sohbet boyunca, haz duyduğu şeyin öncelikle doktorluk olduğu çok kolay anlaşılıyordu.
Hem tesettürlü hem de başı açık bir hasta profili vardı. Hastalarının çocuklarını gösterip “Bu da benim bebeğim, abisi de” diyordu.

Uzun yıllara yayılan hasta-doktor ilişkisi nedeniyle birçok ailenin bazen dört çocuğunun da doğumunu yaptırdığını anlattı.

O bebekler o yüzden Sare Hanım’ın da bebekleriydi.

Başbakan Davutoğlu’nun Başbakanlık’ta geçirdiği 1 yıl, siyasi ortam, hekimlik, hekim camiasının sorunları ve kadınlar üzerinden giden sohbetimize 4 gün önce doğan Ayşe Dila’nın muayenesi için ara verdik.

Sohbetin sonunda Fatih’e geçtik. “Yardım etmek aslında yardım almaktır” dedirten bir iftar ziyaretinde Sare Hanıma eşlik ettim.

Sonra aktivist yönünün daha çok öne çıktığı Yeryüzü Doktorları’nın iftar programındaki konuşmasını dinledim.

Gece geç saatte bizi Ankara’ya getiren uçağa binmeden önce sabah doğumlarını yaptırdığı iki hastasının son vizitleri için hastaneye uğramak zorunda olduğunu söyledi.

Sare Hanım hastalarının kontrollerini bitirip bizi Ankara’ya getirecek gece uçağına bindiğimizde defterime alacağım notlara bir yenisini daha ekledim.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da aynı uçaktaydı. ‘Zaman çok hızlı akıyor’ Sayın Davutoğlu Başbakanlığı devraldıktan kısa bir süre sonra ilk röportajı yapmıştık. ‘3 ay rüzgâr gibi geçti” demiştiniz.

Şimdi 1 yıl oluyor. Arada bir seçim kampanyası da geçti.

Nasıldı?

Bir yıl çok hızlı geçti. Zaman çok hızlı akıyor. Herhalde göreceli olarak zaman da hızlanıyor zannediyorum. Giderek biraz daha düzenimiz oturdu ailemiz açısından.

Biraz daha Ankaralı olduk.

Seçim gezileri sırasında hep Ahmet Bey’in yanında olmaya çalıştım.

O Ankara’da olduğu günlerde gelip hasta baktım. Sonuçta çok şerefli, onurlu bir şey. Bunun şerefinden istifade edip zorluklarından da şikâyet etmek doğrusu hoş bir durum olmaz.

Vatandaş siyasetçinin yanında eşini görmek istiyor değil mi?

Evet, istiyor.

Ahmet Bey de istiyor tabii.

Yardıma ihtiyacı oluyor.

Vatandaş da siyasetçinin kendisi gibi olduğunu görmek istiyor.

Bu insanlar da baba, eş. Aslında bu bana en çok zorlanacağım şey gibi geliyordu. Ön planda olmayı hiç istemedim ama biraz düşününce ve Ahmet Bey’in ihtiyacı olduğunu görünce kolaylaşmış oldu.

Hekim olarak bambaşka bir kariyeriniz var.

Siyaset dünyasına ısınabildiniz mi?

Koruma arkadaşlar diyorlar ki ‘muayenehanede, hastanede öyle farklı oluyorsunuz ki.

Mutluluğunuz fark ediliyor.

Çok yoruluyorum aslında gelince.

Sabah geldim iki ameliyat yaptım.

Bu saate kadar hasta baktım, programlar var.

Ama burada yorgunluk hissetmiyorum. Hasta biliyor ki elimden geleni yapıyorum. Erteleme olursa kırılmıyorlar.

Bazen iki-üç kez randevu değiştiriyoruz.

‘Ahmet Bey çok üzüldü’

Çok sert bir seçim kampanyası dönemi geçti.

Geçen 1 yılı düşündüğünüzde Sayın Başbakan’ın hocalıktan Başbakanlığa geçiş süreci bağlamında bir değişiklik gözlemlediniz mi?
Süreç onu yıprattı mı?
Daha sabırsız ve kırılgan oldu mu örneğin?

Sert bir dile karakter olarak çok uzaktır Ahmet Bey. Ama siyasetin gerekleri.

Çok şükür enerjisi çok yüksek bir insan.

Seçim kampanyasından itibaren üzüldüğü çok zaman oldu.

Kampanyanın başında uzlaşmacı bir siyaset konusunda arzusu oldu ama karşılık bulamadı.

O olmayınca da cevap vermesi gereken şeyler oldu.

Halkta bir beklenti oluşuyor.

Siyaset böyle yapılıyor maalesef.

Hoşlanmasa da cevap vermek durumunda kaldı.

Ama çok üzülüyor tabii.

Hakikaten buna gerek yok.

Aslında ‘ben bunu öneriyorum, o şunu öneriyor’ gibi tartışabilsek. Yapamıyoruz hala.

Türkiye o olgunluğa ulaşır inşallah. ‘Sakinliğini koru’ Bir takım telkinleriniz oluyor mu Sayın Başbakan’a? Muhalefetten gelen çok haksız eleştiriler konusunda ‘sakinliğini koru’ diyorum.

Zaten kontrollü bir insandır.

Bunca senelik evliyiz, öfkesini kontrol edemediği zaman yok gibidir.

Bende daha çok olur, üzülürüm, sonradan ‘söylemeseydim’ dediğim haller olur.

Ahmet Bey kontrollüdür, sabırlıdır.

Kontrolsüzce, öfkeyle, pişman olacağı bir şeyi genelde yapmaz.

Ama ‘üzülme, bunlar şahsiyetinle ilgili değil, konumunla ilgili eleştiriler’ diyorum.

Sinirli biri değildir ama çok üzülüyor.

Ben siyasetin daha seviyeli geçmesini arzu ederdim vatandaş olarak.

Çok sert geçiyor.

Türkiye’de böyle maalesef.

Yine de Ahmet Bey’in çağrısına biraz daha ılımlı bir cevap olabilir diye düşünmüştüm, olmadı.

Ama televizyon programlarında biz daha mutlu olduk.

Çocuklar, Ahmet Bey’i tanıyanlar ‘çok şükür hoca kendisi gibi’ dediler.

Miting meydanının halkla çok birebir ilişki var meydan enerjisi içinde. Ama aynı şeyi evinizde seyrettiğinizde daha sert gelebiliyor.

Sare Davutoğlu ile İstanbul Bahçelievler’deki muayenehanesinde söyleşi yaptık.
‘Saldırıları kınadı, herkes kınamalıydı’ Geride bıraktığınız süreçte sizi ve Başbakan’ı en çok etkileyen şey neydi?

Çok var. Mesela Diyarbakır’daki patlamaya çok üzüldük. Ak Parti’nin seçim koordinasyon merkezlerine saldırılar oldu. En kötüsü şiddet olayları. Toplum olarak kaybından en çok üzüldüğüm şey şudur: Bir şey kötüyse herkesin ona kötü diyebilmesi lazım. İyi bir şey yapıldığında takdir edilebilmesi. Diyelim Ahmet Bey bu saldırıları kınadı, bekliyorsunuz ki herkes kınasın. Beni en çok üzen şey, bir şey yanlışsa hepimiz için yanlış olmalı. Yanlışa hepimiz ‘yanlış’ demeliyiz kimin yaptığına bakmadan. Bir ilim adamı kanonik yapı demişti buna. Hakikaten öyle. Onu yapabilsek birçok problemimiz çözülür. O kamplaşma çok kötü bir şey ama herkes buna bu şekilde katkıda bulunuyor. Zamanla bir taraf çok hoşgörülü, olması gerektiği gibi davrandığında da bu çok doğru algılanmayabiliyor. Bir zayıflık gibi yorumlanabiliyor. O dengeyi de kurmak çok zorlaşabiliyor siyasiler açısından. ‘Bütçe tamamen benim kontrolümde’

Sayın Başbakan’la bütçeleriniz ayrı mı?

Hiç ayrı olmadı.

Bugünlerde mecburen bütçe tamamen benim kontrolümde. Eskiden ortak bir yerimiz vardı oraya koyardık. Şimdi harcamaları onun maaşından yapıyoruz yetmeyeni ben takviye ediyorum.

Şimdi ama hiç ilgilenemiyor, eskiden bilirdi ortak harcamaları.

Biraz da güvendiği için herhalde (gülüyor).

Sayın Başbakan çocuklarınızla vakit geçirebiliyor mu?

Azaldı ama çok şükür yine de güzel, kaliteli zaman geçiriyor.

Az da olsa her fırsatı değerlendiriyor.

Torunlarla da tabii.

Geçenlerde bir iftarımız vardı Topkapı Sarayı’nda. Çıktık kızımıza gittik, onu gördük, torunları sevdik. Ben biraz daha fazla vakit geçiriyorum. ‘Düzenli spora başladı’

Spor yapabiliyor musunuz?

Evin içinde, biraz bahçede yürüyüş, germe hareketleri yapıyoruz. Bu yaşlarda yapmazsak sonra acısını çekeriz.

Sayın Başbakan yapamıyor herhalde.

Yapıyor artık.

Bir kaç aydır düzenli yapıyor. Evde spor hareketi yapıyor aletle. Koşu bandı, farklı hareketler var. Germe hareketi falan, düzenli bir şekilde yapıyor. Çünkü spor verimi de çok arttıran bir şey ve stresi de boşaltan bir şey. En küçük çocuğunuz Hacer artık daha çok şikâyetçidir herhalde babasını görememekten.
Şikâyetçi. Şimdi lise 2’de. Çok şey yapmayı istiyor. Şu ara yönetmen olmak istiyor mesela. ‘Ahmet Bey gerçekçidir’

Seçim gecesi Ak Parti’nin tek başına iktidarı yakalayamaması size ne düşündürdü?


Ben ilk anda da dedim, bu bir başarısızlık değil, aslında ciddi bir başarı bu. 1960’dan sonra dört kez yüzde 40’ın üzerinde oy almış bir parti.

Geride kalan süreci, seçim sonucunu gözönüne aldığınızda, Başbakanlık konusunda bir pişmanlık yansıttığı oldu mu Sayın Davutoğlu’nun?


Hayır, hiç olmadı. Seçim gecesinde eşinizin yaptığı balkon konuşmasını nasıl buldunuz? İyi bir konuşmaydı diye düşünüyorum. Çok rasyonel bir insandır Ahmet Bey. Çok gerçekçi bir şekilde; ‘bu sonuç Türkiye için ne ifade ediyor, Ak Parti için ne ifade ediyor, neler yapmamız lazım?’ Ağır başlı bir şekilde değerlendiren, öfkesiz bir konuşma olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra da bu yaklaşımla ve hissiyatla mı devam ettirir?
Kesinlikle. Gerçekçidir, gereği neyse onu yapar.

Sayın Başbakan sizin için “Sare Hanım’ın bizatihi kendisi ilaç” diyor. Sağlığı nasıl?

Sağlığı iyi çok şükür. Öyle çok ciddi bir destek falan da gerekmedi. Yediğine dikkat etmeye çalışıyor her zamanki gibi. Kampanya süresince vitamin takviyesi yaptık sesi için.

‘Tektipçi anlayış çok iz bıraktı’ Bir yıllık dönüşüm sizce Ahmet Bey’i hocalıktan kopartarak tamamen “siyasi” yaptı mı?

Hocalık değişmeyecek bir şey. Kopmak gerekmiyor, o birikimle beraber siyasetçi olmak daha doğru, daha anlamlı bence. Araba kullananlar unutuyor mu kullanmayı? Direksiyona geçtiği anda hatırlıyor.

İlk söyleşimizde toplumda varolan kompartımanlardan söz etmişsiniz. Bir aşama katedebildi mi Türkiye?

Hayır.
Seçim dönemi onu arttırdı hatta. Tekrar normalleşmemiz, ortak alanlardan başlayarak bu kompartımanlardan kurtulmamız lazım. Farklı düşünebiliriz ama saygıyla o farklılıkları düşmanlığa dönüştürmeden ortaklık kurabilmeyi başarabilmeliyiz. Uzlaşmaya ihtiyaç olunan bir dönemden geçiyor Türk siyaseti… Evet, tabii ki. ‘Ülkenin ali menfaatleri’ denir ya, onlar söz konusu olduğunda herkesin böyle düşünmesi lazım. Ama öyle olmuyor. Keşke bazı konuları siyasi çekişmelerin üstünde tutabilsek. Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili açıklamaları gördünüz. Sonuçta adaletli bir yaklaşım ortaya koymaya çalıştı bu hükümet. Ahmet Bey, ‘Yurtdışındaki Ermeniler de bizim diasporamızdır’ dedi. Ama ülkemizin iyiliğini istemeyenlerin eline koz verircesine yaklaşımlar insanı çok üzüyor. Önyargılar var. Bunu aşamadıktan sonra zor.

Toplumdaki, siyasetteki kamplaşmayı neye bağlıyorsunuz?

Uzunca bir süreç var.

Çok tek tipçi bir zihniyetten geçmişiz cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren. Belli toplum kesimleri belli yerlerden çok uzak tutulmuş. Biraz hala öyle bir sorun var. Başörtüsü sorunu aşıldı diyoruz ama aşılması için ne zorluklar çekildi. Gelip bana nice hanımlar söyledi; ‘Mezun olduğumda maalesef devlet memuru olamadım ama şimdi hiç şansım yok. Başörtüsü rahatladı ama ben çok geride kaldım hayatta.’ O kadar çok hikâye var ki, çok iz bıraktı. Tek tipleştirici anlayışın biriktirdiği sonuç diye düşünüyorum. Bir de çok hızlı bir değişim dönemi yaşıyoruz. Birçok etkiye açık hale geliyorsunuz. Batılı yaşam tarzının veya batı ülkelerindeki pratiklerin de bazı olumsuz yanlarını aldık. Kendimize has bazı güzel vasıfları da çabucak bıraktık. Sentezi daha kuramadık. İyi niyetli bir çaba gerekiyor. Samimiyet çok önemli. Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz.

Topluma rol modeller gerekmiyor mu? Önce siyasetçinin işi değil mi bu?

Tabii gerekiyor.
Aynı çatı altında, en azından Meclis çatısı altında beraber olacağız. Türk toplumu siyasetten sıkıldı mı sizce?

İnsanlarımızın siyasete çok meraklı olduğunu düşünüyorum.
Herkesin her konuda bir fikri var. Aslında bu biraz etki tepki de. Toplum da bunu bekliyor ve istiyor gibi geliyor bana. Keşke bu kadar böyle olmasa ama…
‘Doktorlar beklediği saygıyı görmüyor’

Sare Davutoğlu, son dönemde doktorlara karşı artan saldırılarla ilgili ‘Bu çok rencide edici bir şey’ diyor. Sare Hanım, eşinden mesleğiyle ilgili de mesleğin kötü ve hatalı icrası ve sonuçlarına ilişkin düzenleme içeren ‘Malpractice Yasası’nın çıkarılmasını istemiş…

Türkiye’de doktorların bir numaralı sorunu sizce nedir?

Toplumdan bekledikleri kadar saygı görememeleri. Bir de sağlık sisteminde aksayan, öngörülemez olaylar olabiliyor. Buna karşı tahammülsüzlük var. Böyle bir anlayış değişikliği de var, tevekkül azaldı. Bazen hiç kimsenin suçu olmayan konularda karşısında doktoru gördüğü için onu suçlayabiliyor insanlar. Bu çok rencide edici bir şey. Siz bu konuda şanslı bir doktorsunuz. Çok şükür. Benim alanım biraz öyle. Çok yakın temastayım. Hastanede iş yükleri çok fazla, beklenti de çok fazla. ‘

Talebim malpractice yasası’ Siz doktor olarak Başbakan olan eşinizden hiçbir şey istediniz mi? ‘

Malpractice (mesleğin kötü ve hatalı icrası ve sonuçlarına ilişkin düzenleme) yasamızı biran önce çıkartabilseniz’ diye söylüyordum. 
Hekimlerle hastalar arasında ciddi bir güvensizlik maalesef var.
Hekimler de suçlanma korkusu ile çok defansif davranabiliyorlar.
Bu da uzun vadede hastalara da zarar veriyor.
Komplikasyonlar durumunda sigorta taleplerini karşılayabilecek meslek sigortası var hekimlerin ama bunlar çözüm değil.
Bizde bir söz vardı eskiden, ‘yardıma giden suçlanmaz’ diye.
Hekim orada yardıma gidiyor aslında.
Tabii ki yapması gereken bir şeyi yapmadıysa bedeli olmalı ama bunun da bir sınırı olmalı. Aksayan her şeyden hekim sorumlu tutuluyor.

Hekim olarak da çok halkın içindesiniz?
Çok talep geliyor mu size?

Ak Parti hükümetleri döneminde en bariz vasıflardan biri halkla daha yakın temasta olunması.
Eskiden ulaşılamaz insanlarla göz mesafesinden ilişki kurulmasına insanlar çok alıştı. Olumlu yanları var.
Çözülebilecek şeyleri rahatlıkla halledebiliyorsunuz.
Ama o kadar imkânsız talepler de oluyor ki.
İstanbul’da Çekmeköy’de bir akşam, bir hanım kendini paralıyor.
‘Ben Ataşehir’de oturuyorum, 700 lira kira veriyorum.
Çok zorlanıyorum, yeşil alanlı bir yerden iki oda ev yapacağım, bir arsa istiyorum Sayın Başbakanım.’ Ve hakkıymış gibi istiyor, bu biraz üzüyor beni.


Mesela ‘ben KPSS’ye girdim.Geçtim ama atanamadım.’ Her birine tekrarlıyorum; ‘Bakın KPSS üniversite sınavı gibi. Benim çocuğum sizin çocuğunuzun arkasında olsa benim çocuğum alınsa siz nasıl tepki gösterirsiniz?’

‘Talepler geliyor’

Doktor camiasından bir talep geliyor mu meslektaş bağlamında? Geliyor tabii.
Torpil tarzı değil ama sıkıntılı tayinler, mecburi hizmet tayinlerinde…
‘Çocuğumun, eşimin durumu nedeni ile burada kalmam gerekiyor’ diye talepler oluyor. İletiyorum ama sonuçta gideceği yerde de onun bakımına ihtiyacı olan hastalar var. Hekim açığımız da var ondan kaynaklanıyor.
Daha ziyade hekimlerin çalışma şartları, saygınlığı ile ilgili talepler geliyor.

Çalışma şartlarının ağırlığı konusunda mı?

Çalışma şartlarının ağırlığı, sağlık çalışanlarına şiddet.
Şiddete uğramış her sağlıkçıyı aramaya çalışıyorum.
Farkındalık oluşturmak için ‘şifa veren ele vefa’ diye bir program yaptık.
Toplumumuzda bazı alanlarda ciddi bir dejenerasyon var.
Mesela bir doktor arkadaşım bebeğin cinsiyetini göremedi diye saldırıya uğradı.
Toplumda bazı alanlarda çabuk sinirlenme, hakkından fazlasını isteme durumu var.

Ücretsiz baktığınız hasta sayısı çok mu?

Çok ama hep öyleydi. O insanlar çok saygılı.

Geçen gün bir doğum yaptırdım. Normal doğum bekliyordum. Çok ciddi bir romatizma problemi var hastanın. Ben ona dedim ki ‘sen verebildiğin zaman ver.’ Fakat sezaryen oldu. Sonra kontrolde annesi ile çok güzel bir mektup yazmış. Bir miktar para göndermiş. ‘Yok’ dedim ‘siz onu götürün.’ Ben onunla zengin olmayacağım ama onun için çok şey ifade ediyor. O insanlar emeğinizin, ilminizin kıymetini biliyorlar. Ama inanın o bereket oluyor.

Muayenehanenizde haftanın kaç günü çalışıyorsunuz?

Pazar günü bütün gün hasta baktım, bugün tekrar geldim. Cumartesi-pazar tekrar bakacağım. İstanbul’a her geldiğimde, her fırsatta buradayım.

Mutlu Kaya için destek  Daha çok sağlıkla ilgili mi talepler geliyor size?

Sağlıkla ilgili şöyle talepler geliyor; ‘Hastam var, nerede tedavi ettireceğim bilemiyorum.’ Mesela Mutlu Kaya (ses yarışmasıyla tanınan, Diyarbakır’da vurulan genç kız) gibi. ‘GATA’da çok zamana gün veriyorlarmış, bize destek olur musunuz’ gibi talepler.
Engellilerle ilgili, deneme aşamasındaki tedavilerle ilgili talepler var.
Diyelim ki kök hücre nakli kas hastalarında. Aslında hayalim, inşallah siz de vesile olursunuz.
Sağlık haberciliği gibi bir şey olsa biz de zaman zaman bu konuda bilgilendirsek. ‘Gerekmiyorsa sezaryen yapılmamalı’ Normal doğumu teşvik ediyorsunuz her fırsatta.
Çok geç kalındı.
Geçenlerde Ege Üniversitesi’nden bir çocuk profesörü hocamız dedi ki, ‘sezaryenle dünyaya gelmiş bir bebeğin bağırsak mikroplarının normal ve sağlıklı olması için 20 yıl anne sütü alması gerekiyor.’
Anneler buna tam olarak vakıf olsalar elinden geleni yaparlar.
Esas olan doğum korkusunu ortadan kaldırmak.
Anne normal doğumu başarınca müthiş mutlu oluyor.
Bebeklerin de bağışıklık sistemleri güçlü oluyor, anne ile bağlanmaları, emmeleri…
Ömür boyu sağlığını etkileyecek katkısı oluyor.
Sezaryen bebeklerde süt çok daha geç geliyor.
Hele genel anesteziyle de olmuşlarsa.
Bir de doğar doğmaz ilaçla karşılaşıyorlar.
Gerekmiyorsa yapmamalı.
Endikasyonlarla yapılan sezaryenler neticesinde mükerrer sezaryenler çok arttı Mesela bugün iki tane sezaryen doğum yaptırdım.
Bu hastalarda da üçüncü sezaryenmiş.
‘Cinayet dedikçe cinayetler arttı’ Kadın istihdamı konusu çok kritik bir konu.
Manisa’da mevsimlik işçileri taşıyan araçta hayatını kaybeden 15 kişiden 13’ü kadın. Bizim anne ölümü dediğimiz bir şey vardır.
En hassas olduğumuz şeydir.
Gelişmişlik göstergelerinden birisidir.
AK Parti döneminde gelişmiş ülkeler düzeyine çıktık çok şükür.
Bu kazadaki ölümler de bir anne ölümü gibi değerlendirilmeli.
O 13 kadınımızın ölümü, insan kaybının ötesinde bir şey ifade ediyor.
Evlatları, eşleri, baktıkları yaşlılar var.
Çok hızlı bir kentleşme yaşıyor Türk toplumu.
Kadın istihdamı ile ilgili çok şey yapıldı.
Çocuk sahibi olmak kolaylaştırıldı.
Hem işe devam etmesiyle ilgili hem belli alanlarla ilgili önleri açıldı.
Evinde bir şey üreten her kadın aslında çalışıyor.
Evinin dışında ürettiklerini pazarlaması, gelir elde etmesi.
Mikro kredilerle kendi işini kurması, iş ve meslek edindirme kursları sayesinde belirli becerileri kazanması.
Kız çocukların daha fazla eğitime kazandırılması.
Biliyorsunuz ilk defa artış odu.
Kız çocuklarımızın okullaşması erkek çocuklarımızın okullaşmasından daha fazla oldu.

Kadına şiddet konusuna yaklaşımınız daha bütüncül sizin değil mi?

Ben kadına şiddet dememizin de bu konuyu büyüttüğü kanaatindeyim. Şiddeti bir bütün olarak ele almamız lazım. İnsanlar arasındaki muhabbeti, merhameti, saygıyı arttırmaktır esas olan. Olumsuzu önde tutarak bu sorunu çözemeyeceğimizi aslında hepimiz görmüş olduk. Kadın cinayetleri dedikçe cinayetler neredeyse arttı, bana öyle geliyor. Aileden başlayarak, okullarımızda ve her bir kurumumuzda şiddetin önüne geçecek bir sisteme kavuşmamız lazım. O kanonik yapı burada da aslında devreye giriyor.

Şiddet görüp, yardım istemeye gelenler oluyor mu?

Burada çok nadir. Ama mitinglerde yardım isteyenler oldu. Aile Bakanlığı’mıza bildiriyoruz. Bir tane hastanın ağabeyi, bir namus cinayeti olabileceği yönünde geldi bana, ‘Ne olur bunu korumaya alın. Aile büyükleri karar verdiler’ dedi. OECD raporuna göre Türkiye’de 4 milyon genç işsiz kadın varmış.

Orada bir farklı rakam var onu biliyorsunuz değil mi?

Çalışabilecek yaşta, vasıfta iş gücüne katılım ayrı bir şey. İşinden memnun olmayanları da kapsıyor.
Belki bu 4 milyonun içinde hepsi çalışmak da istemiyor. Hükümetin aldığı çok ciddi tedbirler.
Mikro kredilerle işini kurmuş çok kadın gördüm. Evinden çalışıp, ürettiği şeyi pazarlayan kadınlar gördüm.
Çünkü kadının bazen evinin dışında para kazanması zor olabiliyor.
Engelli evladı, yaşlısı olabiliyor.
Bazen o noktaya getiriyoruz ki sanki her kadın evinin dışında da çalışmalıdır.
O zaman çocuklarının annesi, ev kadını olarak katma değer üreten kadınlar da kendilerini kötü hissediyorlar.
Sırf bir yerde çalışmak için herhangi bir yerde çok düşük maaşlara çalışılmasının çok anlamlı olmadığını düşünüyorum.
Aileye de kadına da çok şey katmayacağını.
Öyle dönemler oluyor ki çocukları ile vakit geçirmesi daha kritik oluyor.
Benim hayattaki tek pişmanlığım ücretsiz izin alma konusudur.

Fatih’te Sare Davutoğlu ile iftar sofrasına misafir olduk.
Fatih’te bir iftar sofrası Siyasetçilerin ve eşlerinin Razaman ayı boyunca yaptıkları iftar ziyaretleri bir Türkiye geleneği.
AK Parti ile başlamadı, onunla da bitmeyecek bu gelenek.
Biz de Sare Davutoğlu ile birlikte Fatih’te derme-çatma bile diyemeyeceğimiz bir evde iftar sofrasındaydık.
Bir göz odası, çatı yerine yağmurdan korkan bir damı vardı.
Yazları böcek kaynayan bir girinti ki adı mutfak.
Evde dört kişi yaşıyor.
Baba Burhanettin Tekin.
Cam fabrikasında asgari ücretle çalışıyor.
Anne Hacer Tekin. 6 aylıkken ayakları yanmış.
Tedavi edilmemiş, protez takılmamış.
Çamaşır suyunun desen yaptığı uzun eteğiyle ayaklarını örtmeye çalışıyor.
Evin kızı Yasemin 7. sınıfa gidiyor.
Yasin ise 5. sınıfa. İkisi de zihinsel engelli ama okula gidebiliyorlar.
Gözleri Sare Davutoğlu’nun getirdiği hediyelerde. Sare Hanım’ın deyimiyle “muhabbeti mayalamak”, aynı çorbayı kaşıklamak için bu evdeyiz. Ev halkıyla, daha doğrusu evin belkemiği Hacer Hanım’la sohbet, böyle bir haneye misafir olmanın dayanılmaz ağırlığı ile geçti.
Tekin ailesi 280 lira kira veriyormuş eve.
Ayakları yüzünden çalışamayan, engelli çocuklarını yalnız bırakamayan Hacer Hanım’ın derdi çok.
Kızı Yasemin’in geleceği için kaygılanıyor.
Su sızdıran dam yüzünden yağmur yağmasın diye dua ediyor.
Kaynına borcu varmış; tam 700 lira. Sağdan soldan odun topluyormuş kış için ama bu yıl çok odun bulamamış.
Engelli çocukları bırakamıyor Bir şeyler isteyecek tam isteyemiyor.
Başbakan’ın eşini bulmuşken susmak da istemiyor.
Boncuk boncuk terleyip sorulara “Evet, Hocam” diye cevap veriyor.
Yasemin ve Yasin’in meraklı bakışları eşliğinde Sare Davutoğlu’nun hekimlikten de gelen gerçekçi sorularıyla iftar yemeğini paylaşıyoruz.

Gümüşhane’nin köyünden gelmişsin buralara. Orada hayat daha kolay değil miydi? 

Hacer Hanım çocuklarını, geçim derdini öne sürünce 90’ların Türkiye’ye hediye ettiği kontrolsüz göçün mirasına işaret eden Sare Hanım, “Almanya’da nüfusu 1 milyondan fazla sadece 3 şehir var” diyerek insanı doğduğu yerde doyurmanın önemine işaret ediyor. Ardından Burhanettin Tekin’e işe neyle gidip geldiğini, çocukların okula gidip gelme koşullarını, aileye yardım eden akrabaları olup olmadığını soruyor.
Hacer Hanım’ın TOKİ’nin ev imkanını duyup duymadığını, protez için hastaneye gidip gitmediğini, çocukların rehabilitasyonu için bakanlıkların ve belediyelerin sağladığı imkanları bilip bilmediğini anlamaya çalışıyor, yol gösteriyor.
Yasemin ve Yasin mahçup biçimde hediyelerini açmaya çalışırken, kitapları göstererek, “okuyacaksınız ama” diye uyarıyor.
Hacer Tekin’in protezi için yardımcı olacağına inandığı doktorun ismini danışmanına not ettiriyor.
Çocuklar için Aile Bakanlığı ile irtibat kurulmasını sağlıyor.
Misafirliğimizin sonuna geldiğimizde, “Bu borcunu da öder, çatını da yaptırır” diyerek Hacer Hanım’ın yüzünü güldürmeyi başarıyor.
Dışarıda hediye için bizi bekleyen çocuklar var.
Sare Davutoğlu, kapının önündeki fesleğini severken Hacer Hanım’a, “ne güzel çiçeklerin var” diyor.

İstanbul’un bir köşesinde kaybolmuş evden, “Yine bekleriz” diye uğurlanıyoruz.

‘Tamamlayıcı tıp kullanılmalı’ Alternatif tıpla ilgilendiniz mi?
Hastalarınızda kullanıyor musunuz?
İlgilendim, aslında alternatif tıp demeyelim, tamamlayıcı tıp diyelim.
Birebir, ‘bu konuda artık iyiyim, bunu kullanıyorum diyeceğim’ bir şey yok ama hemen hepsiyle ilgili bir fikrim var.
Yönlendirmeler yapabiliyorum uzman arkadaşlara.
Akupunktur mesela.
Homeopati aynı şekilde.
Etken maddeyi çok seyrelterek, enerji katarak uygulanan bir yöntem.
Binlerce yıldır insanlar tedavi oluyorlardı.
Bizim kullandığımız yöntemler çok yeni, 150-200 yıllık. İnsanlık birikimini de kullanmak lazım.
Ama doğru kullanmak.
Çünkü istismara da çok müsait bir konu.
‘Selvi Hanım’a selam söyleyin’ Siyasetin sertlikleri içindeki bazı adımlar unutulmuyor.
Bunlardan biri de Sare Davutoğlu’nun, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu’na yaptığı taziye ziyaretiydi.
Annesi Fatma Özdağ’ın vefatı nedeniyle Selvi Kılıçdaroğlu’nu evinde ziyaret etmişti Sare Davutoğlu. Taziyelerini iletmiş, bir süre sohbet etmişti.

Önceki gece İstanbul’dan Ankara’ya dönerken uçakta Sare Hanım’la karşılaşan CHP lideri Kılıçdaroğlu, tokalaştıktan sonra “Nasılsınız?” diyerek hatır sordu.

Yolculuk sırasındaki sohbetimizde 27 Haziran’da Eskişehir’de vefat eden amcası Salih Özgür için Selvi Hanım’ın kendisini telefonla aradığını anlatan Sare Davutoğlu, uçaktan ayrılırken yeniden tokalaştıkları Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Selvi Hanım’a selam söyleyin. Amcamın vefatı nedeniyle beni aradı, bundan çok memnun oldum” dedi.

Sare Davutoğlu