Necip Fazıl’ın destansı şiiri Sakarya Türküsü’nde bir beyit var ki sanki yakın tarihimizin iki fenomeni Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen için yazılmış.
Şiiri biliyorsanız, ‘Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!’ dizelerini mutlaka mırıldanmışınızdır.
Yaşadıklarına ve topluma etkilerine bakıldığında şairin dediği gibi akrebin kıskacında yoğrulduklarını görürsünüz.
Her iki isim de geniş halk kitlelerini peşinden sürüklemiş.
Belki bu kıyaslama ta başından hatalı gözükebilir.
Bir din âlimi ile bir terör grubu liderinin karşılaştırılması birçok okura el insaf dedirtebilir.
Velâkin toplumsal sorumlulukları ve devlete karşı vazifeleri açısından aynı kefeye konulduğunda zoraki bir analojinin istem dışı faydalarını mütalaa etmek nasıl söz konusu olabilir hep birlikte müşahede edelim derim.
Abdullah Öcalan’la ilgili en önemli iddiaların başında, gençlik yıllarında muhafazakâr camia içinde bulunduğudur.
İstihbarat bağlantılı Fikir Ajansı Sahibi Refik Korkud’la münasebeti bilinmekte.
1980 öncesi kendisine yardımcı olan Ağrılı Pilot Necati Kaya ile ilişkileri ise halen muamma.
Büyük Doğu Cemiyeti toplantılarına katıldığı hatta Necip Fazıl’ın konferanslarına iştirak ettiği söyleniyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Abdullah Öcalan’ın Ankara’daki lise yıllarında eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’la birlikte Maltepe Camii’ne namaz kılmaya gittiğini anlatması daha hafızalarda tazeliğini koruyor.
Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, “Dedemi de biliyorum, babamı da biliyorum. Bütün ailem dindardı. Ağabeyim de dindar bir aileden geldiği için namaz kılması, oruç tutması kadar doğal bir şey olamaz.
Ağabeyim hatırladığım kadarıyla ilkokul son sınıftan sonra beş vakit namazını kılar orucunu da aksatmazdı. Bu dindarlık Ankara’ya Tapu Kadastro Lisesi’ne gittikten sonra başlamadı.
Urfa’da Müslüman değildi de Ankara’ya gitti Müslüman oldu diye bir şey yok…” dediğine göre PKK’nın tartışılmaz lideri Öcalan, kamuoyuna yansıyan veya yansıtılan portresinden daha farklı bir kişiliğe sahip demek ki.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda faaliyetlerde bulunduğu, 1972 tarihinde Şafak Grubunun bildirilerini dağıtırken yakalanarak 7 ay Mamak Askeri Cezaevinde tutuklu kaldığı, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi Fis köyünde; Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerinin bir kısım toprakları üzerinde bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan ve daha sonra AB ve ABD’nin terör örgütleri listesinde yer alacak PKK adlı örgütünü nasıl kurduğu zaten biliniyor.
Ama bilinemeyen Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi görevlisi olup olmadığı! Öcalan değiştirmek ve dönüştürmek istediği Kürt toplumunun değerlerine savaş açarak işe başladı.
Feodalite ve feodal değerlerin amansız düşmanı kesildi. Aşiret sistemini yerle bir etti. Aşiret mensubiyetini değil parti mensubiyetini ön plana çıkardı.
Yetişme çağlarında kendisine ailesinden ve çevresinden tevarüs eden dini değer ve inançları sonraki yıllarda tanımazlıktan geldiği gibi yok saydı, onları reddetti.
Kürt toplumun kurtuluşunu Marksist bir hareketin başarıya ulaşmasına bağladı.
Ahlaki yaptırımları örgüt yapılanmasının önünde bir engel gördüğünden buldozer gibi üstünden geçti.
Devrimci ahlak kurallarını işletti.
Velhasıl bu toplumda kutsal olan ne varsa, muteber olan ne varsa Öcalan tam karşıtı misyonla yeni değerler ortaya koydu.
Acaba kendisine verilen görev tanımında bunlarda var mıydı?
Şimdi örgütünü barış sürecine ikna eden bir kanaat önderi itibarı görüyor.
Saygınlığı tartışılmıyor.
Gerekirse Kuzey Irak Kürtleri ile Suriye Kürtleri arasında arabulucuk rolünü seve seve üstleniyor.
Fethullah Gülen ‘Hocaefendi’ din görevlisi olarak başladığı memuriyet hayatını emekli vaizlikle noktalamış.
Diyanet İşleri Başkan Yardımcığından emekli Yaşar Tunagür tarafından dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu Paşaya takdim edildiği söyleniyor.
İlk önceleri diğer Nur cemaatleri tarafından dışlanmasına rağmen sonraki yıllarda üslup ve örgütlenme başarısından dolayı hakkında son zamanlara kadar eleştiri yapılmamış.
Devletin ve seksen öncesi milliyetçi cephe hükümetlerinin aleyhinde bir çalışması yok.
Milli Görüş geleneğine mesafeli durmuş, merhum Erbakan Hocayla yıldızlarının barışmamış.
Diğer Nur cemaatlerinin devlette kadrolaşma gibi amaçları olmamasına rağmen bu grubun öncelikli hedefleri arasında Milli Eğitim ve orduda kadrolaşma bulunduğu kamunun malumu.
Sözde 12 Eylül darbesi sonrasında aranan kaçaklar arasındaydı.
Turgut Özal’ın himayesinde bu sorunu da atlattı.
Özal döneminde yurt dışında okul açma faaliyetini başlattı.
Beş kıta yedi iklimde yüzlerce okul onun adına onun için faaliyet gösteriyor.
Sızıntı mecmuasına Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyon kanalları eklendi.
Günümüzde özel hastanelerden tutun da finans şirketlerine kadar devasa bir imparatorluğunun teorisyeni ve idarecisi. Haberi olmadan gazete manşetleri dahi atılmıyor.
Amerika’da yaşıyor ve BBC gibi dünyanın saygın medya kuruluşlarına röportajlar veriyor.
Diyanetten emekli bir din görevlisi olmasına rağmen, hoşgörü odaklı dinler arası diyalog toplantılarının Türkiye’de hamisi. Vatikan’da Papa ile görüşmekte sakınca bulmadığı gibi cemaatin önemli bir ismi olan Gazeteci-Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşşak’ın Papa’nın elini öpmesine sesini çıkarmadı.
Hatta kiliseye bağışta bulunuldu.
Başörtüsü yasağına fürüat değerlendirmesiyle örtülü destek verildi. Refah Partisi’nin diğer partilerle seçim ittifakı yapmasına sıcak bakılmadı, bu ittifak değil itilaftır denildi.
28 Şubat sürecinde post modern darbecilere okulları teslim etme teklifinde bulunuldu.
Başbakan Erbakan’ın hükümetten çekilmesini tavsiye etti. Bağdat’a düşen bombalarla binlerce insan ölürken, Hocaefendi İsrailli çocuklara ağıtlar düzdü.
Filistinli Müslümanlara yardım götüren Mavi Marmara’da İsrailli askerlerin saldırısı sırasında ölenlere şehit denilmeyeceğini söylediği iddia edildi. Hatta İsrail hükümetinin otoritesine karşı çıkılmamasını ifade etti.
Velhasıl Anadolu insanının ve İslam ümmetinin önceliklerine ve siyasi görüşlerine ters düşebilecek yorumlarda bulundu.
Bunu da İslam için Allah rızası adına yaptı.
Öcalan için sorduğumuzu burada yinelemek gerekiyor, acaba kendisine verilen görev tanımında bunlarda var mıydı?
Akrebin kıskacında ki bu iki ismin ortak özelliklerine gelince, bunların ne olduğu sanırım anlaşılmıştır.
Her iki isimde görevli oldukları alanda ezber bozmuşlardır. Farklı değerlere ve siyasi telakkilere karşı çıkmışlar, yeniden bir yapılanmayla kendi kulvarlarında Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmekle görevlendirilmişlerdir.
Akrebin kıskacında olduklarından akrebin kendini imhasına benzeyen şekillerde lideri oldukları yapıları değiştirmek ve dönüştürmek için adeta intihar etmekte sakınca görmediklerini de söylemek gerekiyor.
Ömür Çelikdönmez