Lafı çevirmeden söyleyelim; Türkiye’deki Kürt siyasi hareketlerinin oluşturduğu Demokratik Toplum Kongresi’nin hafta sonunda Diyarbakır’da “özerklik planını” açıklaması, Türk Ordusunun Rojava’ya girmesidir! Demokratik Toplum Kongresi bu kararıyla Türkiye kamuoyunda idam fermanını imzaladığı gibi, Türk ordusunun Rojava’ya girmesinin gerekli zeminini oluşturuyor. DTK’nın hendek savaşlarına destek çıkması, Türkiye’de özerk bölgeler oluşturulması çağrısı, kurulacak yerel yönetimlerin bazı vergileri toplaması ve kendi güvenlik birimlerini oluşturması gibi talepleri dillendirmesi; Türkiye’nin daha müdahaleci dış politika izlemesine yol açıyor. Türkiye’nin Irak ve Rusya’yla yaşadığı diplomatik krizlerin yanı sıra İran’la yaşadığı gerilim, Ankara’nın dış politikasındaki stratejik değişikliğin sonucu. Ancak bu gergin politik stratejinin uzun vadede devamı mümkün değil! Çünkü bu krizin özellikle Rusya’yla sürdürebilir olması her iki taraf içinde dönüştürülebilir bir stratejiye hizmet etmiyor. Yolun sonu göründü gibi erken bir öngörüyü sizlerle paylaşıyorum. Neden mi? Hükümete yakın bazı yayın organlarında konuşlandırılmış köşe yazarlarının yorumları her şeyden önce iktidarın böyle bir hazırlık içinde olduğu sinyalini veriyor. Örneğin Ankara ile Moskova arasındaki uçak krizini değerlendiren Star yazarı Mensur Akgün, Rusya’nın özür ve tazminat talebinin karşılanmayacak talepler olmadığını belirterek, “İki olayı karşılaştırmak çok doğru olmasa da, bizim Mavi Marmara saldırısından sonra beklediğimiz ve elde ettiğimiz taleplerden çok daha az” olduğu görüşünde. Yine aynı gazeteden Cem Küçük, Suriye sınırında düşürülen Rus uçağının Fethullah Gülen cemaatine mensup pilotlar tarafından vurulduğunu iddia ediyor. Yeni Şafak’ta Abdulkadir Selvi bu yaklaşımı ilk kez yüksek perdeden seslendirenlerden, ona göre; “ Bir Rus uçağı düştü. Bu uçak biz hariç herkese yaradı. Türkiye, Suriye masasının dışında tutulmaya, Irak’tan çıkarılmaya, bölgede ise şehir savaşları ile ablukaya alınmaya çalışılıyor. Asıl hendekler Sur’da açılmadı, asıl barikatlar Cizre’de kurulmadı. Asıl tuzak Suriye ve Irak’ın geleceğinin tayin edildiği pazarlık masalarında kuruluyor. Düşen Rus uçağından sonra, Suriye ve Irak’ta tablonun aleyhimize doğru geliştiği belli. Ankara bunun farkında. Bu kuşatmayı yarmalıyız. Ankara, Rusya ile ilişkileri normalleştirip, hızla Suriye masasına dönmenin çabası içinde.” Haksızda sayılmaz. Bkz. 24 Aralık 2015/ yenisafak.com/yazarlar/abdulkadirselvi/turkiyeye-masa-tuzagi- Rusya Türkiye ile çatışmanın faturasını çoktan analiz etti. İşi şansa bırakmaya niyeti yok. Türkiye’ye Azerbaycan üzerinden vurmanın hazırlığında. Nitekim Ermenistan’daki üslerde yaptığı askerî yığınak bu niyetinin belirtisi. Ancak Azerbaycan’a yönelik düşmanca tavrın perde arkasında Hazar Denizinden çıkarılan Azerbaycan petrolü ve doğalgazının, İngiliz ve diğer Avrupalı petrol şirketleri tarafından işlenmesi ve piyasaya arzı mevcut. Rusya’nın Türkiye’ye meydan okuması Rusya’nın Avrupa politikalarını yeniden gözden geçirmesi demek. Bu bir anlamda Rusya’nın Avrasya İmparatorluğu düşüne elvedası. Rusya bu düşüne sırtını dönemez. Çünkü Amerika’nın kuşatmasına karşı Avrasya (Asya-Avrupa) ekseninde yeni güç odakları ortaya çıkmıştır. Avrasya eksenindeki güç odaklarını öncelikle Rusya ve Türkiye olarak belirleyebiliriz. Çin her ne kadar bu eksende Amerika karşıtı gibi dursa da ham madde ve enerji kaynaklarının kısıtlılığı nedeniyle bir gözünü Rusya’ya dikmiş durumda. Bu eksenin Avrupa ayağındaki gizli partnerin Almanya olduğunu söylemek sizi şaşırtmasın. Bkz. 2 Aralık 2014/fikrikadim.com/Avrasya ekseninde yeni güç odakları/ Avrasya, Avrupa yarımadası ile Asya’yı kapsayan coğrafi bölgeye verilen isim. Avrasya kelimesi, Avrupa ile Asya (yani avr ile asya) sözcüklerinin birleşmesinden oluşuyor. Asya ve Avrupa arasında köprü konumunda yer alan Türkiye için Avrasya kavramının ayrı bir simgesel anlam ifade ettiği kesin. Özellikle iki kıtaya yayılmış İstanbul’da birçok firmanın Avrasya adını kendine seçtiği görülmekte. Hatta bu adı taşıyan üniversite bile var. Polonya kökenli ABD’li siyaset bilimci Zbigniew Kazimierz Brezenski “Avrasya için Jeostrateji” adlı makalesinde “Avrasya’ya egemen olan dünyaya egemen olur” der. Haklıdır çünkü Avrasya Jeopolitiği dünya jeopolitiğinin esasıdır. Bu nedenle Avrasya’sız politika ve strateji düşünülemez ve salt bu nedenle dahi Türkiye Avrasya jeopolitiğinin kilit ülkesi konumundadır. Avrasya coğrafyasının dikkatleri üzerine çekmesi; ABD, Avrupa Birliği (AB) ve Rusya, Çin, Hindistan’dan oluşan üç kutuplu dünya düzeninde ekonomik ve politik açıdan ağırlığın Asya-Pasifik bölgesine yönelmesiyle ortaya çıktı. Rusya’nın Avrupa ve Amerika eksenli kuşatmayı yarmasının tek yolu ise, Avrasya Birliği’nin tesisinde olduğundan, Rusya bu jeopolitik gerçekliği kendi lehine çevirmenin yolunu aradı. Avrasya kavramı jeopolitik bir alanın ifade edilmesinden öte farklı etnik, kültür ve inançlara sahip bölge ülkelerinin, ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan bir oluşumunu belirtmektedir. “Avrasya” kavramını ilk kim kullandı dersiniz? “Avrasya” deyimini ilk kullanan Alman Von Humbolt. Onun tarafından literatüre sokulmuş ama bana kalırsa Avrasya kavramını en iyi şekilde ve yerinde değerlendiren Brezenski. Avrasya neresi? Avrasya bir siyasi coğrafya olarak dünya hâkimiyetinin belirlendiği bir alan. Avrasya kıtası zamanla siyasallaşarak “Avrasyacılık” kavramını bütünleştirici ideoloji olarak lanse edilmeye başlandı. Her ülkenin Avrasyası kendi çıkarına göre şekillendiğinden her Avrasya ülküsünde stratejik müttefikler değişkenlik gösterebiliyor. Avrasyacılık yaklaşımı ilk ortaya atıldığında, Avrasyacılık siyasi vizyonu tüm yönleriyle açıkça ifade edilmeye çalışılmış ve Avrasya kavramı; konunun ilk önemine varan Sovyetler Birliği’nde, süreç içinde devlet kültüne dönüşerek, Sovyetler Birliği ile tamamen jeopolitik kavrama bürünebilmiş. Günümüzde Avrasya ekolünün önde gelen takipçisi ve yorumcusu ve uygulayıcısı tabiî ki Rusya. Türkiye bu alanda Rusya kadar aktif değil. Ancak Rusya, Türkiye olmadan Avrasya imparatorluğunun kurulamayacağının farkında. Ayrıca Türkiye’nin Rusya’nın arka bahçesi Türk cumhuriyetleri ve Türk toplulukları ile arası çok iyi. Bu arka bahçe Ruslar tarafından kendilerinin zayıf noktası bilindiğinden, Türkiye’nin düşmanlığını değil dostluğunu kazanmanın kendi çıkarlarıyla örtüştüğünü görebiliyorlar. Bkz 8 Aralık 2014/fikrikadim.com/ Putin ve Erdoğan’ın Avrasya İmparatorluğu Demek istediğim Türkiye-Rusya ilişkilerinin bir gecede ya da bir uçak düşürülmesiyle tarihin karanlığına gömülmesi mümkün değil. Nitekim Putin, 3 Aralık 2012’de Başbakan Erdoğan’la görüşmesinde Türkiye’ye dost ülke nazarıyla baktığını ifade etmişti. Putin Erdoğan’la görüşmesinde “Bizim Türkiye ziyaretimiz basit anlamda ortak ve komşu ülkeye gelişimiz değildir, biz dost ülkeyi ziyaret etmekteyiz.” demişti. Benzer şekilde, her iki lider de defalarca iki ülke arasındaki ilişkilerin önemini ve bu ilişkilerin ne kadar geliştiğini vurgulamıştı. Hatırlarsanız 23 Eylül 2015’te Moskova Ulu Camii’nin açılışına katılan Erdoğan, daha sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmüştü. Görüşmede Putin’in Erdoğan’a “Esad ülkenin yüzde 15’ini kontrol edebiliyor. Şam’dan başlayıp Humus, Hama üzerinden Lazkiye’yle Akdeniz’e açılan bir butik devlet kurma peşinde” dediği, konuşmanın muhatabı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kamuoyu ile paylaşılmıştı. Bu diyalogtan anlaşıldığına göre, Suriye’deki Rus kuvvetleri, Baas rejiminin diktatörü Esad için butik devlet inşa etmeye çalışıyor. Bkz 29 Eylül 2015/ fikrikadim.com/Şırnak Kerbelaya döndü Rusya Suriye’yi böldü! Birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rusya’nın Suriye’deki politikalarına değinerek, “Rusya, Esed’e Lazkiye’de butik devlet kurmak istiyor.” sözlerini yineledi. Demek ki Rusya ve Türkiye arasında üstü örtülü bir anlaşma var. Türkiye Irak ve Suriye yeniden şekillenirken masa başında olmak istediğini hem Rusya’ya hem de Amerika’ya göstermiştir. Avrasya düşü yeniden canlanıyor, Rusya ile ilişkiler fabrika ayarlarına dönebilir. Twitter:@oc32oc39 [email protected] Bunu beğen:Beğen Yükleniyor...