Türkiye’de herhangi bir cemaate mensubiyet, müntesibin manevi terakkisine katkıda bulunacağı gibi siyasi ve ekonomik açıdan da makam ve mevkii sahibi olmasına zemin hazırlar.
Selçuklu’da Mevlevilik, Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı kaldırılıncaya kadar Bektaşilik, devlet kapılarının ikbale açılmasında anahtar rolü üstlendiğinden, müntesipleri devlete kapılanmanın yolunun tekke ve dergâhlardan geçtiğini bildiklerinden, devlet ricalinden önce şeyh efendinin veya dede babanın eteğine yapışmayı marifet sayarlardı.
Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesiyle birlikte kısmen Mevlevilik ve umumi olarak Nakşîlik, devletin itibarlı tarikatları arasında yer almıştı.
Halvetilik içinde aynı durum söz konusu olduğundan ‘Oldum Halveti buldum devleti’ diyen mürid sayısının hayli kalabalık olduğu söylenirdi. Milli Görüş siyasi çizgisi ilk başlangıcında Türkiye’deki tüm cemaatlerin çatı örgütü görüntüsü vermiş olsa da, bu görüntüyü ilk bozan Risalei Nur talebeleri olmuştur.
Milli Görüşün öncü kadroları İskenderpaşa Cemaati şeklinde sonraları isimlendirilen tasavvuf ekolünden Şeyh Muhammed Zahid Kotku’nun talebe ve müritlerinde müteşekkildi.
Şeyh Muhammed Zahid Kotku, 1952 Aralık ayında, Gümüşhaneli Dergâhı Postnişini eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine postnişin olmuş ve özellikle üniversite talebelerine yönelik irşad hizmetinde bulunmuştu.
Prof Dr. Necmeddin Erbakan ve arkadaşları, siyasi aksiyonlarında Şeyh Efendi’yle (Muhammed Zahid Koktu) sürekli istişare etmişlerdir.
İstanbul merkezli tekke ve dergâhların Milli Görüş hareketi üzerindeki etkisinin 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra kısmen azaldığı görülmüştür.
Doğu ve güneydoğu vilayetlerindeki medreselerden icazetli mollaların Anadolu’ya dağılmasıyla İskerpaşa dergâhı gibi Halidi koldan gelen Nakşibendi Kürt Seyyidlerin isimleri ön plana çıkmıştır.
Başında Mehmet Raşit Erol’un bulunduğu cemaat, dergâhın kurulduğu yer olan Menzil adıyla ünlendi. Nakşi büyüklerinden biri olarak anılan babası Gavsi Bilvanisi Seyyit Abdulhakim Hüseyni’den “el alarak” dergahını kuran Mehmet Raşit Erol, yurtiçi ve yurtdışından kendisine aşırı ziyaretçi gelmesi üzerine 12 Eylül askeri yönetimi tarafından Gökçeada’ya sürüldü.
Gökçeada’nın sağlığını bozması üzerine yine Konsey kararı ile Ankara’ya yerleşti. Sonra da tekrar Menzil’e döndü. Menzil cemaatini öne çıkaran ve onu diğerlerinden ayıran başlıca özelliklerden birisi de Mehmet Raşit Erol’un “devlet yanlısı tutumu” oldu.
Hatta bu tutum Menzil cemaatinin etkisinin Güneydoğu’dan çıkıp tüm Türkiye’ye yayılmasını sağladı.
Özellikle 12 Eylül’de idamla yargılandıktan sonra afla serbest kalan bazı eski ülkücülerin de cemaate girmeleriyle, Menzilciler Orta Anadolu, Ege, Akdeniz, Marmara ve hatta Trakya bölgesinde de güçlendiler.
Tarikatlar sosyal yapıları gereği iktidara oynayan siyasi partilerin insan kaynakları olunca, doğal olarak devlet dairelerinde yani bürokraside spontane bir yığılmadan neşet eden kadrolaşma kaçınılmaz oluyordu.
Milli Görüş hareketi bu kadrolaşmayı daha çok devletin üst kurumlarında gerekli gördüğünden alt birimlerine dikkat etmedi.
1970’de İzmir Kestanepazarı camisinde başlayan ve ilk zamanlarda Akyazı cemaati daha sonra Fethullah Gülen cemaati olarak tanınan yapılanma, devletin tüm birimlerinde kadrolaşmayı adeta var oluş amacı gördüğünden öncelikle okullaşmaya önem verdiler ve ilk kadrolaşmayı özellikle Milli Eğitim’de gerçekleştirdiler.
MİT Müsteşarı Fuat Doğu Paşa’nın yakın çalışma arkadaşlarından Diyanet personeli, müftü Yaşar Tunagür Hoca’nın desteği ile kısa zamanda örgütlendiler.
Emniyet ve silahlı kuvvetlerde kozalarını ördüler, hücrelerini kurdular.
Bugünlere kolay gelinmedi.
Eğer günümüzde hükümete meydan okuyan paralel bir yapıdan söz ediliyorsa neredeyse yarım asra yakın bir süredir sabırla odaklanan bir zihniyeti yakinen tanımak gerekiyor.
Ak Parti’nin en büyük hatası bugün paralel yapı nitelendirmesine tabi tuttuğu bu topluluğu sıradan bir dini cemaat kapsamında ele almasıdır.
Erbakan Hoca’nın 1980 öncesinde MTBB, Akıncılar ve 1980 sonrasında da Milli Gençlik Vakfı’ndan yetişen gençlerden oluşan insan kaynağı mevcuttu.
Ak Parti ise merkez sağ partisi olmayı hedeflediğinden böylesi bir teşkilatlanmayı lüzumlu bulmadı.
Bürokraside insan kaynağı sıkıntısı çekmedi çünkü yarım asra yakın bir süredir faaliyette bulunan Fethullah Gülen Hocaefendinin camiası, bu talepleri seve seve karşılayabileceği garantisi verdi.
Hâkim ve savcılar, kaymakamlar, emniyet müdürleri, valiler ve diğer personel, paralel yapı suçlamasına muhatap olan camianın evlerinden, yurtlarından, sohbetlerinden yetişen insanlardan seçildi ve atandı.
Ne zaman yargı ve emniyet çetesi diye nitelendirilen yapının hükümeti alaşağı edebileceği tiyosu başbakana gitti, işte o zaman bam teli koptu. İster derin devlet diyelim ister derin millet diyelim isterseniz hükümet diyelim, sırtını tek bir cemaate dayamanın yol açabileceği mahsurları göz önünde bulundurduğundan F Tipi yapıyı bürokraside dengeleyebilecek bir başka dini yapıyı ortaya sürdü, destekledi, el altında tuttu.
Birkaç yıl öncesi özellikle Milli Gençlik Vakfı kökenli bürokratları bünyesinde toplayan Cihannüma yapılanmasına, Ak Parti’nin yeni insan kaynağı gözüyle bakanlar olduysa da birkaç müsteşar düzeyinde atanmanın ötesinde bir gelişmenin olmaması, şimdilik bu örgütlenmenin kültürel etkinliklerle sınırlı kalmasına yol açtı. Ancak 12 Eylül askeri darbesinde kapatılan Akıncılar teşkilatının Ankara’da yeniden kurulması, Türkiye genelinde örgütlenmeye gitmesi dikkat çekici bir gelişme olarak nitelendiriliyor.
Yine 28 Şubat sürecinde kapatılan ve mal varlığına el konulan Milli Gençlik Vakfı’nın yeniden kurulması ve mal varlığının mahkeme kararıyla iade edilmesi, İslamcı hareketin gençlik kesiminde farklı bir örgütlenme modeline gidebileceğini gösteriyor.
Zaten doğuda Hüdapar örgütlenmesi Hizbullahi bir geleneğin çizgisinde ortaya çıktığından Ak Parti’nin nüfuz etmesi mümkün değil. Ankara’da F Tipi yapılanmanın tasfiyesinden sonra, Ak Parti’nin önünü açtığı dini bir cemaat var mı sorusuna, bazı gözlemciler cevabı Menzil’i adres göstererek veriyor.
Özellikle emniyet birimlerinde hükümeti zor durumda bırakacak hatta başbakanı ve ailesini hedef alan operasyonlara Menzil müntesibi ‘SOFİ’ polislerin engel olduğu adeta bir şehir efsanesi.
Tüm bu gözlem ve rivayetlerden yola çıkarak, genel bir adlandırmayla Menzilci yani Sofilere, bürokraside ve devletin üst makamlarında sıcak bakıldığı, bazı atama, tayin ve görevlendirmelerde bu camiaya mensup olanların tercih edildiği yaygın bir söylenti.
Zaten Sağlık Bakanlığında Sofilerin dominant olduğu hep gündemdeydi.