Yakın tarihimizde derin izler bırakan ve Türkiye’nin Ortadoğu politikasında köklü değişikliğe yol açan Mavi Marmara olayını hatırlayalım.
Mavi Marmara, İnsani Yardım Vakfı’nın organizasyonu ile İsrail ablukasındaki Gazze’ye yardım malzemeleri götürmek üzere bir grup gemi ile birlikte yola çıktı.
31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yakın uluslararası sularda, İsrail ordusunun gemiye asker çıkarması üzerine organizasyon amacına ulaşamadı.
31 Mayıs 2010’da İsrail ordusunun yaptığı müdahale, gemilerde bulunan aktivistlerden bir kısmının öldürülmesi, bir kısmının yaralanması ve gemilerin yolcularıyla birlikte rehin alınması ile sonuçlanmıştı. İsrail savaş gemileri, uluslararası sularda seyretmekte olan yardım gemilerinden, rotalarını Aşdod’a çevirmesini istedi fakat yardım gemileri bu talebi reddetti. İsrailli kuvvetler bu cevaptan sonra gemilere denizden ve havadan komando çıkarttı.
Mavi Marmara’da bulunan 9 Türk vatandaşı bu saldırıda hayatını kaybetti. Mavi Marmara hazırlıkları başladığında, dershane kapatma tartışmasının odağına oturan camianın projeye pek sıcak bakmadığı hissedilmişti.
Hükümetin aleni desteğinin ortada olmasına rağmen camia/cemaat mutedil bir çizgide durmaya itina gösterir vaziyetteydi. Sonrasında zaten film koptu. Mavi Marmara’ya baskın yapan İsrail’e en sert tepkiler veren Başbakan Erdoğan, hem iç hem de dış kamuoyunu kendi cephesine çekmek için uğraşırken Ak Parti’nin partneri görülen cemaatin hiçte oralı olmadığı hatta Başbakanı eleştirdiği görüldü.
Cemaatin tepe noktasında ki ismi Fethullah Gülen Hocaefendi nin ‘Mavi Marmara’da ölenler şehit değil’ sözleri gündeme bomba gibi düştü. 29 Eylül 2010 tarihli haberlerde Cüneyt Özdemir’in bir grup gazeteciyle Pensilvanya’ya gittiği ve Fethullah Gülen ile bir kahvaltıda buluştuğu yer aldı. Özdemir’in yanı sıra Ferhat Boratav, Serdar Turgut ve Bejan Matur’un da hazır bulunduğu o buluşmada, Mavi Marmara gemisine düzenlenen saldırı ve şehidlerin de gündeme geldiği, Gülen hocaefendinin, gazetecilere Mavi Marmara gemisindekilerin şehid değil bile bile ölüme giden insanlar olduğunu söylediği kaydedildi.
Ancak kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, Fethullah Gülen’in olay yaşandıktan sonra yayınladığı taziye mesajında Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlere “şehit” dediği de unutulmadı. Aslında 28 Şubat sürecinde Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan ve Pensilvanya’da geçici ikamette bulunan Hocaefendi’nin bu açıklamayı yapmasınd,a ABD ve İsrail ile çatışmak istememesi, dolayısıyla yeryüzünün birçok yerinde faaliyet gösteren okulların geleceğini tehlikeye atmamak olduğu yorumları yapıldı.
Lakin Mavi Marmara’yı sahiplenen hükümetin Hocaefendi’nin bu açıklamasından rahatsız olduğu da bir gerçekti. Dershaneleri hizmetin en prestijli kurumları arasında sayan Hocaefendi’nin, yüzbinlerce ilköğretim ve ortaöğretim ve lise öğrencisine bu kanalla ulaştığını söylenebilir. Kürt nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde açılan yurt, dershane, etüt ve okuma salonlarının binlerce genci dağdan alıkoyduğu iddialarının arkasına gizlenen, cemaatin taban oluşturduğu olgusudur.
Cemaat Suriye’de PYD orjinli bölgesel Kürt yönetimi istemiyor.
Bu da nereden çıktı derseniz Samanyolu TV’nin en çok izlenen dizisi Şefkat Tepe’ye bakmanız yeterli.
Bölge halkının büyük çoğunluğunun Rojava hassasiyeti malum.
Dershane kapatma kararında temel gerekçe, Mavi Marmara’da hayatını kaybedenleri şehid görmeyen zihniyetin, dal budak salmasına Milli Görüş geleneğinden gelen ve İslam Dünyası ile kardeşliği ön planda tutan Ak Parti yönetiminin hoş bakmadığı iddiasıdır.
Ömür Çelikdönmez