Her ne kadar bir mezheb devleti olan Şii iran’a, siyasi ve itikadî meseleler yüzünden mesafeli dursa da 17 Aralık darbe operasyonundan sonra Türkiye ve dünya gündemine yerleşen Fethullah Gülen’in, yurttaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti ile yaşadığı sorunlar, İran İslam Cumhuriyeti’nin yargılayıp idam ettiği Seyyid Mehdi Haşimi olayı ile çok örtüşüyor.
Fethullah Gülen’in pozisyonu, faaliyet yöntemleri, farklı olsa da, sonuç itibarıyla her ikisinin de mevcut hükümetlerle ters düşmesi ve çatışması, siyaseten benzeşmektedir. İran’ın Mehdi Haşimi olayı anlaşılmadan Fethullah Gülen’in hükümete karşı çıkışı da anlaşılamaz. Umarım sonları aynı olmaz.
İranlı Mehdi Haşimi, Şahın devrilmesinden sonra inkılâbın evrensel boyutuyla ilgilendi ve dünyadaki İslami hareketlerle yakın bir diyalog geliştirdi. Ayetullah Muntaziri’nin desteğini de alınca Devrim Muhafızları içinde “İslami hareketler” birliğinin başına geçti.
Bu birlik, İslam İnkılâbı”ndan sonra oluşturulan Özgürlük Hareketleri Kurumu olarak ta biliniyordu. Ortadoğu”daki ve dünyadaki İslami hareketlerle ilgili her yönlü çalışmayı yapıyordu.
Bu yapının aynı zamanda askeri bir yönü vardı.
Dolayısıyla alacağı her bir karar ve atacağı her bir adım, İran’ın dış politikası ve İslam devrimin geleceğini de yakından ilgilendiriyordu.
Ancak zamanla Mehdi Haşimi sahip olduğu bu gücü, kendi başına buyruk olarak kullanmaya başladı.
İslam Cumhuriyeti”ne karşı uluslar arası ve bölgesel bir kuşatmanın sürdüğü, İran-Irak savaşının da en şiddetli geçtiği bir zamanda, Mehdi Haşimi’nin İran’ı zor durumda bırakacak birtakım işlere kalkışması, İranlı yöneticilerin rahatsızlığına ve tepkisine yol açmıştı.
Mehdi Haşimi mevcut idareyi beğenmiyor ve toplumda hâkimiyet kurmaya çalışıyordu.
Daha sonra Devrim Muhafızlarının tüzüğü değişince “İslami Hareketler Birliği” de ilga edildi.
Ama Mehdi Haşimi kanunsuz olarak elindeki bazı silah ve teçhizatı saklamış ve Ayetullah Muntaziri’nin de emriyle ülkede resmi olmayan bir statüde çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı.
Mehdi Haşimi bu arada Devrim Muhafızları ile Komiteler arasında ihtilaf çıkarmaya çalışıyor; Ayetullah Hameney’in aleyhine bildiriler dağıtıyor, Ayetullah Muntazirî’yi de etkilemeye çalışıyor ve onu yönlendiriyordu.
Bu olaylarda Ayetullah Muntaziri’nin damadı Seyyid Hadi Haşimi de büyük bir rol oynuyor ve Ayetullah Muntaziri’nin Mehdi Haşimi’ye güvenmesini sağlıyordu.
1986 yılında Tahran’da bir evde çok sayıda silah, teçhizat, devlet senetleri ve uydurma hükümler bulununca yeni gelişmelere kapı aralandı.
Zira bu ev ve içindekiler Mehdi Haşimi’ye aitti.
Ayetullah Humeyni’nin emriyle bu evin sorumlusu yakalandı ve ev tahliye edildi.
Ayetullah Muntazirî bu olayı duyunca rahatsız oldu ve hemen evin sorumlusunun serbest bırakılmasını istedi.
Üstelik bu evden kendisinin haberdar olduğunu itiraf etti.
Humeyni; Ayetullah Muntaziri’ye de bir mektup yazarak onu uyardı.
Mehdi Haşimi’nin cinayet zanlısı olduğunu hatırlattı. Muntazıri Humeyni’nin davranışına karşı kendisine sert bir mektup yazdı.
Bu mektubunda Mehdi Haşimi’nin tüm faaliyetlerinden de haberdar olduğunu söyledi.
Muntazıri bizzat Mehdi Haşimi’yi istihbarat teşkilatına teslim etmeyince harekete geçildi ve Mehdi Haşimi tutuklanarak gözaltına alındı.
Mehdi Haşimi yargılandı ve 1987 yılında asılarak idam edildi.
Mehdi Haşimi, Ayetullah Muntaziri adına ve ondan aldığı emirlerle hareket ediyordu.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin başka bir cemaat önderi adına faaliyet yürütmesi söz konusu değil.
Hatta cemaatin referans gösterdiği Risalei Nur hizmetinden bağımsız olduğu, bizzat Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşayan talebeleri tarafından ifade ediliyor.
Hareketin dini lideri bizzat kendisi.
Onun adına Türkiye’de ve dünyada faaliyet gösteren on binler var.
Şimdilik eğitim ve finans sektörlerinde etkinlikleri tespit edilmiş.
Siyaseten politik yapılanmalardan uzak duruyor görüntüsü verilse de, her dönemin en güçlü partisi desteklenerek, faaliyetlerin riske atılmamasına dikkat ediliyor.
Dinlerarası diyalog toplantılarında gösterdikleri performans nedeniyle hem Katolikler hem de Protestanlar, çalışmalarına takoz koymuyor.
İsrail’i alenen düşman ilan etmediklerinden, Siyonizm bunları tehlikeli dini gruplar kapsamında değerlendirmiyor.
Bu nedenlerle yüzlerce ülkede binlere varan okullarında diledikleri gibi çalışabiliyorlar.
Fethullah Gülen ve kurmayları, Türkiye’nin dış politikasını tasvip etmiyor, en sert eleştirilerde bulunmaktan geri kalmıyorlar.
Çünkü hemen hemen dünyada mevcut birçok ülkede okulları var. Gruplarına mensup iş adamları okulların bulundukları ülkelere yatırım yapıyor.
Hareketin başındaki isme, dünyanın dört bir tarafından siyasi, ekonomik istihbarat raporları yağıyor. Bu bilgileri okuyup tahlil eden, analiz eden, işinin uzmanı kurmaylar var.
Belki de ABD Başkanı Obama’ya bu kadar düzenli rapor akışı olmuyordur.
Fethullah Gülen ve kurmayları bu bilgi akışından dolayı, kendilerinin dünyayı, Türkiye Hükümetinin başbakanından ve dışişleri bakanından daha iyi okuduklarını düşünüyor olabilirler.
Mavi Marmara gemisinin Gazze’ye gönderilmesine karşı çıkmışlar, İsrail’in müdahalesini haklı gören yorumlarda bulunmuşlardı.
Bu ekip Türkiye’nin Suriye politikasının bir çıkmaz olduğunu söyleyerek, İran’a nükleer krizde destek verilmesini tenkit etmişti.
Ekibin temel parametresi, ABD ve İsrail ile sıfır sorun ekseninde politika yürütülmesini öngördüğünden, aktör Türkiye rolüne sahiplenilmesini doğru bulmuyorlar.
Doğal olarak hükümetle çatışmaları kaçınılmazdı.
Bundan sonrasında mayınlı araziye sürülen kobay olmaktansa, hükümetle uzlaşmanın hem ülke hem de grup menfaatlerine denk düşeceğini hesabı yapmaları temenni ediliyor.
Türkiye’nin Mehdi Haşimisi Fethullah Gülen’in hükümetle çatışması sadece dış politika da değil.
Emniyet ve yargının yanı sıra devletin diğer kurumlarında kadrolaşmasına izin verilememesi en büyük sorun. Fethullah Gülen grubuyla irtibatlı deneyimli emniyet mensuplarının hükümete karşı dinleme, izleme ve görüntüleme faaliyetlerinde bulunması, bu fiili durumun başbakan tarafından haddi aşma olarak değerlendirilmesi, çalışma ofisine böcek yerleştirenlerin sözde bunlarla ilgisinin deşifre edilmesi, yangına körükle gidilmesinde oldukça etkin faktörler.
Dershanelerin kapatılması kararına karşı direnç odağına dönüşen bu grubun bu tavrı, hiç şüphesiz hükümet erkânınca başkaldırı kapsamında ele alındı.
17 Aralık operasyonları tüm bu yaşananların tuzu biberi oldu.
İktidar ortak sevmez. Şeyh Bedrettin kıssasını yeniden okumak gerekiyor.
Nasıl İran meşru devleti Mehdi Haşimi’ye tahammül edemediyse, Türkiye’nin de; kayıt dışı siyaset yapan dini bir topluluğun, hükümetin icraatlarına gölge düşüren faaliyetlerine göz yumması beklenemez. Devlet refleksi er geç çalışmaya başlar.
Ya yıllardır dillerine doladıkları hicret gerçekten kendileri için bir huruç olur veya kadrolaştıkları yargının insafına sığınır ve yargının dağıttığı adalete razı olurlar.
Diğer ihtimalleri düşünmek bile istemiyorum.