Türkçede güzel bir atasözü var; “Su bulanmayınca durulmaz” diye. Anlamı; kimi iş, konu, olay ya da durumlar pek çok tartışma, çekişme ve mücadeleden sonra aydınlığa kavuşur.
Hemen herkes niyetini açığa vurur, fikrini söyler, söylenmedik bir şey kalmaz, sonunda mesele çözülür ve iş yoluna girer. Bu atasözünün Türkiye’nin Suriye politikasını en iyi şekilde özetlediğini düşünüyorum.
Bu karışıklıktan dolayı Türkiye’nin Suriye politikası, dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi sürdürüyor.
Suriye’de isyanların başlamasının üzerinden iki yılı aşkın zaman geçti; muhalefetteki derin bölünme devam ediyor. Avrupa basını Türkiye’nin Suriye politikasını tahlil eden yazılara yer veriyor.
Örneğin Türkiye sınırından binlerce El Kaide savaşçısının sızdığı Suriye’de barış hesapları, İngiltere gazetelerinde dikkat çeken haber ve yorum konuları arasında.
Uzmanların, Türkiye’nin bu akına göz mü yumduğu veya kontrolü mü kaybettiği konusunda kaygılar taşıdığı belirtiliyor. Türkiye ise reel politik tercihler ile tarihi ve kültürel misyonu arasında sıkışmış görüntüsü veriyor. Bir yanda neredeyse 1 milyona yaklaşan Suriyeli mülteci nüfusu topraklarında barındırıyor, diğer yanda Suriyeli Nuseyrilere destek çıkan Türkiye yurttaşı Alevileri teskin etmeye uğraşıyor. Yine sınırın öte yakasında Türkiyeli Kürtlerin akrabaları, hem Baas rejimine hem de El Kaide uzantısı örgütlere rağmen ayakta kalma mücadelesi veriyor. Suriye’den atılan top mermileri ve roketler, Türkiye sınırını aşarak can ve mal kaybına yol açıyor.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi Batılı ülkeler ve ABD medyası, İngiltere basınında yer alan haberlerde olduğu gibi Türkiye’yi, El kaide savaşçılarının sınırı geçmesine göz yummakla itham ediyor.
Yüksek sesle dillendirmeseler de kolektif bilinçaltında Türkiye’nin kendilerinden habersiz dolap çevirdiğini düşündükleri kesin. Türkiye’nin Nato müttefiki olması ve bölgede Türkiye’nin varlığına ve askeri gücüne duyulan ihtiyaç, şer güçlere fren yaptırıyor. Türkiye’yi stratejik konumu itibarıyla karşılarına almak istemediklerinden, kendilerince dolaylı yollardan kulağını çekmekle yetiniyorlar. Çinlilerle füze anlaşması her şeyin tuzu biberi oluverdi.
Füze tartışmalarıyla bölgede güçlü bir Türkiye’nin varlığına tahammülsüz oldukları ortaya çıktı. İran’ın atom bombası dahi onları bu denli rahatsız etmemişti.
Son haftalarda yaşanan Rus uçaklarının Türkiye’nin hava sahasını ihlalleri, biz bu filmi görmüştük dedirten cinsten. Hatırlayacak olursak İkinci Dünya Harbi’nin sona ermesiyle Sovyetler Türkiye’den hem toprak hem de boğazlarda üs talebinde bulunmuştu. Türkiye’de Stalin yönetiminin bu sıra dışı taleplerini Amerika Birleşik Devletlerine yanaşarak geçiştirmişti.
Şimdi de o mu yapılmak isteniyor acaba?
Türkiye; uzun vadede Suriye’de Baas rejiminin sona ereceği hesabıyla ordusunu savaştan uzak tutuyor. Suriyeli muhaliflerin kendi güçleriyle Baas rejimine son vermesini düşünüyor.
Aslında bu beklenti Cumhuriyetin ilk günlerinde Ankara’ya gelen ve Fransızlara karşı Ankara Hükümeti’nin askeri yardımını talep eden Suriyelilere verilen cevapla örtüşüyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun ölümsüz dizelerinde olduğu gibi; “Sen oradan kıracaksın zinciri, ben buradan.
Bir gün kavuşacak ellerimiz!”.
Ömür Çelikdönmez