Bu gün 25 Kasım Birleşmiş Milletler'in aldığı karar ile kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve dayanışma günü.
Toplumun kadına ve dolayısıyla namusa bakış açısı sağlıklı olmadığı için şiddet olayları bitmez.
Çünkü namus iki bacak arasında değil beyinde başlar.
Namussuzluk ise kadın ve erkek için biriyle yatarken başka birisini düşünmektir.
Kadını sadece cinsel obje, ya da para ile elde edilecek meta (mal) gibi gören anlayışa karşı çıkılmadıkça kadına şiddetin uygulanması kaçınılmazdır.
Düzenden kaynaklanan etnik ve inancından dolayı ötekileştirilenlere uygulanan şiddet ile Kadına yönelik şiddet birlikte ele alınıp
değerlendirilmelidir.
Sadece kadına yönelik şiddet ele alındığında, toplumda yer edinmiş şiddet kültürünün önü alınamadığı gibi giderek artan kadın cinayetlerine de engel olunamıyor.
Kadın hakları ile ilgili kağıt üstünde kalan sözleşmelere atılan imzalar ile övünmek ile, ya da idam dahil cezaların arttırılmasını istemekle kadına uygulanan şiddet olaylarına çözüm getirilemiyor.
İstanbul Sözleşmesi varken kadına yönelik şiddet vardı, sözleşmeden çıkıldı kadına yönelik şiddet devam ediliyor.
Nedeni ne olursa olsun eşini veya çok "sevdiği" kadını öldürdükten sonra intihar etmeyi göze alan birine verilebilecek hiçbir ceza yolundan caydırıcı olamaz.
Kadına yönelik şiddete ve giderek artan kadın cinayetlerine mutlaka karşı çıkılmalı ve durdurulmalıdır.
Ancak bu ülkede şiddet sadece kadına yönelik olmayıp hayatın her alanında, her yerde ve herkese karşı uygulanıyor.
Gün geçmiyor ki bir sağlık çalışanı, anadilini konuşan yada kendi dilinde müzik dinleyen birileri, inancı,hatta mezhebi farklı olanlar saldırıya ve şiddete maruz kalmasınlar.
Mevcut düzende şiddet sadece kadına karşı kullanılmıyor.
"Hocanın veya annenin vurduğu yerde gül biter" anlayışı ile daha çocuk yaşta hayat dayak ile tanışmak başlıyor.
Büyüdükten sonra da toplumsal yaşamda kimin gücü kime yeterse anlayışı ile ömür boyu bu anlayış devam ediyor.
Sevgi ve saygı gibi insanı değerler yerine topluma aşılanan gücü haklı görme eğilimi, ya da eskilerin deyimi ile güçlü olana biat kültürü egemen olduğu zaman kadınlar da güçlü olanların uyguladığı şiddet ortamından kendilerine düşen payı alıyor.
Güce tapma eğiliminin kalıcı ve sürdürülebilir olabilmesi için toplumda olması gereken insan haklarına saygının yerini güce ve şiddete duyulan saygının alması gerekir.
Şiddet ile var olan toplumsal yapılanmalarda insana ve kadına bakış açısı sağlıklı olamaz. Toplum güce tapıyorsa sadece erkeklerin değil çocukları yetiştiren kadınların da eğitilmesi gerekir.
Bu nedenle başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere, toplumsal yaşamda güçlü olanın uyguladığı şiddetin bir bütün olarak ele alınarak değerlendirilip karşı çıkılması şarttır.
Yaşanan şiddet olaylarına engel olmak için daha çocuk yaştan itibaren sosyal ve kültürel anlamda beyinlere işlenen ırkçı,mezhepçi ve cinsiyetçi bakış açılarına son vermek gerekiyor.
Dil, din, renk ayırımı gözetmeden, doğum ile gelen farklılıkları zorla kendine benzetmek ile değil farklılıkların zenginlik olduğunu kabullenip insani değerleri çoğaltmak ile mümkündür.
Tarihi sadece ganimet ve fetih ruhu ile anlatan,her bölümünde yüzlerce insanı boğazlandığı TV dizilerinin izleyicinin beynine kazınması için yayınlanması boşuna değildir. Aynı bölümlerin defalarca yayınlanmasındaki amaç insan egosundan var olan etik değerlere ile bilinç altıda tuttuğu şiddet duygusunun ortaya çıkmasını sağlamak ve bu duyguları farklı olanlara karşı istenildiği gibi kullanmak.
Yine yalan ve yanlış tarihi dizilerin biri bitmeden diğeri başlayan benzeri dizilerin aralıksız yayınlanmasının önemli diğer nedeni farklılıkları barındıran toplumda olması gereken eşitlik anlayışı ile birlikte çağdaş insani değerleri yok etmek,bu değerlerin yerine dizilerde yaratılan ötekilere karşı var olabilmek için lidere biat etme kültürünü benimsetip öne çıkarmak.
Asimilasyonu ilke edinen mevcut sistemde farklı olanlara uygulanan şiddet var olduğu müddetçe kadına yönelik şiddette var olacaktır.
Etnik ve inançta farklı olanlara karşı inkar ve asimilasyon amaçlı şiddet uygulamaları kesinlikle terk edilmelidir.
Yaşamı şiddetten arındırmak için birlikte ya da ayrı yaşamaya karar verilebilmesi için "ötekilere de" eşit hakların sağlanması gerekiyor.
Bunlar sağlandığı zaman kadına yönelik şiddet sadece karnında taşıdığı çocuğun hakkı olur.