Karacadağ’ın allı pullu olduğu zamanlarıydı. Göçerlerin en çok uğrak yeriydi Karacadağ. O zamanlar adı göçer dağı idi.
İki göçer aşireti nedense ilk defa konakladılar aynı andaburada.Göçer ailesinin ileri gelenlerinin canları sıkıldı, yüzleri asıldı.
Ama yol gedemeyecek kadar da hayvanlar aç ve yorgundu. Mecburen birkaç gün kalmaya karar verdiler. Bu arda da karşı da çadırlarını sermiş olan göçer kabilesiyle irtibatlı olmamaları konusunda kendi kabilelerini uyardılar 7’den 70’e…
O gece ay çok karanlık, göz gözü görmüyordu. Göçer kabilesi yol yorgunluğu ile uyuya kaldılar.
Sabahın ilk ışıkları ile çevreyi daha iyi görmeye başladılar...
Yemyeşil bir otlak, dağdan eriyen karların şırıltılı akan dereleri, gölgesinde dinlenen hayvanları, dallarında yuva yapan kuşları, masmavi gökyüzünü ve ılık nefes gibi esintili bir koca bir dağ duruyordu eteklerinde göçerlerin yaşadığı…
Göçer ailesinde kabilenin yaşlıları ve ileri gelenleri bu doğal güzellik karşısında adeta büyülenmiş gibi “bir müddet burada yaşayacağız, çadırları kurun “ dediler.
Çoluk çocuk bu mutlu habere çok sevindiler. Herkes orada bu huzurlu ortamda yaşamak istiyorlardı.Mart sonundan, nisan ayının sonuna kadar kalmaya karar verildi.
Ancak bir şartla…
Ne olursa olsun karşı taraftaki göçer kabilesiyle asla ama asla irtibata geçilmeyecekti. Bizim göçer ailesi orada yaşamak için hep birlikte söz verdiler.
Günler neşeli bir ortamda geçiyordu. Koyunlar, koçlar, inekler hatta kedi ve köpekler bile kilo almaya başlamışlardı.
Gebe hayvanlar doğurmaya başladılar artık uzunca bir süre kalkıp gidemezdi yeni doğan hayvanlar nedeniyle.
Aradan birkaç hafta geçti. Henüz birkaç haftalık olan oğlaklardan birisi sürüyü terk edip karşı göçer kabilesinin tarafına geçti.
Küçük ve yeni doğan hayvanların bakımı da göçer ailesinin genç kızlarından birisine teslim edilmişti.
Kızcağız öyle korktu ki ellerini ve ayaklarını bir ara hissedemedi. Yaramaz oğlak siyah kıl çadırın yanında o kadar masum duruyordu ki; ona kızamadı bile genç kız. “sessizce gider alırım yavruyu, kimse görmez. Zaten çok hızlı koşuyorum bizim kabilede erkekler bile yetişemiyor kaldı ki burada da bana yetişemezler” diye geçirdi içinden. Hemen aklından geçenleri uygulamaya başladı.
O kadar sessiz ilerledi ki yerde uyuyan kedi bile hissetmedi genç kızın yanından geçtiğini.Genç kız oğlağı bir hamlede yakaladı kucağına aldı ve hızla koşmaya başladı. Tam kurtuldum derken aniden arkaya hızla çekilidi ve yere düştü genç kız.
Oğlak kucağından tekrar koşarak sürüsüne katılır. “Bana ne oldu, neden düştüm ki yere” diye içinden geçirdi içinden.
Aniden sert bir ses tonuyla “utanmıyor musun bizim oğlağımızı çalmaya, töre böyle midir” diyen bir erkek sesiyle irkildi.
Kafasını kaldırdığında güneşten daha parlak bir yüz görür, sarı saçlı, kalın kaşlı, iri kahverengi gözlü, uzun boylu, yapılı bir delikanlıydı kendisini durduran.
“Hayır, bizim oğlağımız o sizin bu tarafa kaçtı, bak zaten annesinin yanında. Vallahi hırsız değilim, şimdi ağalarım görürse beni yaşatmazlar. Bırak gideyim kulun kurbanın olayım. Yazık etme gençliğime acı” dedi. Fakat delikanlıyı ikna edemedi.
“Bir şartla seni bırakırım akşama derenin başına gel konuşalım ikna olursam seni vermem ağalarına” der delikanlı. Kız delikanlının elinden kurtulmak için “peki, tamam” dedi.
Telaşla yerden kalktı ve koşarak kendi taraflarına geçti otlağın. Geçer geçmez yere çöktü ve nefes alamaya çalıştı, korkudan çarpan yüreğiyle.
Arkadan “hayırdır Ayşe ne oldu sana neden nefes nefsesin” dedi anası. Ayşe korkuyla karışık “yaramaz oğlağın peşi sıra koştum da ondan an " diye cevap verdi. Anası “deli kız, hiç koşulur mu oğlakların ardından aha böyle nefessiz kalırsın” dedi ve güldü.
Genç kız yaşadığı korkuyu bir defa daha içinde duydu. “Aman ALLAH’ım ya o tarafa geçtiğinde anası görseydi. Vallahi yaşatmazlardı kendini” gözlerinden iki damla yaş akıttığını hissetti “hadi toparla kendini neyse ki bir şey olmadı. Olmadı mı yaa bir dakika ben akşama nasıl giderim ki dereye doğru anam yanımda yatar kımıldatmaz ki beni. Tüh nasıl yapacağım şimdi, ne diyecekti acaba. Kesin bir daha bu hırsızlığı yaparsan ellerini keserim veya seni ben döverim. Offf… yaa nedir bu başıma geleler” diye geçirdi içinden.
Gün kararmak üzereydi sürüyü toparladılar hep birlikte göçer ailesi. Herkes kendi çadırına gitti, akşam yemeği hazılandı sonra neşeyle ailece yemekler yedi. Ama Ayşe çok durgundu. Babasının dikkatini çekti. “hatun kızım hayırdır neye durgunsun, seni üzen ne” anası hemen söze atladı sanki kurtarıcı gibi “ oğlakla yarış yapmış, nefessiz kalmıştı gördüğümde” dedi ve kahkaha attı.
Bir anda çadırın içinden kahkalar yükseldi. “kendinle yarışacak başka kimse bulamadın mı Ayşe kız “dedi babası.
Ayşe başını kaldırdı babasına baktı. İlk defa bir şey gizliyordu babasından. Babası ona hep güvenmişti. “Tamam” dedi “babama anlatacağım birazdan kimse yanında yokken. Şimdi herkes bir şey der babam beni dinlemez sonra" . Yemekten kalktıktan sonra babasının yanına gitti. Tam konuşacaktı ki anası “Ayşe senin oğlak hasta, dereye inde su getir bakraç orda” dedi.
Ayşe sesleri uzaktan ve yankıyla duyuyordu. “ne oluyor böyle ALLAH’ım sen koru beni. Şimdi o da derenin yamacındadır ve beni bekliyor” dedi içinden. Çok korkuyordu genç kız. Titreye titreye dereye doğru gitti. “Aman ALLAH’ım o orda onu bekliyordu. Korkusu iyice arttı. “Tamam, özür dilerim ve ne iş verirlerse yaparım cezama razıyım derim ” dedi içinden.
Gider gitmez çok özür dilerim tamam ne iş verirseniz yapacağım bu esaretten kurtulmam gerek” dedi.
Delikanlı: “bir dakika susup dinler misin beni. Senden çok etkilendim işine bağlılığın, cesaretin, ailene sadık olman, ceylan gibi hızlı olman, yalan söylememen beni çok etkiledi. Bende gördüm oğlağınızın bizim tarafa geçtiğini ama seni takip ettim ne yapacak diye bekledim. Kaç gündür izliyorum seni. Sen de kabul edersen anamı-babamı salacağım size” dedi.
Genç kız bir şok daha yaşıyordu. Ne için gelmişti, neler duymuştu. Bir ara anasının kendisine adıyla seslendiğini duydu.
Sonra dönüp delikanlıya baktı hiç cevap vermedi sadece içinden küçük bir tebessüm geçti yüzüne yansıyan ay ışığında. Sonra eğildi dereye doğu bakracı yarıya kadar su ile doldurdu.
Hiç yapmadığı bir şeydi aslında genelde tam doldururdu. Koşarak çadırına doğru gitti. Yüzü kızarmış gözlerine sanki çok ağlamış gibi kan oturuştu. Kalbinin çarpıntısını hala hissediyordu.
Anası onun bu haline bir anlam verememekle beraber, “sen bu oğlağa çok bağlandın ama bu iyi değil boşa ağlamışsın sonuçta bu bir keçi” dedi.
Genç kız hiçbir şey demedi. Kesin kararlıydı olan biteni mutlaka babasına anlatmalıydı. Koşar adımlarla çadıra geldi tam baba diyecekti ki, babası bir köşeye sığınmış uyumuştu. Belli ki çok yoğrulmuştu dağda otlak yaparken büyük baş hayvanları.
Sessizce çadırın içinde bir yere kıvrıldı uyuyamıyordu ama…
Bugün ki yaşadıkları gözünün önüne geldi. Offf… Ne çok korku yaşamıştı. Birden delikanlının yüzü ve gözleri gözünü önüne geldi.
“Aslında başka şartlarda gelseydi yanına yok daha neler. Babasına ağabilerine ne hesap verecekti o zaman” bunları düşünürken uyuyakaldı Ayşecik… Yüzüne vuran güneşle uyandı.
Annesi “öyle güzel uyumuştun ki kıyamadı baban sana, kardeşlerin götürdü sürüyü otlağa” dedi.
Vakit çok mu geçti, sesleri neden duymamıştı, oysa herkesi kendi uyandırırdı sabahları. Öğlen mi oldu ne dedi içinden. Hızla kalktı yatağını topladı. Tam sürüye inecekti ki anası “ Ayşe bugün bana yardım et sütleri peynir yapacağım çok iş var” dedi. Ayşenin yüzünde tatlı bir tebessüm oldu. “oh be bugün bir sorun çıkmayacak karşı göçerlerle ” dedi içinden.
Hemen anasının yanına koştu. Akşama kadar iş yaptı. Dün yaşadığı her şeyi unutmuştu. “Kötü bir rüyaydı” dedi içinden. Annesine yardım için 5-6 gün kaldı ovada, sürüyle inmedi dereye.
O gün akşam yemeğinden hemen önce karşı göçer ailesinden bir büyük Ayşelerin aile büyüklerinin yanına gitti. Ayşe görmedi hala annesine yardım ediyordu. Zaten görse de tanıyamazdı.
Yemek esnasında evli ağabeyi geldi. “babam seni Ahmet dedem çadırında bekliyor” dedi. Normalin dışındaydı bu olay genelde göç öncesi toplanılırdı.
Babası “şimdi gidiyorum “ dedi ve yerinden kalktı yemeğini yemeden doğruca göçer ailesinin büyüğü olan Ahmet dedenin çadırına gitti.
Gece yarısına doğru baba çadırına geri döndü.
Ayşe henüz uykuya geçmişti. “Ne oldu bey” dedi annesi, “hiç sorma” dedi babası, Ayşe bu konuşmaları duyunca gözleri kapalı ama sesleri dinlemeye başladı.
Ne olmuştu acaba çok merak ediyordu.
Babası derin bir iç çekti ve “Ayşe’yi istiyorlar karşı göçerlerin oğluna” dedi.
Ayşe aniden gözlerini açtı ALLAH’tan anne ve babasının arkasındaydı da görmediler sonra çok kızarlardı laf dinliyorsun diye. “Nerden görmüşler ki kızı” dedi annesi, “Dereye küçük sürüyü götürdüğünde görmüşler” dedi babası. “oğlanla konuşmuş mu, tanıyor mu Ayşe onu” dedi annesi.
Ayşe’nin kalbi heyecandan kopacak halde çarpıyordu. “ya söylediyse ailesine oğlakla olan macerasını.
Eyvahhh mahvoldum. Şimdi ne yapacağım” dedi içinden gözlerinden yaşlar akıyordu.
Tam o sırada babasının sesini duydu. “Hayır, kızın haberi yok. Uzaktan görmüş oğlan çok beğenmiş. Aile büyüklerinden birisi gelmiş elçi olarak. İzin istiyorlar kızı istemeye” dedi babası.
“Ohhh çok rahatladımmm” dedi içinden. Hemen sırtını döndü ve gözlerinin yaşını sildi. Tam bu sırada bir elin saçlarını ve sırtını okşadığını hissetti.
Annesinin eliydi bu çok duygulanmıştı kadın “küçük kızı ne zaman büyümüştü de istenmeye gelmişti hem de belki bir daha karşılamamak üzere başka bir göçer ailesine gelin gidecekti” diye düşündü.
Gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. “Ağlama hanım, kısmet soralım sabah kendisine de istemezse vermeyiz” dedi.
"İşte şimdi yandım eyvahhh ne diyeceğim şimdi? İstiyorum nasıl derim o zaman sen biliyordun derler olaylar çıkar. İstemiyorum desem belki de bir daha fırsatım olmayabilir başka yerleri görmek için”. Derin bir iç çekti ve uykuya geçti. Sabah gün doğmadan uyanmıştı. Çadırından çıktı bu kadar iş açan oğlağının yanına gitti. Kucağına aldı severken bir yandan da ne yapacağım şimdi diye içinden geçirdi.
Tamam, çok seviyordu kendi göçer ailesini ama hep aynı yerlerde geziyorlardı. Sıkılmıştı başka yerler görmek istiyordu ama ailesi onu dinlemezdi ki. Oysa başka yerleri görmek istiyordu. İşten hiç kaçmamıştı ne olursa olsun özenle yapar bitirirdi.
Acaba evlilik nasıl bir şeydi. Annesi ve babası hiç kavga etmezlerdi ama çok da az konuşurlardı. Oysa Ayşe konuşmayı çok seviyordu. O da sever miydi aaa daha adını bile bilmiyordu. “Adı ne ki acaba” dedi içinden.
Her şey çok zor gelmeye başlamıştı. Aniden bir elin omuzuna dokunduğunu hissetti. Korktu ardına döndüğünde annesinin olduğunu gördü.
“Korkma benim kızım” dedi annesi.
“ Sana bir şey soracağım gerçi biliyorsun, biz babanla konuşurken sen uyanıktın” dedi. “aaa annem nerden bildi ki uyanık olduğunu ” dedi içinden.
Annesi “bende beni istemeye geldiklerinde hiç uyuyamamıştım, çok korkmuştum tıp kı senin gibi ağlamıştım” dedi. İşte şimdi rahatladı Ayşecik annesinin evlilikten korktuğu için ağladığını düşünmüştü.
Başını öne eğdi. “sen ne düşünüyorsun annem” dedi. “karar senin kızım farklı yerlere gitmek istediğini biliyorum, ama bizsiz de duramayacağını biliyorum. Ne istersen onu yap babanla kararına saygı duyacağız” dedi.
Ayşe çok şaşırmıştı, hiç konuşmamıştı ki bunları ailesiyle, nasıl biliyorlardı” dedi içinden. Annesi anlamış gibi düşüncelerini “sen sürekli uzaklara bakıp acaba oralar nasıl ana derdin. Hatta küçüktün seni göçer yolunun tersinden getirmişti abilerin” dedi gülerek.
Ohh be nihayet rahatlamıştı. Artık elinde bir bahane vardı eğer evet derse…
Birkaç gün sonra göçer ailesi tekra haber gönderdi elçileriyle. Ayşe’nin babası kızını yanına çağırdı. Gözlerinin içine bakıp tek soru sordu “gelsinler mi?”
Ayşe utancından kıpkırmızı kesildi başıyla onay verdi. Ne zaman istendi, ne zaman söz kesildi ve düğün kuruldu anlamadı Ayşe’cik.
Düğün için haftaya denildiğini duydu bir ara o arada bahar yağmurları yağmaya başlamıştı.
Hem de yağmur biter daha iyi olur düğün yemeği diye geçirdi içinden. Hava bir ara çok soğudu, yağmur gittikçe şiddetini artırdı. Dereler taştı, çılgın akmaya başladı.
Artık adını biliyordu evleneceği delikanlının “Ali, ne güzel bir isim dedi bir defa daha görmüştü söz kesilirken, yüzünde aynı güneş parıltısı vardı ilk gördüğü hali gibi. Kendisine bakıp tebessüm ettiği an kalbinin heyecandan duracağını hissetti.
Bu çarpıntıyı tanıyordu ilk gördüğünde de olmuştu. Bu neydi işte onun adını koyamıyordu. Ali bir iki sefer değişik bahanelerle kendisini uzaktan gördü bakışıp gitti. Sevgi bu muydu işte onu bilmiyordu.
Ama gözlerine bakınca kalbinin çarpıntısı sanki karşı dağda duyuluyordu. Düğün günü hava çok güzeldi sanki o fırtına ve şiddetli yağmur hiç olmamıştı. Ama dere yine de taşkın ve çılgındı. Düğün kuruldu her iki göçer ailesi de çok mutluydu. Akraba oluyorlardı ve göçerlikte bu çok önemliydi.
Düğün günü; karşı göçer ailesi sallarla dereden geçti ve gelinlerini almaya geldiler. Davullar, zurnalar, zılgıtlar, kahkahalar ovada coşkuyla çınlıyordu.
Damat gelini aldı çadırından ve salla dereden geçmek için sağdıçlarla birlikte sala bindiler. Sağdıçlar bir yandan Sal’ı uzun sırıklarla itiyorlar diğer yandan gelinle damadı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Derenin aniden hızına yetişemedi sağdıçlar gelinle damadın bulunduğu Sal'ı su aldı götürdü. İçinde bulunan birkaç sağdıçla beraber. Düğün yeri bir anda ölüm çığlıklarıyla yasa büründü. Herkes dere boyunca koşup çocukları kurtarmak için canla başla koşturmaya başladılar. Ne yazık ki gelin ve damat birbirlerine sarılı halde derenin bitip dağın uçurumun altında ve yerde cansız yatıyorlardı. hemen aşağıya yanlarına indiler.
Ayşe gelinin gözünden akan yaşları gördüler. Birkaç damla gözyaşı da gözünün önüne birikmiş öylece duruyordu, Ali’sinin kollarında cansız yatarken. Kıyamadılar onları ayırmayı göçer aileleri evlatları madem bu dünyada kavuşamadılar cennette kavuşsun istediler mezalarını aynı yere açıltılar ve yan yana koydular "gelinlikle ve damatlıkla" . Tam gelin konacaktı ki mezarına gözünde biriken yaşlar yere döküldü.
Kahroldu aileleri ne acımasız bir kaderdi yaşadıkları. Aradan birkaç gün geçmişti anneleri hep çocuklarının başına gidiyor dua okuyor ağlıyorlardı. Neden sonra iki gencin başucunda bir çiçeğin filizlendiğini gördüler. Hiç su vermiyorlardı ama çiçek gün geçtikçe büyüyordu.
Bir gün çocuklarının mezarına geldiklerinde; çiçeğin açtığını gördüler. Ne ilginçtir ki çiçek gökyüzüne bakmıyordu, tam tersine boynunu bükmüş bu iki gence bakıyordu.
Herkes anlamıştı, bu çiçek Ayşe gelinin gözlerinden akan ve iki gencin asla kavuşamadan yarım kalan aşkını anlatıyordu.
Göçer aileleri gidemedi oradan bu büyük aşka duydukları saygıdan. Bir köy kuruldu o koca dağın eteklerine kara kapkara gün yaşattı diye adını “Karacadağ” koydular göçer dağının adını. Köye ise sivri kayalıklardan dolayı sivri kaya dediler.
Bu isim halk arasında gün geçtikçe değişti ve “Siverek” halini aldı.
Ayşe gelin ile Ali damadın başında açan ters çiçeğe ise; “AĞLAYAN GELİN” denildi. Zamanla halk arasında bu aşka hürmeten" ters lale" ve çok kıymetli olduğu için" ters orkide" denildi.
Ağlayan gelin rengarenk açmıştı tıp ki Ayşe kızın üzerindeki gelinlik gibi, uzun boyluydu tıpkı güneş yüzlü Ali gibi. Zaman içinde bu çiçek dünyaya yayıldı. Bu kıymetli çiçeğin kendilerine ait olduğunu idda etti güzelliklerinden dolayı başka şehirler hatta ülkeler. Ama o "Ayşe ile Ali’nin" kavuşamadığı aşklarının işareti olarak hep Şanlıurfa’nın karacadağ eteklerinde kocaman ovanın üzerinde kurulan “Siverek” ilçesinde yer almaktadaydı.
Ve artık bu büyük aşkın çiçeği koruma altına alındı.
Sanki herkes bu büyük aşkın çiçeğinin korunması gerktiğine karar vermişti.
Yüzyıllar boyu sürsün unutulmasın sevda diye.
Adı mı; adı da “Şanlıurfa orkidesi” oldu nadir sevdalara, aşklara örnek olsun diye…
Yazan:Kanuni Gülcan CENGİZ