2014 yılı sonbaharının en acı ve en mutlu üç günümü, sırtını Zağros dağlarına dayayan Süleymaniye –Halepçe bölgesinde geçirdim. Sakince akan bir derenin kenarında nar bahçeleri arasında Kanal a‘ya bağlanıp bölgedeki gelişmeleri kamuoyuna aktarırken kendimi, zalim Saddam’ın kimyasal bombalarına karşı kalkan, Batı ve Doğu Dünyası’nın şeytani sessizliğine karşı bir çığlık olarak görmüştüm.
Kürd Lawrance olarak bilinen İngiliz Binbaşı Noel ve Rusların meşhur Dışişleri Bakanı Primakov’un katır sırtında casus olarak gezdiği kan ve petrol kokulu yerler, beni az kalsın DAİŞ’e paket olarak teslim edecekti. Kerküklü bir Türkmen “heyatım DAİŞ yan tarafta, burda ne arisen” diyerek hayatımı kurtarmıştı.
Halepçe’nin çığlını ilk kez dünyaya duyuran Siverekli hemşerim Ramazan Öztürk’tü ve ben ondan yıllar sonra gitmiştim. Benim görünür amacım belgesel çekimi yapmak ve bölge hakkında saha çalışması yapmak iken, asıl niyetim Halepçe sokaklarında manevi havayı teneffüs etmek ve elma kokulu kimyasal zulmü bir kez daha dünyaya hatırlatmaktı.
Yine Siverekli hemşerim olan Şifan Perwer’in “Halepçe” parçası eşliğinde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin (IKBY) ve belki de tüm Irak’ın en dindar halkının yaşadığı, çölün sayfiye yeri olan Halepçe neden hedef seçilmişti? Onu, ruhumun derinliklerinde anlamaya çalışıyordum.
Gerçi bu olay mazlum Kürd halkının ikinci kimyasal saldırıya maruz kalışıydı. İlkini İngilizler, Şeyh Mahmud Berzenci liderliğindeki “defolun pis kâfirler, biz Osmanlıyız, Müslümanız” diyen, Kürdlere karşı Musul’da yapmıştı. Ve İngiliz tilkisi onu, Süleymaniye’nin Kerkük’e bir kapı gibi açılan tabii dağ geçidi, Berde Kahraman’da sinsice esir almıştı.
Berzenci’den sonra bayrağı devralan Barzani ailesi süreci günümüze kadar iliklerine kadar yaşayan bir ailedir. Batı ve onun mankurtlarının ihanetini yaşayarak öğrendiler. Muhafazakar bir aile olan Barzani’ye karşı Batı, İran ve PKK’nın düşmanlığının temel sebebi budur ve Barzani Türkiye’nin en sağlam dostudur.
Halepçe müzesini ziyaret ettiğimizde Halepçe müftüsü şöyle demişti: “Tüm felaketler Osmanlının yıkılmasıyla başladı. Osmanlı hakiki bir İslam devletiydi. Keşke kıymetini bilseydik.”
IKBY’nin her tarafı Halepçe gibi toplu mezarlarla doludur. CHP’nin Arap versiyonu olan Baas Saddam, Kürdleri ve Türkmenleri Bağdat’ın güneyindeki çöllere bebeğiyle diri diri gömerken; Şiileri de Kürd bölgesinde katlediyordu. Bu dönemde Saddam’a işkenceci polislik görevi yapanların çoğu ise Şengal Yezidileri oluyordu.
Süleymaniye’de şu anda 120 000 ayna ve 5 000 yıldızla kara duvarları aydınlanan (her yıldız bir köyü her ayna parçası bir şahsı temsil etmektedir) Emn-i Sürekka hapishanesinde (şimdi müze) doğan kız Firmesk (Gözyaşı) tam beş yıl annesiyle orada yaşamıştı.
Kimyasal bombalar ilk olarak Balisan Vadisi'nde kullanılmıştı. Bu saldırıda kaç kişinin öldüğü hâlâ tam olarak bilinmiyor. Balisan’ı, Şanexşê köyü takip etti. Kimyasal saldırıların üçüncü ve en büyüğü ise Halepçe’ye yapıldı.
Bombardımanda Batı malı, hardal, sarin ve VX gibi gazlar içeren bombalar kullanılmıştı. Gazı soluyanların derisi yanmaya başladı, solunum sistemleri çöktü. Kimisi evinin kapısının eşiğinde, kimisi bahçesinde, kimisi duvar dibinde, kimisi ise ‘kurtulurum’ umuduyla kaçtığı dağ yolundu ölüme yakalanmıştı.
17 Mart’a kadar aralıklarla süren saldırılarda çoğu kadın ve çocuk en az 5 bin kişinin öldüğü, 14 bin 765 kişinin yaralandığıdır.
Ancak kanaatime göre Halepçe de oracıkta şehid olanlar şanslıydı. Çünkü Halepçe ve civarında bugün bile engelli oranı, Hiroşima ve Nagazaki’den 5 kat fazla olup, Hardal gazının etkisi 30 yıl sonra devam etmektedir.
Söz konusu dönemde Kuveyt ve daha sonra Amman’da Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başkanlığında toplanan, İslam İşbirliği Teşkilatı ise, küresel ısınma karşısında azalan penguen neslini tartışıyorlardı.
Kur’an’daki bir sureyi (Enfal) Halepçe katliamında kullanan, Beşar Esed’ın ikiz kardeşi, beş milyon insanın ölümüne ve trilyonlarca doların Batı’nın kasalarına gitmesine sebep olan Saddam’ın bir bayram sabahı bir Kürd’ün eliyle astırılması ve o hâkimin de DAİŞ’e öldürtülmesi bölgemizin ibretlik olaylarındadır.
Batı şu anda bu süreci PKK, PYD, DAİŞ ve Şiiliği palazlanan İran üzerinden devam ettirmektedir. Tıpkı bizdeki İttihatçıların eliyle Ermenileri, CHP’nin eliyle de Şeyh Said, Zilan ve Dersim katliamlarını yaptırdığı gibi..
Batı yerine Yavuz Sultan Selim ve Kürdlerin babası lakaplı II. Abdülhamid ve onun yolundan gidenlerin yolundan gitmeliyiz. Çünkü tarih sadece tekrardır. Aksi takdirde daha çok Halepçeler yaşarız. Tıpkı Hollanda’nın Boşnak katliamı gibi…