Genç kız donuklaştırdığı bakışlarına aldırış etmeden saçlarını ağır aheste bir tarafa doğru sakince tek bölük örüyordu. Elleri ve parmakları o kadar ağır işliyordu ki bir ara hiç bitmeyecek sanmıştı. Oysa daha birkaç saat önce ne kadar neşeliydi. Sanki hayat sadece ona gülümsüyordu sıcacık sapsarı güneş gibi… Oturduğu yerden kalktı odanın içinde yürümeye çalıştı. Taşımıyordu yorgun bacakları kendisini. Adımlarını dikkatlice attı ve pencerenin yanına geldi. Gökyüzü desen desen renklerle bezeliydi belli ki “hadi gülümse hayat devam ediyor” demekteydi. Sadece bir an düşündü; evet dışarı çıkmalıydı, nefes almalıydı tazesinden, bir rüya demeliydi belkide; gözlerini açıp günaydın demeliydi kuşlara, ağaçlara, insanlara rastladığı tüm varlıklara… Elini cama doğru uzattı dantelli- boncuklarla işlemeli perdeyi avuçlarının içine aldı. Yavaş hareketlerle burnuna tuttu kokladı; ohh… Mis gibi ev kokuyordu. Aniden bir kapı açıldı gözlerinin önüne… Ürkek adımlarla içeriye girdi. Burayı tanıyor gibiydi. Birkaç adım daha attı. Annesi: “hadi sofraya ev halkı” diye çağırdı herkesi. İtiraz etmeden geçti her zamanki yerine oturdu. Annesi: “Eda hadi kızım ver tabağını çorba koyacağım” dedi. Eli tabağına gitti titreyerek uzattı. Annesi usta bir aşçı edasıyla tencere içinden kepçeyle çorbayı koydu genç kızın tabağına. Herkes gülüşüp şakalaşıyordu. Babası aynı fıkrayı bir defa daha anlatıyordu. Annesi ve kardeşleri kahkahalarla sanki ilk defa duymuşçasına gülüyorlardı. Eda ailesinin bu halini çok seviyordu. Bir ara durgunluğu babasının dikkatini çekti. “ Eda kızım hayırdır, ne oldu” dedi. Genç kız sanki bu soruyu bekliyordu. Hıçkırıklara boğuldu; o an ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Sadece ağlıyordu. Neşeli sofra bir anda buza kesmişti. Annesi geldi kızının az evvel ördüğü saçlarını okşayıp öperek; “ne oldu bir tanem, neden ağlıyorsun” dedi. Genç kız cevap vermek istiyordu fakat yapamıyordu sadece ağlıyordu. Babası yerinden kalktı yanına geldi. Tuttuğu çorba kâsesinden ellerini kendi kocaman iki elinin arasına aldı, öptü. “Babacığım, canım ağlama bak ben yanındayım” dedi. Eda’nın ellerini, tırnaklarını, avucunu okşayıp nedeyse tek tek öptü. Bir ara Eda babasına baktı. O keskin bakışlı, ihtişamlı babasının yüzü üzüntüden çökmüş, çaresizlik kaplamıştı her yanını. Genç kız başını annesinin göğsüne dayadı. Annesinin kokusu kendisinin ağıdını yavaşlatmıştı. “bebekken de böyleydi” dedi annesi, “ne zaman korksa, ağlasa beni koklar susardı” , babası “hadi canım, benim kızım babasının kokusunu daha çok seviyor. Bak yanına geldim elini tuttum sustu” . Anne ve babasının bu küçük atışmasına eda ve kardeşleri gülmeye başladı. Az evvelki sıkıntı bulutları bir anda yerini neşeye ve gülüşmelere bırakmıştı. Babası “ hadi bir tanem yemeğini soğutmadan ye. Belli ki zor bir gün geçirmişsin ne zaman istersen konuşuruz” dedi. Eda babasının bu kadar anlayışlı olmasını çok seviyordu. Başıyla onaylarcasına aşağı yukarı salladı. Ev halkı yemeğe kaldığı yerden devam etmeye çalıştı… Gece yarısını biraz geçiyordu eda yatağına yattı, uyumaya çalıştı. Fakat hava çok soğuktu. Neredeyse ortasına gelmişti mevsim nisanın ve hala kar vardı yerlerde. Yatağından kalktı, ayaklarına çorap giydi. “Şimdi ısınırım” dedi. Elini sırtına attı “off çok soğuktu” geceliği ince geldi. Çok sevdiği pembe-lila hırkasını giydi. Yatağına yattı uyumaya çalıştı. Tam uykuya dalacaktı ki insanın kulağını tırmalayan bip bip seslerini duydu. “Allah’ım bu komşular hiç mi düşünmezler uyuyan var mı yok mu diye. Sabah olunca yapsalar ya; hem ben de okulda olacağım, bu çıldırtan sesi duymayacağım. Arkadaşlarla şakalaşıp; derslerde sohbetle karışık ders yapacağım öğretmenlerimle”… “Off ya… Bu ses… Uyuyamıyorum sabahçıyım dersim varrrrr… ne olur şu zırıltıyı kesin. Zaten çok zor bir gün geçirdim” dedi içinden. Bir ara ses kesilir gibi oldu. “ohh be…” dedi , “nihayet… Hadi edaaa neredeyse sabah olacak uyumalıyım, derslerimi dinleyemem yoksa” dedi içinden. Ne kadar zaman geçtiğini kendi de fark etmemişti. Sadece dışarıdan “çabuk çabuk daha hızlı” seslerini duyuyordu. Belli ki yine komşular kavga etmişler ve polisler gelmişti. Çünkü bir ara siren sesi duymuş gibiydi. Tekrar uykuya daldı. Aniden yüzüne parlak bir ışık vurduğunu hissetti. “lütfen yaa… Söndürün ışıkları sabah dersim var” dedi yarı uykulu yarı uyanık haliyle… “ Aman bee…” bir türlü uyuyamamıştı. Ne yorucu bir gün ve geceydi bir türlü bitmiyordu. Eda insanların kırılacağını düşünüp hep içine atar kimseyle tartışmazdı. Şimdi terslese “yeter” diye bağırsa çok ayıp etmiş olurdu. Hatice teyze, Selma teyze çok iyi komşularıydı. Fakat birbirleriyle hiç geçinemezlerdi. “yine onlar mı tartıştılar” diye düşündü. Ve uykuya devam etti. Vücudunun titrediğini hissetti bir ara, çok üşüyordu. Hayret çorapları ve çok sevdiği pembe – lila hırkası onu ısıtmamıştı. Oysa giyer giymez terlerdi nerdeyse. “ Çok soğuk üşüyorum ve uykum var” dedi. İnleyerek gözlerini açmaya çalıştı. Birileri vardı etrafında ortalık zifiri karanlıktı fakat ışık direk yüzüne vuruyordu. “ Sağlık ekibi nerde” diye bağırdı kadın “çocuk çok üşüyor çabuk gelin” dedi. Koşuşturmalar vardı etrafta eda ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir ara babasının sesini duydu “ yaşıyor mu kızım yaşıyor mu” diye ağlıyordu. “nabız çok yavaş, çabuk acele edin” dedi doktor. Eda yatağının sallandığını hissetti. “eyvah yine deprem mi oluyor “dedi. Fakat yerinden kalkacak gücü yoktu. Yatağı hızla yol alıyordu. “ Allah Allah yatağım yürüyor mu ne? Yoksa bu da mı rüya …” dedi içinden. Tuhaf bağrışma sesleri duyuyordu. “nabız doktor nabız düşüyor”, “daha hızlı gitmez mi bu meret ?” Eda yolculuğa çıkmıştı ailesiyle neşeyle, sevinçle, anneannesine gidecekti İzmir’e. Arabadan zor çıkardılar sıkışan narin bedenini… “hadi prenses dayan az kaldı, hadi prenses…” bu onun duyduğu en son seslerdi. Gözlerinden akan bir iki damla yaş kaldı solan gül yüzlü renginde… Kanuni Gülcan CENGİZ Bunu beğen:Beğen Yükleniyor...