Genç adam ağustos güneşinin altında bitkin ve bir o kadar yorgun ağır aheste yürüyordu. Bu yola şehir halkı lüks cadde diyordu. Caddenin her iki tarafında çok çeşitli ve bir o kadar pahalı mağazalar vardı. Yoldan geçen insanlar onun varlığından haberdar mıydı; bunları düşünürken başını sağa sola sallıyor sağ elinin yüzük parmağıyla gözünden akan yaşları siliyordu. Kimse görmesin bu durumu küçük düşerim bir tanıyan olursa diyordu içinden. Diğer elindeki suyu istemsiz bir şekilde kaldırdı, belli ki içmek istedi. Sonra, vazgeçti. Cebindeki son kuruşla suyu aldığı aklına geldi. Adam hafif kambur öne doğru yürümekteydi. Yok, hayır aslında kambur değildi. Sadece yılların üzerine getirdiği yük vardı: babalık. Bir evin babası olmak, bir kadının eşi olmak… O bunları düşünürken beyninin içinde aynı cümleler ve mağaza şefinin sesi yankılanıyordu. “Kusura bakmayın beyefendi eleman alımımız bitti” . Ne umutla gelmişti, hatta neredeyse hiç uyumamış, hayallere dalmıştı. Uzun zamandan beri evine ilk defa sıcak ekmek götürecekti dumanı üstünde. Belki çay demleyeceklerdi tüp bitecek telaşında olmadan. Çocuklara harçlık verecekti birer ikişer sevinsin yavrular diye. Karısına çok uzun zamandan beri ilk defa o çok istediği terliği alacaktı… Artık gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Sağ elini kaldırımdaki ağaca dayadı. Ağıt artık yerini hıçkırıklara bırakmıştı. Şimdi ne diyecekti, ne söyleyecekti sevgili ailesine. “Baba hayırlı işler gelirken bana çikolata alırsın değil mi demişti küçük oğlu boncuk gibi bakan gözlerle. İyice düştü omuzları, ağlaya ağlaya yere çömeldi sırtını ağaca dayadı. Güneşin kavurucu sıcaklığı yüzüne vuruyordu. Ama o; korunmak için bile çaba göstermedi. Nice sonra ayağının birisinin yandığını hissetti. Oturduğu yerden öne doğru eğildi ve yanan ayağına baktı. Sabah evden telaşla çıkarken lastik parmak arası terlikle gelmiş, otobüsten inip iş başvurusu yapmaya geldiği yerde ancak durumu fark etmişti. Fakat ne yazık ki çok geçti. Ne bileti vardı geriye gidip evde değiştirmeye, ne de parası vardı yenisini almaya. Parmak arası terlik kopmuş ve yorgun ayaklarından çoktannn çıkmıştı… -offf canım çok yanıyor acaba teki nerde ki bu terliğin? Diye etrafına bakınıp dururken; gözüne kendine göre sağ çaprazında bir cama henüz yapıştırılmakta olan “acil eleman aranıyor” yazısını yarı okudu yarı okumadı şimşek hızıyla yerinden kalktı ve ilanın asılı olduğu mağazaya doğru koşmaya başladı. Bu onun son şansıydı belki de; kimse görmeden yetişmeliydi. Oysa cama ilan henüz yapıştırılıyordu. Ne ayağına batan cam kırıklarını, ne de sıcaktan kaynamış 1-2 yudumluk suyun ıstırabı aklına geldi. Tek düşüncesi kimse kapmadan almalıydı işi. Mağazanın kapısından heyecanla girdi. “Beyefendi bakar mısınız” demişti ki; adam soğuk, tepeden aşağı süzerek “başka kapıya kardeşim biz dilencilere para vermiyoruz” diyen ruhsuz bir ses duydu. Sanki duvara toslamıştı umutları. Bütün vücudu buza kesti. Sadece “hayır iş için…” devam edecekti ki; adam aynı ses tonu ve vurgusuyla, “biz kadın eleman arıyoruz okumadınız mı?” dedi. Genç adam kafasını sağ tarafa ilanın asılı olduğu cama doğru çevirdi. “manikür-pedikür için yetenekli bayan eleman acil aranıyor.” Yazıyordu. Nice sonra mağazanın içine baktı. Burası evet burası bir kadın kuaförüydü. Biranda ortalık karardı ne sesleri duydu ne de insanları gördü. Ortalık zifiri bir karanlık içine girdi. Elindeki su şişesinin ayağına düştüğünü bile fark etmedi. İki eliyle başını her iki taraftan tuttu. ”Yeter ALLAH’ ım artık bana acı”. Dedi iniltiyle ağıt karışık. Kuaförden ne zaman çıktı, ne zaman orada ayrıldı hatırlamıyordu. Adımlarını yalpalayarak yürüyordu. “Bundan daha kötüsü ne olabilir ki? “. İçinden. Yürüyerek evinin yolunu tuttu. Umut yarına kalmıştı. Belki daha iyi bir iş olurdu daha kazançlı. Hem kıyafetin de önemini anlamıştı. Ne olursa olsun düzgün giyinip öyle gelecekti iş aramaya. Gün iyice kararmaya başlamıştı, tuhaf ayağındaki acıyı artık hissetmiyordu. Sadece sıcaklık vardı bacaklarında, ağrı değil de uyuşmuştu sanki. Eee… Ne de olsa saatlerdir yürüyordu. Evine yakın köşe başına geldiği zaman durur kapıda oynayan çocuklarına ve onları izleyen eşine bakardı gururla. Yine öyle yaptı. Baktı ama… Ne çocuklarını ne eşini ne de evini gördü. Hava iyice kararmış mıydı ne! Hiçbir şeyi seçemiyordu gözleri. “Komşu çocuklarına bin defa şu sokak lambalarını taş fırlatarak kırmayın abiciğim, karanlıkta düşeriz demişti de dinlememişlerdi yine burunlarının dikine gitmişlerdi. Evet öyle olmalıydı. Ah ah çocukluk işte…” diye düşündü. Karanlığa gözlerin alışmasının yolunu bir yerde mi okumuştu yoksa duymuş muydu? Tam hatırlamıyordu. Neydi dur bakimmm… “gözlerin karanlığa alışması için, birkaç saniye kapatıp tekrar açması gerekliydi. Aynısını uyguladı. Hayret hiçbir değişiklik olmamıştı. Offf çok yorgundu. Evinin yolunu duvarlara dokunarak el yordamıyla bulmalı ve sıcacık evine girmeliydi. Adımlarını sürükleyerek atmaya başladı. “ALLAH ALLAH duvarlar neden bu kadar sıcak ki? “ diye düşündü. Bir ara… “Tamam, tamam kendine geliyor galiba. Beyefendi iyimi siniz? “ gibi sesler duymaya başladı. Yüzüne serpeleyerek yağan buz gibi yağmurla ayılmaya başladı. Neredeyim ben? Dedi iniltiyle. Gözlerinin önü yavaş yavaş açılmaya etrafı seçmeye başlamıştı. “şimdi hatırladım saatler evvel ayrıldığım kadın kuaförü değil miydi burası? İyi de nasıl geldim ki tekrar buraya? “ diye düşünürken; elini tutan birisinin olduğunu fark etti. Başını o tarafa doğru çevirdi. Eline kolonyayla masaj yapan o sert, donuk bakışlı ilan asan adamı gördü. Yüzünde o ilk bakışından eser yoktu. Yüzü çökmüş pişmanlık ve hüzün vardı. Genç adamın baktığını görünce “iyi misiniz kardeşim” dedi. Genç adam başını aşağı yukarı onaylarcasına “evet” dedi. “ bizi çok korkuttunuz” dedi aynı buruk sesle. Genç adam neden sonra yerde oturduğunu fark etti. Her şey daha netti kafasında, belli ki gözü karardığında yere düşüp bayılmıştı. “Ayağım hiç acımıyor “ dedi ve ayağına baktı. Orada çalışan bir kızcağız, adamın ayağına pansuman yapmıştı ve şimdi beyaz sargı beziyle yarasının üzerini sarıyordu. Yüzünde hüzün vardı kızcağızın. sanki bu durum kendine hiç de yabancı gelmemişti. Genç adamın gözünün önüne kendi küçük kızı geldi. İçini daha büyük bir acı sardı. “bir gün kendisinin durumunda olan bir başka adam ve ona pansuman yapan kendi kızı… “Offf ne kısır döngü bu” dedi içinden. Kafasını diğer tarafa çevirdiğinde bir başka genç kızı gördü. Belli ki yüzüne serpilerek gelen o yağmur tanecikleri bu kızcağızın elindeki bir tas su ve parmaklarından süzülen su damlacıklarıydı. Evet, artık çok iyi görüyordu çevresini. -Biraz daha iyisiniz değil mi dedi ilanı asan adam. “Evet” dedi kısaca genç adam. Bak aklıma ne geldi diyorum ki; siz yerlere dökülen saçları, boya kaplarını, camları ve kapıyı temizleyebilir misiniz? Bizim kızlar hem müşteri ile ilgilenip hem de bunları yapamıyor. Eee bende aynı durumdayım ve ilgilenemiyorum haliyle”. Genç adam birden sevinçle karışık hayret içerisinde “iş mi buldum şimdi yoksaaa bu da mı rüya “ dedi. İlan asan adamın aslında işyeri sahibi olduğunu anladı. İş yeri sahibi konuşmasına devam etti “ yok derseniz benim yaşım büyük, ben bunlarla uğraşamam inanın size kırılmam kardeşim”. Genç adam aynı sevinç ve telaşla “hayır hayır yaparım ne iş olursa yaparım yeter ki…” daha fazla konuşamadı hıçkırıklara boğuldu. Akşama eve sıcak ekmek götürecekti… KANUNİ GÜLCAN CENGİZ GTO GÜZEL SANATLAR LİSESİ KANUN ÖĞRETMENİ Bunu beğen:Beğen Yükleniyor...