Devlet denilen yönetim örgütlenmesinin varlığına dair ontolojik ve felsefi tartışmaların son derece derin ve çeşitli olduğunu her sosyal bilimci bilir.
Toplumsal kurumsallaşmanın şekillenmesine ilişkin de benzer bir çeşitliliğin varlığı bilinmektedir.
Sosyolojik kurumlar, devlet, din, hukuk gibi yapılar tarihsel ve toplumsal koşulların dayatmasının zorunlu bir sonucu olarak mı doğmuşlardır yoksa insanın doğasında zaten bu tarz yapıları doğuracak ve toplumu dönüştüren doğal bir potansiyel var mı? sorusu devletin, ailenin, mülkiyetin ve diğer pek çok sosyolojik yapı ve olgunun varlığı ile ilgili en kadim sorulardır.
Aslında nasıl cevap verirseniz verin, toplumsal hiyerarşinin varlığını yadsıyamayacağınız bir gerçekle karşılaşırsınız.
Tarih, toplum, doğa ve bireyler arası ilişkide mutlaka hiyerarşik bir durum söz konusudur.
Esas olan alt üst kategorinin varlığı değil, bunların hangi ilkeler çerçevesinde karşılıklı münasebetlerde bulunduklarıdır.
Sorun herhangi bir güç alanının ya da güç odağının bizzat varlığı değildir. Onu nasıl kullandığınızdır esas soru.
İşte bundan dolayı da toplumsal yapının en vazgeçilmez alt yapısı ahlaktır.
Ahlakın olmadığı bir atmosferde hiçbir cezai yaptırımla istismarları engelleyemezsiniz. Yasalar ile ahlaki dürtülerin desteği ile sorunlar kalıcı bir şekilde çözülmektedirler. İdeal toplum ahlak ile yasaları senkronize edebilendir.
Bu pozisyonun “bu dünya” için muhal olduğunu bildiğimiz halde bu ideal için yürüttüğümüz çalışmalarımızı devam ettirir ve arayışımızı her gün daha da çeşitlendiririz. İdeal olanı ararken “arılar” ve “karıncalar” gibi bir sistem kurmak isteriz. Her bir aktörün görevini herhangi bir müeyyide olmadan yerine getirmesini sağlayacak bir sistem arayışımız her zaman vardır.
İdeal olan yapıyı oluşturacak temel “değerleri” tamamen kaybettiğimiz anlarda bize gönderilen elçiler yeniden evrensel hakikatin yolunu çizmişlerdir.
Her peygamber farklı bir kavme hitap etmiş ama temelde insanlığın kutsal değerlerden uzaklaşmasını ikaz etmiştir.
İnsanlık arayışını devam ettirmektedir ve ettirecektir.
Bizim de arayışımız devam etmelidir ki insanlık tarihinin doğal akışının uzağına düşmeyelim.
Son olarak, ne kadar kusursuz bir sistem kurmayı başarırsak başaralım, alt yapısı ahlak olmayan hiçbir yapı sağlıklı işlemeyecektir.
Onun için ahlakın hukuktan, dinden ve ideolojiden önce geldiğini söylemek sanıyorum bu üç temel değere de ters düşmez.
Mazhar Bağlı