Şanlıurfa İmam Hatip Lisesinde (1981-1987) talebe iken nakil ile Samsun’dan bir meslek dersleri öğretmeni geldi bizim okula. Ahmet Çakır. Son derece otoriter, kendine ait üslubu olan, lafını esirgemeyen ve yeri geldiğinde siyasi duruşunu ve tercihini söylemekten asla çekinmeyen birisiydi. Kalender birisi. Hatta biraz fazla delikanlı idi. Tabi bu tür kişileri doğal olarak gençler çok daha severler. Ki ben de kendisini çok severdim. Urfa’ya yerleşti ve geçenlerde de vefat etti. İlk geldiği derste bize çok kısa kendisinden bahsetti ve beni buraya Fethullahçılar sürgün etti. “Ben gördüm, siz siz olun bunlara asla güvenmeyin ve sırtınızı dönmeyin” demişti. Ne gördüğünü bize anlatmadı ama çok kızgın olduğu her halinden belliydi. Ki bir daha da bu konulara hiç girmedi. Daha çok kendi duruşunun gerekçelerini paylaşırdı. İlk konuşmasında Fethullahçılardan bahsederken en çok vurguladığı ve altını çizerek dikkatlerimizi çektiği konu bu yapının toplumda (onun ifadesi ile) gizli bir mikrop gibi yayılma eğiliminde olmasıydı. Son cümlesi ise adeta bugünü görerek söylenmiş gibiydi, sakın ola ki alnı secde gören insanlardır deyip işin ciddiyetini ihmal etmeyin. Bunlar asla sizi aldatmasın. Aksine bu yapı kişilerde öyle büyük tahribatlar yapar ki tam bir beyin yıkama operasyonudur, ne doğru dürüst oturup konuşabileceğin, diyalog kurabileceğin insani bir imkan bırakırlar ne de dini Mübin’i İslam’ı anlayacak bir akıl, bunların hiç temas etmediği insanlar, dini bilgileri paylaşmak için de gündelik hayatın gerektirdiği iletişimi sağlamak için de çok daha sağlıklı kişilerdir” demişti. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda ne yazık ki Ahmet hoca yerden göğe kadar haklıymış. Sahi bu Gülencilerin hangi kriter ve sabit değere bağlı olduklarını bilen var mı? Ben gerçekten bilmiyorum. Ele geçirdikleri her şeyi araçsallaştıran bu mekanizmanın benimsediği ya da kabul ettiği evrensel ortak bir kutsal ya da ilke yoktur. Kendi doğruları ve ezberlediği cümleleri dışında hiçbir referansa itibar etmezler. Hiçbir sabitesi, hiçbir evrensel ilkesi olmayan bir mekanizmaya sahip olduklarına inanıyorlar. Lütfen her kes kendi kendisine çok basit şu soruyu sorsun ve cevabını versin: Bu çetenin kendileri ile ilişkili olmayan herhangi bir muhabire, din adamına, akademisyene, polise, hukukçuya, öğretmene, okula, devlete ya da dine v.s. itibar ettiği vaki midir? Ben hiç görmedim. Güvenilmesi ve itibar edilmesi için illaki kendi elemanları olması gerekir. Zaten bundan dolayı da tüm kamu kurumlarına kendi elemanlarını yerleştirdiler. Peki nasıl olur da dünyanın tamamı yanlış üzre oluyor da sadece ve sadece bu grup mutlaka hakikatin yanında yer alabiliyor? Kendisini hakikatin tek temsilcisi olarak görmek sadece akait açısından sorunlu değil, aynı zamanda toplumsal olarak da son derece tehlikeli bir duruma, kanlı bir faşizme işaret eder. Ki faşizm ile şeytan arasında ki illiyet rabıtası da buradan gelir. Şeytan kendisi ile öteki (Hz. Adem) arasında özsel bir ilişki kurmuştu. Doğru olan “ben”im demişti. Niçin bu grubun her aktörü her cümlesinde gayri ihtiyari bir biçimde ve herdaim: “göreceksiniz”, “ahirette cehennemdesiniz”, “gerçekler gün yüzüne çıkacak”, “hakikatler bir bir gün yüzüne çıkacak”, “doğru olan biziz”, “gelin yeminleşelim” deyip duruyorlar. Sanırsınız ki kimsenin bilmediği gizli bir vahiy kendilerine geliyor. Bu ifadeler ve psikoloji öyle gösteriyor ki bunlar galiba rüyalarına giren herkesi haşa peygamber sanıyorlar. Üstadım İmam Gazali der ki: rüyada gördüğün kişi sana şeriatı emrediyorsa ya melektir ya da peygamber, şeriatın dışında bir telkin veriyorsa ya nefsindir ya da şeytan.
Mazhar Bağiı