Bugüne kadar herhangi bir kişiyi doğrudan muhatap alan ya da konu edinen yazılarım çok azdır. Eleştiri, polemik ve atışma çok özel bir yetenek ister. İyi takip etmek, ironiyi bilmek ve aynı zamanda bu tür işlere tahammül edecek bir sabır sahibi de olmak gerekir. Oysa ben bu işlerin adamı değilim. Şahsıma hakaret edenleri bile çoğu zaman Allah’a havale etmeyi tercih ederim. Akademisyen olmanın da verdiği titizlikle kişilerle ilgili yazılardan kaçınmışımdır. Kaldı ki bu anlamda kendisi belki benden haberdar değil ama çok severek ve hayranlıkla izlediğim bir polemik ustam da var. Ahmet Kekeç. Ben üstad Kekeç’ten daha iyi yazamayacağıma göre onu okumam çok daha doğru olur. Efendim konuyu Zaman yazarı, eski İslamcı, şimdi Gülenci vaktiyle sayın başbakandan ihale ve menfaat dilenen bizim camiada hayli meşhur olan kişi Ali Bulaç’a getirmek istiyorum. Dün Zaman gazetesindeki köşesinde “Filistin için ağla, İsrail’le iş tut!” başlıklı yazısına değinmek istiyorum. Her kes istediği yazıyı yazabilir, konuyu tabi ki savunabilir. Kimsenin fikrine bir itiraz edilmesi taraftarı değilim. Ancak burada daha önce bu ülkenin muhafazakar camiasındanmış gibi davranıp sonra da kendisine yeni bir mevzi edinince buraya küfretmeye başlaması bu mahalleden birisi olarak bir iki kelam etmek gerektiğini düşündüğümden yazdım. Yoksa sayın Bulaç istediği kadar Pensilvanya’ya gidip her kez biat yenileme ayinine katılabilir. Kimsenin buna bir rezerv koyma hakkı yoktur. Aslında sayın Bulaç’ı bizim kamuoyu yakından bilir ve tanır. Ben de kendilerini tanırım. Üstelik kimler için hangi amaçla ve nasıl stratejik hamlelerle siyasi ikbal devşirmeye çalıştığına da şahit olmuşluğum vardır. Şu an birlikte olduğu grubun bir kurşun askeri için herkesin içinde “ajan” dediğini de duymuşluğum vardır. Üstelik kendisinin haberi yoktur ama benim sosyoloji okumamda da çok büyük katkısı vardır. Gençliğimizde Ali Bulaç, muhafazakar camianın gelecek inşa etme çabasında sosyal bilimlere, özellikle de sosyolojiye ne kadar ihtiyaç duyduğunu somut olarak gösteren bir rol model idi. Diğer sosyologlara olan hayranlığımız ile harmanlanan bu sevgi onu gönlümüzde çok önemli bir yere oturtmuştu. O da bu gönlümüzdeki yere yerleştikten sonra içerden karnımızı deşmeye başladı. Bu karın deşme ve dejenere etme işini son derece bilinçli yaptığına artık kesin kani oldum ve bu yazıyı da bunun için yazıyorum. Efendim Gülenist eşkıyaların kendisine sağladığı bilgi ve maddi imkanlarla köşesinden Müslümanlara yönelik özel operasyonlara devam ederken artık tahammül edilemeyecek bir noktaya geldi. Son yazısında Türkiye’nin İsrail’’e çok kritik destekler verdiğini ve İsrail’in de bu destek sayesinde (neredeyse 1946’dan beri yapılan tüm) hunharca katliamlar yaptığını iddia etmektedir. Sayın Bulaç’ın iddia ettiği destekler özetle şunlar, a. Türkiye İsrail’in OECD üyeliğine yönelik veto’yu kaldırmıştır. b. BM nezdinde İsrail’in nükleer varlığı tartışılmasını Türkiye çekimser kalarak onaylanmasını sağladı. c. Türkiye, İsrail’in NATO bünyesindeki Akdeniz Grubuna katılmasına onay verdi. Ali Bulaç bu bilgilerin bir kısmını Doğu Perinçek’in Ulusalcı Aydınlık grubundan, bir kısmını Ulusolcu-Kemalist Oda Tv’den ve bir kısmını da Pensilvanya Terör örgütünden elde ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü her bir iddiayı birisi dile getirdi. Hani hatırlar mısınız medya ile ilgili konularda hep derdi ya “haber kaynağı” önemli. Gerçekten de haber kaynağını nasıl önemsediğini bize bizzat hayatı ile göstermiş oldu. Her konuda karine peşinde koşan, ya da koştuğunu iddia eden sayın Bulaç’ın bu konuda bir çaba gösterdiğini düşünmüyorum, yaslandığı ya da birlikte olduğu bu yeni partnerlerine sonsuz güveniyor. neden olmasın ki? Her ihtiyacını karşıladıklarına göre bilgi kaynaklığı da etmiş olamazlar mı yani? Her şeyden önce şunun altını çizmek gerekir ki hepimiz de biliyoruz ki İsrail’in bu coğrafyadaki varlığı bölge ülkelerinin iradesinden tamamen bağımsızdır. Egemen batılı güçlerin hinlik olsun diye Müslümanların kalbine sapladığı zehirli bir hançerdir. Desteğini, gücünü ve meşruiyetini bölge ülkeleriyle kurduğu diplomatik ilişki ya da onay üzerinden almamaktadır. İsrail, İsrail değildir. Amerika’dır, Avrupa’dır, Rusya’dır. İsrail’e asıl desteği veren ABD’dir. Gülencileri rahatsız etmemek için bugüne kadar bu ülkeye tek söz dahi söyleyemeyen sayın Bulaç, bu katliamları da sayın başbakana yıkmak için son derece pervasızdır. İkincisi ve en önemlisi İsrail bu coğrafyada 1946’dan beri hunharca katliamlar yapmaktadır. İlk kez Türkiye’de politikalarını beğenmediği bir siyasi irade var. Bunu da açık açık dile getirmektedir. Rahatsız olmasının nedeni herhalde ona katliam yapmak için her türlü destek verdiği içindir. İlginç bir ülkeymiş bu İsrail demek ki. İddialara gelince, Ali Bulaç’ın yazısında ince bir dokunuşla hakaret ettiği Genel Başkan yardımcısı sayın Hüseyin Çelik dün parti adına İsrail-Türkiye ilişkileri ile ilgili tüm iddiaların cevabını içeren yazılı bir açıklama yaptı. Arzu edenler partinin web sayfasından tam metne ulaşabilirler. Sayın Bulaç’ın dile getirdiği hususlara gelince: a. Türkiye, İsrail’in OECD üyeliğine onay vermiş değildir. Türkiye, OECD’nin yeniden yapılandırılması ve genişlemesi kapsamında yapılacak olan müzakerelere onay vermiştir ki bu müzakerelerin konusu doğrudan İsrail de değildir. b. Türkiye, İsrail’in nükleer gücünün varlığını onaylayacak herhangi bir müzakereye veya meşrulaştırılmasını sağlayacak bir tutuma asla onay vermiş değildir. Zaten İsrail 1957’den bu yana UAEA üyesi olup, UAEA nezdinde herhangi bir coğrafi grup içerisinde yer almamaktadır. İsrail, “Batı Avrupa Grubu” üyesi ülkeler nezdinde girişimde bulunarak, Ortadoğu ve Güney Asya Grubu’na giremedikleri cihetle, “Batı Avrupa Grubu’”nda temsil edilmeyi arzu ettiklerini ifadeyle destek talep etmiştir. Ülkemiz İsrail’in girişimine olumlu yaklaşmamaktadır. “Batı Avrupa Grubu” bünyesinde bu konuda bir uzlaşma oluşmadığından konu Ekim 2014’e ertelenmiştir. c. Türkiye’ İsrail’in NATO bünyesinde kurulan Akdeniz Grubuna katılmasına onay vermiş değildir. Külliyen yalandır. NATO’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da istikrara katkıda bulunmak amacıyla 1994 yılında tesis ettiği Akdeniz Diyaloğu isimli ortaklık çerçevesine İsrail 1995 yılında katılmıştır. Bu çerçeveye halihazırda İsrail’le birlikte Fas, Cezayir, Mısır, Ürdün, Tunus ve Moritanya da dahildir. İsrail’in NATO’ya üye olarak alınması ise hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. İsrail’in Gazze’ye insani yardım konvoyuna 31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda gerçekleştirdiği ve 10 vatandaşımızın hayatını kaybettiği saldırı üzerine Türkiye, Akdeniz Diyaloğu kapsamında NATO’nun münhasıran İsrail’le askeri işbirliği yürütmesine veya İsrail’in böyle bir NATO faaliyetine ev sahipliği yapmasına asla onay vermemektedir. Son olarak kendilerine kıt aklımla birkaç minik tavsiyede bulunmak istiyorum, sayın Ali abi, eğer sizin bir sonraki yazınız “İsrail, Kürecik radar üssünden elde edilen istihbarat bilgileri ile Gazze’yi bombalıyor” konusunda olmazsa işiniz çok zor. Haberiniz olsun. Malum sizi de dinlemişler ve hala bu taraftaki akvaryumun balığı olabileceğiniz konusunda Pensilvanya’nın ciddi endişeleri var. Benden eski bir dost tavsiyesi. İşinizi riske etmeyin hazırlıklara başlayın. Ha bu arada bavulcuyu aramayı ihmal etmeyin, işleri organize eden belki de odur.
mazhar bağlı