Geçen hafta Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu aradı, daha önce yapmış olduğum töre cinayetleri ile ilgili araştırmamın sonuçlarını teyit eden bir kitap önerdi.
Sanıyorum yürümenin güçlüğünde birisinin insanın elinden tutması tam da budur. Ertan Özensel hocamla birlikte yapmış olduğumuz araştırmada töre ve namus cinayetlerinin analiz edilmesinin sanıldığından daha karmaşık ve zor olduğunu, salt feminist bir çerçeveden bakılarak okunmasının ve dahi engellenmesinin imkânsız olduğunu gördük.
Özellikle “namus” kavramının günümüz modern yaşamı içinde anlamsız bir değer gibi konumlandırılmasının bu alana ilişkin okumaları mahkûm ettiğini ve son derece seviyesiz bir sığlığa neden olduğunu söyleyebilirim.
Dahası bu yorumu yaptığımız her cümlenin arkasından da mutlaka işlenen bu hunharca cinayetleri lanetlediğimizi söylemek durumunda kaldık. Cinayeti onaylamadığımızı vurgulu bir şekilde dillendirip kendi meşruiyetimizi deklere etmemizin istenmesi bile bu alanda nasıl bir yargının var olduğunu gösterir. Normal akli melekeleri yerinde olan bir insandan ayrıca hunharca işlenen bir cinayeti onaylamadığını talep etmek nasıl bir mantıktır doğrusu anlamış değilim.
Sayın Barbarosoğlu’nun önerdiği Kitap, değerli meslektaşımız Prof. Dr. Unni Wikan’ın İsveç’te namus cinayetine kurban giden Fadime Şahindal’ın hikayesini konu edinmektedir. “Fadime’nin Onuruna Cinayet ve Utanç” adlı kitap bu konuda şimdiye kadar görebildiklerimin en iyilerinden birisidir. Tabi bu alandaki tüm bir literatüre haksızlık etmek istemem ama bu sorunu anlamanın zorluğu çoğu zaman objektif olabilmeyi engellemektedir. Bayan Wikan konuyu “mahremiyet” ve “namus” ekseninde ele alarak bizi son derece karmaşık ve kadim sorunları içeren bir alana sürüklemektedir. Ki bence doğrusu da budur zira konu son derece karmaşıktır. Belki de bu alandaki ilk açmaz da bu kadar çetrefilli olan bir konunun son derece basit bir çerçeveye oturtulmuş olmasıdır. Bir babaya evladını öldürtecek kadar vazgeçilmez olan bir duyguyu anlamaya çalışmak kolay bir iş değil ama anlamak durumundayız. Meşrulaştırmak için değil. Onay vermek için de değil. Yazar, İsveç’te 20 yıl civarında kalmış bir ailenin hala birçok geleneksel değerden arınmamış olmasını anlamaya çalışırken katil baba ile kurban kız arasında duygusal olarak gidip gelişler yaşadığını ve kimi zaman babanın yanında yer alabilecek durumların da gerçekleştiğini söyleyerek kendi kendisini de sorguluyor. Namus cinayetleri ülkemizin de en temel sorunlarından birisidir. Bu sorunu önce detaylı bir şekilde anlamak ondan sonra da çözüm projeleri aramak gerekir. Konuyu anlama talebinin normalleştirme isteğinin bir yansıması olarak etiketlemenin bu işi en çok zorlaştıran yönlerden birisi olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Batılı okuma biçimi üzerinden bu konunun analiz edilmesinin kolay olmayacağı biliniyor çünkü batı düşüncesi insana dair ilk önermeyi toplumsal ve tarihsel koşulların oluşturduğu iddia edilen temel soyut-metafizik “değer” bağımsız bir noktadan bakarak kurar. Bu önerme doğal olarak bizi rasyonel olmayan alanlarda hep boşlukta bırakır. Son olarak bu coğrafyada yaşayıp bu toplumdaki temel değerleri ve düşünceleri okumaktan aciz kişilerin varlığı moral bozucu olsa da her zaman hakikatlerin peşinde koşan birilerinin var olduğu gerçeği insana umut vermektedir.
Mazhar Baglı