GİTTİKÇE ARTIYOR YALNIZLIĞINIZ..
Yıllar önce, yanılmıyorsam Haziran 2007 seçimlerinden birkaç gün önce Gaziantep İstasyon Meydanı’nda düzenlenen AK Parti Mitingindeki muhteşem kalabalığın arasındaydım o gün.
O gün “Uzun Adam”ın yakın akrabası gazeteci bir dostla uzak bir köşede duruyoruz. Dostum bir ara gözleriyle sahneyi göstererek “Ne düşünüyorsun abim hakkında” diye soruyor. Bakışlarımı kendine özgü jest ve mimiklerle kalabalığa seslenen dönemin Başbakanı’na mıhlıyorum adeta. Ve kelimeleri özenle seçerek;
“Kalabalıklar arasında bir yalnız adam!.” diye mırıldanıyorum.
“Nasıl yani?” diye soruyor sevgili dostum. Nasılını izah ediyorum örnekleriyle.
“Bakma meydanları dolduran milyonlara. Meclise, yerel yönetimlere ve parti yönetimine taşıdığı yüzler, binler, onbinler de yanıltmasın seni!.. Reis yalnız!.. Bir başına.. Allah rızası için bir seveni, dostu, arkadaşı yok yanında. Ya da kendisi yanında istemiyor kendisini gerçekten seven dostlarını..” mealinde birkaç kırık ve buruk cümle dökülüyor dudaklarımdan.
Hemen sonrasında kalabılğa karışarak İstasyon Meydanı’ndan İncilipınar’a, Haydar Kaya’nın şimdi yerinde yeller esen mekana giçiyoruz. Çay, kahve ve nargile eşliğinde sürdürüyoruz sohbetimizi.
Cuma selamlığına dair dağırcığımda ne varsa döküyorum ortaya.
“Cuma Selamlığı; cennet mekan Sultan Abdülhamid Han’a bombalı suikaste teşebbüs gibi kara bir lekeyi taşısa da; tarihimizin muhteşem Osmanlı Çağları’na ait bir gelenek.. Osmanlı sultanlarının cuma namazlarına gidiş gelişlerinde yapılan gösterişli merasim” diye giriyorum söze. Devamında:
Cuma Selamlığı’nda askerî, mülkî ve ilmiye sınıfından pekçok kimse hazır bulunduğunu; Müslüman İstanbulluların camie açılan cadde ve sokakları hıncahınç doludurarak; “Padişahım çok yaşa!..” haykırışlarıyla sultanlarını karşıladıklarını.. Namazdan sonra; her sınıf askerden meydana gelen birliklerin, padişahın önünde resmi geçit yaptığını.. anlatıyorum. Halkın arasında yer alan ve sadece bu iş için görevlendirilen küçük bir kul taifesinin de
“-Mağrurlanma padişahım senden büyük Allah var!..” nidalarıyla yeri-göğü inleterek “Padişahım çok yaşa”cılara karşılık veridiklerinin ve temsili de olsa, sultanlarına itiraz edemeyeceği ince bir ayar çektiklerinin altını çiziyorum.
Ferasetli dostum, ziyadesiyle anlıyor anlatmak istediğimi.
“-Yani abimin etrafında; ‘Mağrurlanma başkanım senden büyük Allah var’ diyecek veya diyebilecek kadar yürekli bir dostu, sevdiği, arkadaşı ve yoldaşı yok demek istiyorsun!..” diyor.
“- Keşke tek eksiği bu kadar olsa dostum. Bunların yanı sıra Cuma hutbesini irad ederken,“Ey insanlar! Beni dinliyor musunuz?” diye soran Hz. Ömer gibi bir halifeye “Dinlemiyoruz!..parça parça dağıttığın kumaştan senin üzerinde elbise var, fakat biz elbise yapamadık” diye hesap soran Selman-ı Farısi gibi bir cesur insan yok!..” diye devam ediyor, ve:
“- Keşke tek eksiği bu kadar olsa kardeşim!.. Arkasında namaz kıldığı; Peygamber makamında okuduğu hutbede; ruhları rüşvet, adam kayırma, kıyım, sürgün, bağış ve ceza adı altında alınan haraçlarla servetine servet katan yol arkadaşlarının gözlerinin içine bakarak; "Altın ve gümüş depo edip Allah yolunda harcamayanlara elim azabı müjdele..." mealindeki ayeti hatırlatacak imanlı bir imam efendi de yok abinin yanında.” Diye noktalıyorum söyleyeceklerimi.
Şimdi gerçekten ve yürekten üzülerek söylemek durumundayım ki;
On yıl önce “Kalabalıklar arasında bir yalnız adam!.” diye tavsif ettiğimiz; Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu’ndan dönem arkadaşımız Sevgili Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla oturduğu Beştepe’deki 1500 odalı sarayda 10 yıl öncesine nazaran daha yalnız ve tek başınadır.
Yaşar Duru