Mekan Kültürümüz: (4)
ÇADIRA SIĞDIRILAN DÜNYA..
Dışarıdan bakıldığında, gerçekten de “tek göz oda” gibi görünen keçe çadırlar, kullanım amaçlarına göre; sökülüp takılması ve taşınıp toplanması kolay hafif malzemelerle bölünüp şekillendirilerek kalabalık bir aileyi barındıracak yaşama mekanı haline getirilebilir. Bozkırlı Atlı Göçebelerin Çadırları kullanım amacına göre üç bölüme ayrılır.
ORTA MEKAN:
Bu bölmelerin başında; günün ve hayatın akışına göre, taşınabilir araçlarla işlevsellik kazanan ve geleneksel Türk evlerinde sofaya dönüştürülen; hayatlı taş evlerdeki eyvan ve hayatın işlevlerini üstlenen dairesel orta mekan vardır.
Orta mekanın merkezinde ataş yeri ve korluk diye de adlandırılan ocak bulunur. Ocak, eski Türk dininde kutsal mekanlardan sayılır.
Ateş tıpkı hava, su ve toprak gibi ve aynı zamanda hayatın olmazsa olmazlarından biri olarak kabul edilir. Bugün hala kullanmakta olan “ocağı sönmek“ veya “ocağına incir ağacı dikmek” deyimleri, ocağa yüklenen kutsallığın ıslamiyetten sonra da devam ettiğini gösterir. Ocak aynı zamanda soyun devamının da simgesidir.
Bu inançladır ki, evin küçük oğluna ocağın sürekliliğini sürdürecek olan anlamında, ot tiğin denir. Ot Tiğin evlendiğinde; baba ocağında yaşamak zorundadır, asla ayrı çadır kuramaz,
Çadırın “tünlük” denilen tepe keçesinin ocağın üstüne gelen kısmı açılıp kapatılabilecek biçimde düzenlenir. Böylece hem ocak yakıldığında dumanın çıkacağı bir baca oluşturulur, hem de sıcak yaz gecelerinde iç mekanın hava alması sağlanır.
Erken dönemlerde çıplak bırakılan toprak zemin, mangal ve maltız gibi taşınabilir ısıtma elemanlarının kullanılmaya başlanması üzerine, mevsim koşulları ve ailelerin ekonomik gücüne göre hasır veya kilimle kapatılır.
Eski Türklerin toprağa, havaya, suya, ateşe ve doğaya karşı gösterdikleri bu yakın ilgi, bazı zorunlu değişimler geçirerek günümüze kadar devam eder. Evlerimizi güzelleştiren halı, kilim ve perdeler ile odalarımızı ve yataklarımızı süsleyen renk renk, motif motif çarşaf ve örtüler renkleri ve desenleriyle hep toprağı, havayı, suyu, ateşi ve doğayı hatırlatır. Örtü ve yaygılarda düz renklerin kullanılmaması bu geleneğin günümüze yansıdığının göstergesidir.
HİZMET BÖLÜMLERİ:
Çadırın girişinde, sağ tarafta orta alandan “çit” ya da “çığ”la ayrılan yiyecek deposu bulunur. Türk evi kilerinin ve zahire damlarının prototipi olan bu bölmede at derisinden yapılmış kımız tulumu, kurutulmuş et, peynir gibi yiyecek ve içecekler saklanır.
Girişin hemen soluna, binek hayvanlarının eyer-koşum takımlarının üzerine konulduğu kanatlar ve ayaklar yerleştirilir. Bu bölmenin değişen koşullara göre farklı amaçlarla kullanılması da her zaman mümkündür.
Girişin tam karşısında, ocağın arkasında; arpa, buğday gibi tahılların saklandığı çuvallar; iç çamaşır, elbise, takı ve benzeri değerli ve mahrem eşyaların korunduğu sandık ve gündüz kaldırılan yatak, yorgan, yastık, çarşaf, sergi, ve yaygıların konulduğu “tör” denilen yüklük bölümü vardır. Geleneksel Türk evlerinde ahşap dolap kapaklarıyla yabancı gözlerden kaçırılan bu bölme, kilim, keçe veya halı gibi örtülerle kapatılır.
YAŞAMA BÖLÜMLERİ:
Çadırın orta mekan ve kullanma alanları dışında kalan bölümü; oturmak, dinlenmek ve yatmak amacıyla taşınabilir ahşap malzemelerle zeminden 20 santimetre kadar yükseltilir. Bu şekliyle uzun yıllar Türk evi odalarında da aynı amaçla kullanılan; sedir, kerevet ve taht gibi değişik adlarla anılan döşemenin üzeri, ailenin ekonomik durumu ve mevsim şartlarına göre belirlenen örtülerle kapatılır.
Bu bölümün girişe göre sağda yer alan kısma evin büyüğünün, yani aile reisinin yatağı açılır. Hemen yanında da ok, yay ve kılıç gibi silahlar ile günlük giysilerin ve her an kullanılması gerekebilecek değerli eşyaların asıldığı demir bir kazık dikilir.
Aileler erkek çocukları evlendirdiğinde ya da kızlarını gelin edip içgüveyi aldıklarında aynı çadırda bir arada yaşamaları zorlaşır. Böyle durumlarda; ailenin ekonomik gücü yeterliyse genç çiftlere yeni bir çadır kurulur.Yoksul ailelerde ise, aile reisinin karşısındaki bölme damat ve geline ayrılır.
Ancak bu yerleşim düzeni, mekanın özelleşmesi anlamına gelmemekle birlikte, mahremiyetin korunması açısından önem taşır. ıkinci aileye ayrılan bölme, yatma zamanı çit, kilim veya keçe ile perdelenerek iki ayrı yatak odasına dönüştürülür.
A-) Eşiklik :
Türkler tarihlerinin her döneminde ve mensup oldukları bütün inanç sistemlerinde çadır ve evlerinin eşiklerini kutsal mekanlar arasında sayarlar.
Eşiğe oturmak iyi sayılmaz; oturanın başına bir kötülük geleceği, iftiraya uğrayacağı ve çarpılacağı inancı da hayli yaygındır. Yabancı birinin eşikte dikilmesi, ev sahibinin büyük bir felakete uğramasını istemek; eşiğe dokunması ise, ona önem vermemek anlamına gelir.Evlerin, odaların ve çadırların eşiğine mavi boncuk, nal, kurt dişi gibi takıların bugün bile asılıyor olması, yüzyıllar öncesinden gelen inançların sonucudur.
Çadıra sol ayakla girmenin uğursuzluk ve bir terslik getireceğine inanılır. O yüzden eşiğe ilk sağ ayağın atılmasına dikkat edilir.
B-) Banyo/Mutfak
Türk evindeki tuvalet ve banyo gibi hizmet alanları yaşama çevresi ve mevsim koşullarına göre genellikle dış çevrede görülür. Sıcak mev simlerde mutfak, ocak ve sofra da dış mekana taşınır.
Arkeologlar Tanrı Dağları eteklerinde; Göktürklerden kalma kerpiç veya taştan yapılmış “Kuytu” denilen küçük kulübelerin izlerine rastlarlar.
Kalıntılar arasında bulunan ocak, mutfak eşyaları ve tulum gibi ev araçları ile ağaç tas, çanak ve çömleklerden kuytunun genellikle mutfak olarak kullanıldığı, kış aylarında da çitlerle ayrı bir banyo bölümünün eklendiği anlaşılır.
Aralarında kan birliği bulunan ailelerin veya aynı ailenin sahip olduğu çadırların ara sındaki alana ve oluşturdukları kümeye avul denir. Türk evlerinin dış mekanlarına verilen “avlu” adı da bu sözcükten kaynaklanır. 16. Yüzyıla doğru Anadolu’da özgün kimlik kazanan Türk evlerinin “hayat”, “bahçe” ve “avlu” adıyla anılan açık ortak kullanım alanları, göçebe obala rındaki avuldan başka birşey değildir.
Birden fazla ailenin bir arada yaşadığı çadırların oluşturduğu avullar da “oba” olarak adlan dırılır. Her obanın uymak zorunda olduğu genel bir töre ve kısmen özel kurallar vardır. Ailelerin toplum içindeki konumlarına göre çadırlarını nereye kuracakları önceden bellidir. Bu yerleşme düzenine “orun” denilir.
Yaşar Duru