Gerek Urfa ve gerekse Urfa ölçeğindeki taşra şehirlerinde; günün 24 saatinde “Çarşı Hamamı” olarak adlandırılan ve sadece erkeklerin yıkanmalarına mahsus erkek hamamlarına rastlanmaz.
Erkekler; genellikle yatsı saatlerinden ertesi günün kuşluk vakti öncesine kadar, umuma açık “hamam”ları kullanabilirlerdi.
Özellikle; içinde birden fazla ailenin barındığı ve “hamam” veya odalarında “çimecek” bölümü bulunmayan evlerde yaşayan yetişkin erkekler; sabah ezanının okunacağı saatlere doğru sessizce hamamın yolunu tutar; ya tepeden tırnağa vücut temizliğini yapar ya da gusül abdesti alır; sabah namazını hamamın “soğukluk” bölümünde eda eder, doğruca işlerinin başına giderek ruhen ve bedenen teizlenmiş olmanın huzuru içinode yeni bir güne başlarlardı.
Yıkama eylemi için gerekli herşey “hamam”cı tarafından karşılanırdı.
Kadınlar gibi evlerinden veya dışarıdan “futa/havlu”, peştemal, hamam leğeni, tas, sabun, kese, lif, bohça, sergi ve istenmeyen tüyleri temizlemede kullanılan ilaç veya alet getirmezlerdi. Beraberlerinde yıkandıktan sonra giyecekleri iç çamaşırlarını getirmeleri yeterdi.
Erkekler, aile bireyi hemcinsleri dışında, hiç kimseye kese-lif yaptırmaz, saçlarını veya vücutlarını yıkatmazlardı. Bu işleri, çevrelerinde pervane gibi dönen tellaklara bırakır; kimselere elletmedikleri bedenlerini, göbek taşında keseciye, kurna başında tellaklara emanet ederlerdi. Müşterilerinin yıkanma eylemini hangi sırayla ve nezaman yapacaklarına tellaklar karar verirlerdi.
Hamamlarda göbek taşı, terleyerek vücut yumuşatmanın yeri olduğu kadar hoş sohbetlerin mekanı, herkesi ilgilendiren sorunların konuşulup tartışıldığı bir platformdu. Deyim yerindeyse; 50 yıl öncesine kadar nüfusu 50 binlerde seyreden Urfa’ya dair, hiçbir gazetene yer bulamayan yerel haberler, göbek taşı veya kurna başı sohbetlerinde dillendirilir, yorumlanır, “işin icabı”nın ne olacağı tartışılır ve tedbirler aranırdı.
Yıkanma işlemi bittiğinde müşterisini Urfa Ağzı’nda “futa” olarak adlandırılan ve mis gibi sabun kokan üç parça havlu ile sarıp sarmalak; soğukluk bölümüne geçtiğinde saçlarını kurulamak, alnına masaj yapmak, ceketini tutmak, ayakkabılarını parlatmak, suyunu ve tavşan kanı çayını yetiştirmek tellakların asli görevlerindendi.
GÜVEĞİ HAMAMI :
Erkeklerde, “doğum” ve “gelin” hamamı diye adlandırılan adetlere benzer “Güveği Hamamı” geleneği vardı. Ki bu gelenek hamamların birer birer kapandığı günümüzde bile Urfa gibi Anadolu’nun birçok yöresinde hala bütün canlılığı ile yaşanmakta ve yaşatılmaktadır.
Güveği/damat, gerdeğe girdiği gecenin sabahında ve erken saatlerde akraba ve arkadaşları tarafından evinden alınarak hamama götürülür. “Güveği Hamam”ından önceden haberdar edilen hamamcı, damadın, ailesinin ve kayınatasının sosyo-ekonomi statüsüne göre değişen bir tören hazırlar. Soğukluk bölümünde damadın oturacağı, zeytin dalları ve çiçeklerle süslü bir taht hazırlar. Hamama davet edilen misafirler yıkanıp çıktıktan sonra damat da yıkanarak yine bu tahtta oturur. Arkadaşlarının, o anda hamamda bulunan diğer müşterilerin ve hamam çalışanlarının kutlamalarını kabul eder.
Damadın arkadaşlarından biri “Hamam yimegini ben yapıyam” diyerek hamama gelen misafirleri yemeğe davet eder. Yemeği yapan kimsenin evinde toplanılır ve yörenin yemeklerinden olan mevsimine göre patlıcanlı, domatesli, elmalı, yoğurtlu kebaplardan yapılır. Üstüne de tatlı olarak yine kadayıf ikram edilir.
Yemekten sonra arkadaşları, yakınları, damadı evine götürürler. Kendileri de işlerinin başına dönerler. “Gelin” ise aynı gün kocası başta olmak üzere kayınbabasına, kaynanasına, kaynına, görümcesine çeşitli hediyeler verir. Buna çeyiz günü denir.
§
Hamamda gerçekleştirilen bu tür törenler, hamamda yıkanmayanlar için çok cazip görünse de, erkekler için mekanı asıl cazip kılan “hamam teyfi” kavramı altında toplayabileceğimiz bir dizi etkinliktir.
Televizyon ve benzeri iletişim araçlarının bulunmadığı yıllarda Hamamlar; yetişkin erkeklerin ve büluğ çağındaki erkek çocuklarının yıkanma veya gusül abdesti alma yeri değildi sadece. Bu işlevlerinin yanı sıra, aynı zamanda erkekler için yenilip içilen, türküler-hoyratlar söylenen birer eğlence merkeziydiler.
Uzun kış gecelerinde yatsı namazını müteakip başlayan “hamam keyfi” ya da “hamam sefası” ritmini aksatmadan sabah ezanı okununcaya dek devam ederdi.
Hamam Keyfi’nin olmazsa olmazları vardı Urfa’da.
Kalaylı bakır leğen, yeteri kadar bulgur, et taşında tokmakla döülerek macun haline getirilmiş çiğköftelik et.. “frenk suyu/dometes salçası”, “isot reçeli/biber salçası” ev de yapılmış acı isot, tuz, biber, çeşitçeşit baharatlar.. çiğköftenin “hışır/takıs”ı kuru ve taze soğan, maydanoz, nane, kuzu kulağı, su yarpuzu, hardal, domates, “has/marul” ve sair mevsim yeşilliği..ıslatılarak yumuşatılmış sac ekmeği ve portakal, elma, nar gibi mevsim meyveleri. Bir de, Urfa’nın en ünlü sütçül ve yoğurçularından, mesela Şıh İsgilden ısmarlanmış ağzına kadar dolu bir sıtıl kerpiç gibi koyun yoğurdu..
Kömür ateşinde demlenen tavşan kanı çay...
Ve ha geldi ha gelecek diye yolu gözlenen tepsi tepsi peynirli kadayıf, künefe veya oracıkta yapılan peynirli un helvası.. Çerez niyetine atıştırılan bastık, çekçek, kesme, sucuk ceviz, kuru üzüm ve fıstık.
Bu arada takunyaların ritmine ve kurnalara dolupboşalan suyun ezgisine kulak kabartarak mırıldanan bir türkü belki de. Hem de bulunulan mekanın adına ve şanına yaraşır sözleriyle:
“Gidacağam hamama
Demeyin kaynanama
Aslı bahçacı kızı;
Benden ister şamama.”
Veya;
“Ey hamamcı hemamiya güzellerden kim gelir
Ne bileyim ben efendim günde yüz bin can gelir
Ardı sıra halayiklar, önde bir sultan gelir.”
Diye üçüncü oktavdan okunan bir uzun hava!.
Hemen arkasından “ah”lar, “of”lar eşliğinde sökün eden, gençlik hatıraları. Cismi var olsa da ismi asla telaffuz edilmeyen sevgililer... Aşka, aşıka ve maşuka dair darb-ı meseller, kıssalar, hikayeler. Yunus’tan, Mevlana’dan, Fuzuli’den ve Nabi’den buram buram ilahi aşk ve sevda kokan mısralar.
Çiğköfteden önce iyi gider diyerek istenilen ve binbir nazın ardından okunan bir gazel.
“Bende mecnun'dan füzun aşıklık istidadı var
Aşık-ı sadık benem mecnun'un ancak adı var”
Bir başka köşeden, belki kurna başndan belki göbek taşından yükselen Yaşar Nezihe Hanım’ın mısraları:
“Aşkım ebedidir erecek sanma zevale
Dönsem elem-i kahrı firakinle hilale
Bigane-İ gamdım seni görmeden evvel
Ettin eğlencemi bugün feryad ile nale”
Arada bir ortaya atılan; “ne olacak bu melmeketın hali” cinsinden suallere verilen cevaplar başlayıp yaşa-başa ve sıraya saygı ekseninde koyulaşan sohbeti kesmek, lafın arasına girmek kimsenin haddi değildi. Ancak:
“- Çiğköfte hazır” haberi, anında akan suları durdurur, sohbeti de musikiyi de anında kesiverirdi.
§
İki su arasında denk getirilen bu haberle birlikte hamam keyfini düzenleyen sadece kendi arkadaşlarını değil, hamamdaki bütün müşterileri ve çalışanları:
“- Buyrun arkadaşlar, beraber yiyelim” diyerek soğukluk bölümene davet eder. Sofraya konulan her ne varsa son zerresine kadar yenilir, içilir ve bahşişi olduğu gibi sofrayı toplamak da tellaklara düşer.
İkinci suyun akıtılması ile birlikte yeniden sıcaklık bölümüne geçilir. Yeniden bir yandan ikinci kez yıkanılıp liflenilirken, bir yandan da yeni sohbetlere başlık açılır.
Yaşar Duru