Mekan Kültürümüz: (6)
KARA ÇADIR DÜZDEDİR
Çadırın; tünlüğünden çatıldığı yere, keçe sinin renginden iç düzenine kadar; elle tutulup gözle görülen her öğesi, bu mekanlarda yaşayan ların yaratılışı, hayatı ve dünyayı algılayışlarını yansıtır.
Eski Türkler, göğü en kutsal ve en güçlü varlık olarak kabul eder; inançlarını, geleneklerini, maddi ya da manevi kültürlerini bu kabul üzerine kurarlar. Keçe çadırlarını göğe benzetmeleri ve rengi ne olursa olsun “mavi çadır” diye anma ları yine bu inanışın gereğidir.
Çadır Türkün küçük dünyasıdır; kubbesi hem şekil, hem mekan olarak gök kubbeyi simgeler. Çadırın üzerinde kurulduğu toprak parçası ise, dünyadır. Yine eski Türk inancına göre dünya değirmi olduğu için, çadırın otur tulduğu alan da değirmidir.
Çadır gök kubbe, çadırın direği gök direği ve baca olarak da kullanılan tünlüğü göğün kapısı gibidir. Türklerin evreni algılayışlarını çadırın iç düzenlemelerinde ve bu mekanda yapılan dinsel törenlerin ritüellerinde gözlemek mümkündür.
Şamanların göğe çıkma törenleri, özel olarak düzenlenmiş çadırlarda yapılır. Şaman elindeki davulu çalıp dua ederek töreni başlatır. Duanın ardından göğe çıkmak üzere adım adım çadır direğine tırmanır. Tırmanışta attığı her adımda durarak dua ederken törene katılanlara içki sunulur. Çadırın tünlüğüne eriştiğinde, artık göğün kapısına gelmiş sayılır. Bu noktadan sonrası, gök kapısı; tanrının aydınlık ülkeleri ve ruhlar alemi olarak kabul edilir.
Türkler Gök Tengri inancını terkedip Budizm, Maniheizm ve ıslamiyete geçtikten sonra bu törenler unutulur; ama, gök direği ile ilgili inanç ve düşünceler bazı değişikliklerle daha uzun süre devam eder ve yaşamı etkiler. Yerden göğe uzanan direk, islamiyetle birlikte Hazreti Muhammed olur.Dedemoğlu’nun:
Yerin, göğün, arşın, kürsün direği;
Varınca bir tel ver pirime turnam!.
mısraları bu inancın 17. Yüzyılın sonlarında hala yaşamakta olduğunu gösterir.
Eski Türk inancını kısmen koruyup yaşatan Alevi-Bektaşi geleneğine bağlı şairler de yerden göğe bir direğin uzandığını dile getirirler. Pir Sultan Abdal’ın;
Yakdıcağım bir çırağdır.
Yerden göğe bir direktir
Bindiceğim bir buraktır
Allah bir, Muhammed, Ali!.
Mısraları bu inancın ne denli güçlü olduğunu güzel bir biçimde ortaya koyar.
Türkler öteden beri her renge ayrı bir anlam yüklemişlerdir. Bu onların dünyayı anlaması ve dünyayı hissetmesi ile ilgili bir ölçüdür.
Özellikle oğuz boylarında kara renk; matemi, kederi, üzüntüyü ve yoksulluğu anlatır. Ak renk, eski Türk inancına göre, iyi olan şeyleri, hayatın nimetlerini, doğruyu, gündüzü ve gökyüzünü simgeler. Kızıl renk, daha çok evliliği, doğurganlığı ve dişiliği anlatmak için kullanılır.
Türklerin kutsal mekan anlayışları, renklere ve eşyalara anlam yüklemeleri en çarpıcı örneklerle Dede Korkut hikayelerinde yer alır.
Senede bir kez hanlar hanı Han Bayındır, Oğuz ulularını konuk eder, yedirir içirirdi. Yine şölen düzenleyip, attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç boğazlamıştı. Ak, kara ve kızıl otağlar kurdurmuştu üç yere.. Ve buyurmuş,bakalım ne buyurmuş;
Oğlu veya kızı olmayanı kara çadıra ağırlayın, kara keçeyi serin altına, kara koyun yahnisinden getirin sofrasına, yerse yesin, yemezse gitsin. Oğlu olanı ak çadıra buyur edin!. Kızı olanı kızıl çadıra!.. Oğlu kızı olmayanı Allah iyi anmaz, biz dahi beddua ederiz ona, böyle biline
Dönemin sabit yaşama mekanlarının yanında hayli sıradan görünen Türk çadırları, Avrasya bozkırının doğal şartları içinde düşünülebilecek en doğru çözüm ve yapılabilecekle rin en iyisi olarak kabul edilir.
Yaşar Duru