KİM BOYADI ŞEHİRLERİMİZİ GRİYE? (1)
28 Mart 2004 Yerel Seçimleri öncesinde de konuşup tartışmıştık milletçe.“Nolacak bu memleketin hali” sualinin aklımıza getirdiği sorunların başında, bugün olduğu gibi 10 yıl once de “çarpık kentler”, “gecekondu” ve “varoşlar” oturmuştu gündemimizin ilk sıralarına.
Kabul etmek gerekir ki şehirlerimiz bir günde griye boyanmadı..
Gecekondular, varoşlar ya da kaçak yapılar tabiki son birkaç yılda mantar gibi yerden bitmedi.
Gaziantep’e ve sanayileşmiş diğer metropollere göç eden insanlar tabi ki çarpık kentleşmenin yegane suçluları olarak gösterilemezler. Sevmediğimiz, beğenmediğimiz veya aynı siyasi görüşleri paylaşmadığımız birilerine bu çirkinliğin ve yasadışılığın mimarı, sorumlusu ve suçlusu yaftasını yapıştırmamız tabi ki doğru olmaz.
Fazla uzaklara gitmeden, dönüp 65-70 yıl öncesine baktığımızda; çarpık kentleşme, kaçak yapılaşma, gecekondulaşma ve varoşların dönemin ekonomik ve sosyal zaruretlerinden kaynaklandığını görürüz.
O günleri yaşayanlar veya dönemin tarihini okuyanlar bileceklerdir mutlaka.
Bilmeyenlere de biz hatırlatalım, çarpık kentleşme ve gecekondulaşma tarihini özetlemeye çalışalım.
İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda oluşan uluslararası dengeler ile ekonomi ve toplum yönetimi anlayışı; tarımı, hayvancılığı; emeğe dayanan meslek ve zenaatlar ile bireysel işletmeleri geri plana atarak, otomasyona dayalı “sanayi”yi öne çıkarır.
Kentleşme uygarlığın, apartman çağdaş yaşamın belirleyici ilk ölçütü olur.
Bu anlayış ve algılayış ekseninde gelişerek yüzyılın karakteristiği haline gelen sanayileşme, ekonomik büyüme, göç, hızlı kentleşme, nüfus artışı ve küçük aile gibi yeni olgular, geleneksel pekçok yapı gibi, yüyılda yüzden fazla reform darbesiyle sarsılan Türk evinin ve şehirlerinin yıkım kararı olur.
Tarımda makinalaşma ve mülksüzleşme sonucu işini yitiren köylüler, yeni geçim imkanları bulmak için şehirlere göç eder. Cumhuriyet’in ilanından 40’lı yılların başına kadar yeni Türk evi ve şehri kimliğini oluşturmaya çalışan Türkiye, 1945’lere doğru yepyeni ve bir yönüyle Anadolu’ya geldiği ilk günleri hatırlatan yaşama mekanları ve çevreleriyle tanışır.
Ankara Belediyesi’nin sınırları içindeki gecekonduların durumlarının iyileştirilmesi ve yeniden gecekondu yapacak olanlar arsa sağlayarak gecekonduculuğun önmesi amacıyla 1948’de çıkarılan 5218 sayılı yasa ile hukuki kimlik kazanan gecekondu olgusu; çarpık yapıları, düzensiz yerleşimi, özgün ekonomisi, kültürü ve yaşama biçimi ile hayatının ayrılmaz bir parçası olur.
1950’lerin liberal ortamında; “Muasır Medeniyet” kavramı, “Türkiye’yi küçük Amerika”, Ankara’yı Washıngton, ıstanbul’u New York yapmak ve her mahallede bir milyoner yaratmak” biçiminde yorumlanır. Birleşmiş Milletler, Nato, A.B.D. ve Marshall Yardımı gibi olgularla cilanan bu hedefe ulaşmak için, ne getirip ne götüreceği üzerinde pek fazla durulmadan çalışmalara başlanır.
1950’lere gelindiğinde; geleneksel sakin ve sade Türk şehirlerinin yeni kimlikleri, zaman zaman Başbakan Adnan Menderes’in de katıldığı toplantılarda masa başında tasarlanarak uygulanmasına karar verilir.
Geniş bulvarlar, düzgün geniş caddeler, yayvan sokaklar, büyük meydanlar ve kavşaklar açmak uğruna;Türk tarihinin anıtsal yapıları, Osmanlı hanları, hamamları ve evleri yerle bir edilir.
Mahallesinin ilk milyoneri olma arzusuyla yanıp tutuşan mirasyediler, bahçe içindeki konaklarının yerine, çok katlı apartmanlar ve işhanları dikerler.
1940’lı yılların sonlarında ve 1950’lerin başlarındabirer göçebe obasını andıran gecekondu mahalleleri, giderek şehirle birleşip bütünleşmeye ve yeni bir yaşama biçimi geliştirler.
1953’te gecekondu yapımını yasaklamak üzere çıkarılan 6188 sayılı Bina Yapımını Teşvik Yasası, yürürlükte kaldığı 15 yıl içinde, başta gecekondu yapımının önlenmesi olmak üzere, belirlenen hiçbir amacı gerçekleştiremez. Sadece yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapılmış bulunan gecekonduları yasallaştırır.
Büyük kentleri kuşatan yeşil alanlar gecekondu ve varoş gerçeğiyle çirkinleştirilirken, merkezi semtler ile eski mahallelerin beton yığınına dönme yolundaki çalışmaları ivme kazanır.
Bankalar ve bazı hayır kurumları, düzenledikleri piyango çekilişlerinde; ıstanbul ve Ankara’nın “en mutena semtlerinde” apartman daireleri dağıtarak, farkında olmadan kendi evlerine ve şehirlerine savaş açarlarlar. Lale Devri ve sonrasını çağrıştıran bu ortamda, varlığını koruyan geleneksel yapıların iç mekanlarının mobilya mefruşatı ile içinde yaşayanların giyim kuşamları Avrupai ve Amerikanvari öğelerle kişiliksiz yeni bir kimlik sergiler.
Savaş sonrasına kadar “orta sınıfa dayalı sosyal yapı”sı ile farklılık gösteren Türk toplumu iki marjinal uçta kümelenir.
60’lı yıllarda gecekondu ve varoşlar kent yaşamının vazgeçilemez bir parçası haline gelir.
Başlangıçta “çift çubuk sahibi olacak kadar para kazandıktan sonra” sılaya dönmek üzere bir başlarına gurbete göçen aile reisleri, 60’lardan itibaren temelli şehirli olmaya karar verirler.
50’lerde sefaleti simgeleyen gecekondu mahallelerinin görünüşü hızla değişir; düzgün ve gidebildiği yere kadar altyapı ve ulaşım imkanlarından yararlanan yerleşim alanlarıda dönüşür.
Merkeze yakın gecekonduların yerinde çok katlı konutlar yükselmeye başlar.
Varoş sakinlerinin hayat tarzı ve dünya görüşü de bu süreçte radikal değişimlere uğrar; moda ile gelen kentlilik özentisi hayatlarının her alanını ve anını etkisi altına alır.
Ya sonra?