Sinemanın Türkiye Serüveni -5-
HUZURLARINIZDA YEŞİLÇAM
Ve 1950...
Fotoğrafın geneline bakıldığında;
Yıl içinde çekilen 22 filmde ağırlık 7 filmle eski kuşaktan Vedat Örfi Bengü’dedir. Muhsin Ertuğrul’un 1922’lerden 40’ların sonlarına taşıdığı geleneğin takipçilerinden Kadri Öğelman, Cahit Irgat, Avni Dilligil, Mümtaz Ener ve Sami Ayanoğlu, bu dönemde de ilkel sinema çalışmalarını sürdürürler.
Öte yanda; “Faruk Kenç, Çetin Karamanbel gibi önceki yıllardan gelenlerle birlikte, yeni sinemacılardan Orhan M. Arıburnu, Semih Evin, Mehmet Muhtar ve Hüseyin Peyda gibi tiyatrocu eğemenliğini bir ölçüde yavaşlatacak” olan genç sinemacılar, 1950’de bundan böyle Yeşilçam Sineması olarak anılan geleneğin temellerini atarlar.
Hüseyin Peyda kendi soyadını taşıyan “Örmen Film”i kurarak ilk senaryosu “Söyleyin Anama Ağlamasın”ı yazar ve memleketi Urfa’nın yolunu tutar. Sinema tarihimizde bir ilki gerçekleştirerek; Söyleyin Anama Ağlamasın filminin jeneriğine yapımcı-yönetmen ve aktör olarak adını yazdırır.
Türk Sineması 1951’de 36 film ve yeni yapımevleri ile kendi rekorunu egale eder.“Aysel Bataklı Damın Kızı” filmiyle starlaşan Cahide Sonku,“Sonku Film”, Cemil Filmer / Lale Film, Handan Adalı / Adalı Film ve Dr.Ardişir Alyanak / Yakut Film prodüksiyon firmalarını kurarlar. Yıl içinde çekilen 36 filmin arasında Nuri Akıncı, Dr. Ardişir Alyanak ve ıhsan Tomaç ilk kez yönetmen koltuğuna oturur. Bu yılın en güzel filmini ise “Sürgün” ile Orhan M. Arıburnu çeker.
Senenin en ses getiren filmi, hiç kuşkusuz, Hüseyin Peyda’nın senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı “Mezarımı Taştan Oyun” filmi olur. Sinema başkenti ıstanbul’dan Anadolu’nun en ücra kasabasına varıncaya kadar sinema salonu veya yazlık bahçe sineması bulunan her yerleşim biriminde aylarca kapalı gişe oynar. Aynı başarıyı, sinemaya sadece elitlerin gidebildiği ıstanbul-Ankara ve ızmir gibi büyük şehirlerde de göstererek bütün zamanların en fazla seyirci toplayan filmleri arasında ilk sıraya yerleşir.
Ancak ne var ki, Peyda’nın bu başarısı yıllarca kamuoyundan gizlenir. Etrafına topladığı tiyatroculara kendilerini “Türk Sineması”nın kurucusu”, “Tek Adam”ı ve “Yegane Hakimi” olarak alkışlatanlar, Urfalı bir gencin dağdan gelip bağdakilerin yerine oturmasını kabul edemezler. Mezarımı Taştan Oyun’un Beyoğlu sinemalarında haftalarca kapalı gişe oynamasını içlerine sindiremezler. Bu red ediş Hüseyin Peyda’nın ikinci üçüncü derecede rollere çıkmasına kadar devam eder.
Mavi gözlü taşralı sinemacının bir kaç filmlik saltanatı olabileceğini düşünür; memleketinde satıp sermaye yapacağı mal-mülk kalmayınca tasını tarağını toparlayıp geldiği yere döneceği hayaliyle kendilerini avuturlar. Peyda,1952’de yaptığı Kubilay filmi ile sinemacıların ismini bile anmaya korktuklar tarihi bir olaya el atarak, sinemada kalmak konusunda ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha gözler önüne serer.
Türk Sineması’nın tarihsel gelişimi, elbette ki 1950’de noktalanmaz. 1950’den sonrasını “Urfalı Filmler” diye adlandırdığım eksende özetlemek üzere kısa bir ara verip Urfa’ya; Urfa’nın dört etrafının sinema olduğu günlere dönelim bir süreliğine.
Yaşar Duru