Madem ki geçmişe döndük
Madem ki mevsimlerden de zemheri
Ve lapa lapa kar yağmaya başladı madem ki.
Ufra’nın 1940’lı yıllarından 60’ların sonlarına kadar geçen uzun zaman diliminde, herhangi bir kış gecesini yeniden yaşamak zorundayız.
Karşısında sadece ellerimizi ve yüzümüzü ısıtabildiğimiz mangalın çevresine dizilerek veya bir avuç meşe kömürünün hamama çevirdiği tandırın içine sokup bedenimizin yarısını keyfimizce yayılıp nefes nefese heket dinlediğimiz uzun kış gecelerini nasıl unutabiliriz ki...
Hekette anlatılan serüvenleri tamamını başından sonuna kadar hatırlamasak da;
“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler hamal iken ve ben anamın beşiğini tıngır, mıngır sallar iken, vakti zamanında, kaf dağının arkasında, peri padişahının memleketinde bir civanmert varmış” diye başlayıp heketçisine göre uzayarak giden giriş tekerlemesini, ya da hekete son noktayı koyan “onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine”
Cümlesini kim silebiliriz hafıza kayıtlarından?
Mümkün mü pireyi deve, şapı şeker, sapı saman ve sirkeyi bal yapan heketçileri hatırlamamak?
Tatlı dilli, güler yüzlü, şirin sözlü, ak sakallı dedeleri istesek de unutabilir miyiz?
Elleri kınalı, yazması oyalı, anaların ve neneleri heketleriyle birlikte uyuduğumuz geceleri unutmak kolay mı o kadar?
Ve saf..
Ve temiz...
Ve insan..
Ve masum..
Ve meraklı...
Ve dikkatli ve heyecanlı çocuk günlere yeniden dönmeyi istememek; ne mümkün.
Sadece çocukların eğlencesi değildi heket.
Yakın ve uzak çevrelerinde heketçi olarak ünlenen dedeler, nineler, anneler ve babalar da, yıllar yılı tekrarlaya durdukları heketleri, uzun kış gecelerinde defalarca anlatıp dinmlemekten bıkıp usanmazlardı.
Sanatçı kaprisleri tutardı bazan.
Kimi sesinin kısıklığını, kimi keyfinin yerinde olmadığını ileri sürer; “söz, yarın akşam hem de yepyeni bir heket anlatacağım” diyerek naza çekerlerdi.
Fakat her ne hikmetse, evin küçük yaramazlarının bağırış, çağırış ve surat asmalarına fazla direnmez;
“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develler tellal, pireler hamal iken ve ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallariken memleketin birinde tatlı mı tatlı, güzel mi güzel, maşallah ay yüzlü, badem gözlü, şirin sözlü bir prenses yaşarmış” diyerek girerlerdi hekete.
Sonrası malum...
İmkansız bir aşk hikayesi.
Fakir oğlan zengin kız; ya da tersi, zengin oğlan fakir kız zıtlığı üzerine bina edilen bir dizi serüveni peşpeşe ama sindire sinderi sıralarlardı.
Bazan öylesine kaptırırlardı ki kendilerini heketin heyecanına; el-kol hareketleri, yüz mimikleri ile heket kahramanlarını taklit ederek usta tiyatroculara taş çıkarırlardı.
Harem bölümünde veya sadece hanımların ve çocukların bulunduğu kürsü başı sohbetlerinde anlatmazdı heket.
Orta yaş grubundan erkeklerin sıra gecelerinin de olmazsa olmazlarından biriydi.
Şu farkla ki, erkekler masaldan çok gerçeği hayal teknesinde yoğurarak oluşturdukları geçmiş zamana dair rivayet ve kıssalarla öldürürlerdi zamanı.
Mangallarda meşe kömürünün yakılmaya başladığı Aralık ortalarında herhangi bir evde başlayan bu kıssalar; bazan birkaç ay devam ederdi pembe diziler misali
Hazreti Ali Cenkleri...
Battal Gazi Destanı..
Kerem ile Aslı...
Özellikle Aşık Garip...
Ferhat ile Şirin veya Mesnevi’de yer alan kıssalar, hisse kapılsın diye saatlerce anlatılır, anlatılır anlatılırdı.